Beni mi soruyordun dün gece... Şimdi daha iyiyim,cevaplayayım sorunu… Gece sendeki BENİ görmenin ve yazdıklarının içimde koparttığı sessiz çığlığı, yarattığı aksisadayı yürek taşısa kelime taşımaz ağır gelirdi, sustum…Her zamanki gibi… Anlaşılmak gibi bir kaygı taşımadan sürüp giden bir hayat benimki, zaten anlayan olabileceğini de pek sanmayan…. Ruhunda kopan fırtına ve kasırgalarda sığınacak asude bir liman, bir koy olmadığından da EMİN, yalnızca ANLAMAK üzerine kurulu… YAZMAK ?...Nesir ve nazımı varacağı istasyonun meçhul ve mübhemliğine kurban etmiyen, bir yük katarı sayan ve susan…Belki bir parça Hayyam, belki biraz Yesevi ruh hamurunu yoğuran… Yunus kimi gün terennüm ettiği, kimi gün Emrah yada Karacaoğlan.. Itri de başlayıp bazen Rodrigo ıssızlığının sihrinde eriyip kaybolduğu… Akif’te,Nazım’da Necip Fazıl’da BİZ onda.. Atsız ve Asaf’ta…. İyi ve güzeli kim terennüm etmişse meftun ; Erbab-ı Denâet her kimse küs…. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırımı edep ve edebiyatına hakim kılana aşık, destursuz, dizginsiz ve çılgın bir yürek, TUTKULARIYLA YAŞAYAN… Seninki misal, cam kırıklarının hep acıttığı, için için kanattığı, bazen gündönümünde üşütüp bazen de zemheride yaktığı bir erbab-ı gönül olsa da, yüzünde bir mona lisa tebessümü; sahtelere sahtekarlara nazire eden…. VE SEN ; asırlardır tanır gibi, çalakalem; ama içten, ama samimi ve riyasız bir biçimde, bakmaya korktuğum yüzüme tutuverdin aynayı akşam ve öncesi… Yüreğimin en ücra, en gizemli, en girift dehlizlerini gösteren ve aşikar eden bir ayna… Korksam, kızsam da, YAŞADIĞIM SÜRECE hiç karşılaşmayacak olsak ta; Yağmurlarla yıkar, gözyaşlarımla durular ve en mutena köşeme, öpüp, koklayıp saklarım ben o aynayı tutan yüreği… Ve günümüzdeki yaşananlara inat; beklentisiz, hesapsız nasıl bir saygı ve sevgi sarmalında olunabilineceğini göstermek için İHTİRAM GEÇİŞİ yaptırırım bütün süfli yüreklere emi..
Beni mi soruyordun dün gece...
Şimdi daha iyiyim,cevaplayayım sorunu…
Gece sendeki BENİ görmenin ve yazdıklarının içimde koparttığı sessiz çığlığı, yarattığı aksisadayı yürek taşısa kelime taşımaz ağır gelirdi, sustum…Her zamanki gibi…
Anlaşılmak gibi bir kaygı taşımadan sürüp giden bir hayat benimki, zaten anlayan olabileceğini de pek sanmayan….
Ruhunda kopan fırtına ve kasırgalarda sığınacak asude bir liman, bir koy olmadığından da EMİN, yalnızca ANLAMAK üzerine kurulu…
YAZMAK ?...Nesir ve nazımı varacağı istasyonun meçhul ve mübhemliğine kurban etmiyen, bir yük katarı sayan ve susan…Belki bir parça Hayyam, belki biraz Yesevi ruh hamurunu yoğuran… Yunus kimi gün terennüm ettiği, kimi gün Emrah yada Karacaoğlan.. Itri de başlayıp bazen Rodrigo ıssızlığının sihrinde eriyip kaybolduğu…
Akif’te,Nazım’da Necip Fazıl’da BİZ onda.. Atsız ve Asaf’ta…. İyi ve güzeli kim terennüm etmişse meftun ; Erbab-ı Denâet her kimse küs…. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırımı edep ve edebiyatına hakim kılana aşık, destursuz, dizginsiz ve çılgın bir yürek, TUTKULARIYLA YAŞAYAN…
Seninki misal, cam kırıklarının hep acıttığı, için için kanattığı, bazen gündönümünde üşütüp bazen de zemheride yaktığı bir erbab-ı gönül olsa da, yüzünde bir mona lisa tebessümü; sahtelere sahtekarlara nazire eden….
VE SEN ; asırlardır tanır gibi, çalakalem; ama içten, ama samimi ve riyasız bir biçimde, bakmaya korktuğum yüzüme tutuverdin aynayı akşam ve öncesi… Yüreğimin en ücra, en gizemli, en girift dehlizlerini gösteren ve aşikar eden bir ayna… Korksam, kızsam da, YAŞADIĞIM SÜRECE hiç karşılaşmayacak olsak ta; Yağmurlarla yıkar, gözyaşlarımla durular ve en mutena köşeme, öpüp, koklayıp saklarım ben o aynayı tutan yüreği…
Ve günümüzdeki yaşananlara inat; beklentisiz, hesapsız nasıl bir saygı ve sevgi sarmalında olunabilineceğini göstermek için İHTİRAM GEÇİŞİ yaptırırım bütün süfli yüreklere emi..