kuzeyin güzel hanımı, toprağın suyu, suyun nuru, gökyüzünün bir yakasına oturdu, cennet geçidine doğru. temiz teni içinde parlıyor, beyaz giysileriyle ışıldıyordu. altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle, gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.
tam o sırada, bilge ve çetin, vainamoinen geliyordu karşıdan. karanlık kuzey toprakları berisinde kasvetli sariola’dan. az bir yol katetmişti ki, duydu gökyüzündeki sazların sesini başının üstünde, gözleri takıldı cennete. cennet geçidi çok güzel görünüyordu gökyüzünde, ve onun yamacında oturan hanım da öyle. altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle, gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.
bilge ve çetin, vainamoinen durdurdu atını aniden, kelimeler şöyle döküldü ağzından: “gel hanımım benim yanıma, nur ayağını bas kızağıma!”
hanım baktı aşağı, kelimeler şöyle döküldü ağzından: “neden bir hanım gelsin yanına? neden bir kız binsin kızağına?”
bilge ve çetin, vainamoinen cevap verdi buna: “neden bir hanım gelsin yanıma? neden bir kız binsin kızağıma? çünkü ballı ekmek pişirebilir bira yapabilir bahçelerde şarkı söyler mutluluk dağıtır pencereler, vaino-ülkesinin tarlalarında kalevala’nin kırlarında.”
hanım cevap verdi buna, kelimeler şöyle döküldü ağzından: “dün dolaşırken yeşil boyalı kırlarda, sarı fundalıkları geçtiğim sırada akşam çökmek üzereyken tam, korulukta cıvıldayan bir kuş vardı. bir tarlakuşu şarkı söylüyordu, bir kız çocuğun ne hissettiği, ve bir eşin ne hissettiğini. söylemem gerekiyordu söyledim, kuşa şöyle dedim: ‘küçük tarlakuşu söyle bana, kulaklarım duyacak şekilde ama, kimin yeri daha büyüktür, kimin gönlü daha doludur, babasının evinde bir kızın mı? yoksa kocasının evinde bir hanımın mı?’ buna cevap verdi tarlakuşu şakıyarak: “bir yaz günü parlaktır, ama bir hanımın kaderi daha berraktır; buzdaki kılıç soğuktur, ama bir eşin durumu daha soğuktur. bir kız, babasının evinde, güzel bir tarlada bir böğürtlen gibidir; kocasının evinde bir eş ise, zincirlenmiş bir köpek gibidir. nadiren bir köle mutlulukla ödüllendirilir; bir eş ise hiçbir zaman.”
yine de çağırdı hanımı yanına, bilge ve çetin, vainamoinen çağırdı onu kızağına. hanım ona cevap verdi hemen, kelimeler şöyle döküldü ağzından: “belki evlenirdim, bir gemi yapabilen biriyle, benim kargılarımla ve benim gemici bıçağımla, vurabilirse o gemiyi sulara onun dizleri sağlamdır, onun yumruğu gururludur, onun kolları sabittir, onun elleri uzanmaz heryere.”
bilge ve çetin, vainamoinen şöyle konuştu bu sefer: “ne yerde, ne gökte, ne de tüm gökyüzünün maiyetinde var mıdır benim gibi bir oymacı, var mıdır bir gemiyapımcısı? ağaçlardan kalaslar yaptı, kargılarla oymalar oydu, başladı bir gemiyi yontmaya, yüz kişi alabilecek bir gemi yapmaya. çelikten bir dağın üzerinden de demirden bir tepenin üzerinden de gidecekti. bir gün ve iki gün çalıştı, üçüncü gün bir gemi olup çıkmıştı. baltası taşa hiç vurmadı, bıçağı tepenin eteklerine değmedi.
üçüncü ve en son günde, iblis geldi gemiye, şeytan aldı bıçağı eline, güvertede baştan sona koştu, baltayı taşa vurdu. tepenin yamacına geldi bilge çocuğun kaldığı yere, bıçağı daldırdı ete, kıymetli çocuğun tenine, vainomoinen’in etine.
buse ercişli
kuzeyin güzel hanımı,
toprağın suyu, suyun nuru,
gökyüzünün bir yakasına oturdu,
cennet geçidine doğru.
temiz teni içinde parlıyor,
beyaz giysileriyle ışıldıyordu.
altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle,
gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.
tam o sırada,
bilge ve çetin, vainamoinen
geliyordu karşıdan.
karanlık kuzey toprakları berisinde
kasvetli sariola’dan.
az bir yol katetmişti ki,
duydu gökyüzündeki sazların sesini
başının üstünde,
gözleri takıldı cennete.
cennet geçidi çok güzel görünüyordu gökyüzünde,
ve onun yamacında oturan hanım da öyle.
altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle,
gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.
bilge ve çetin, vainamoinen
durdurdu atını aniden,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“gel hanımım benim yanıma,
nur ayağını bas kızağıma!”
hanım baktı aşağı,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“neden bir hanım gelsin yanına?
neden bir kız binsin kızağına?”
bilge ve çetin, vainamoinen
cevap verdi buna:
“neden bir hanım gelsin yanıma?
neden bir kız binsin kızağıma?
çünkü ballı ekmek pişirebilir
bira yapabilir
bahçelerde şarkı söyler
mutluluk dağıtır pencereler,
vaino-ülkesinin tarlalarında
kalevala’nin kırlarında.”
hanım cevap verdi buna,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“dün dolaşırken yeşil boyalı kırlarda,
sarı fundalıkları geçtiğim sırada
akşam çökmek üzereyken tam,
korulukta cıvıldayan bir kuş vardı.
bir tarlakuşu şarkı söylüyordu,
bir kız çocuğun ne hissettiği,
ve bir eşin ne hissettiğini.
söylemem gerekiyordu söyledim,
kuşa şöyle dedim:
‘küçük tarlakuşu söyle bana,
kulaklarım duyacak şekilde ama,
kimin yeri daha büyüktür,
kimin gönlü daha doludur,
babasının evinde bir kızın mı?
yoksa kocasının evinde bir hanımın mı?’
buna cevap verdi tarlakuşu şakıyarak:
“bir yaz günü parlaktır,
ama bir hanımın kaderi daha berraktır;
buzdaki kılıç soğuktur,
ama bir eşin durumu daha soğuktur.
bir kız, babasının evinde,
güzel bir tarlada bir böğürtlen gibidir;
kocasının evinde bir eş ise,
zincirlenmiş bir köpek gibidir.
nadiren bir köle mutlulukla ödüllendirilir;
bir eş ise hiçbir zaman.”
yine de çağırdı hanımı yanına,
bilge ve çetin, vainamoinen
çağırdı onu kızağına.
hanım ona cevap verdi hemen,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“belki evlenirdim,
bir gemi yapabilen biriyle,
benim kargılarımla
ve benim gemici bıçağımla,
vurabilirse o gemiyi sulara
onun dizleri sağlamdır,
onun yumruğu gururludur,
onun kolları sabittir,
onun elleri uzanmaz heryere.”
bilge ve çetin, vainamoinen
şöyle konuştu bu sefer:
“ne yerde, ne gökte,
ne de tüm gökyüzünün maiyetinde
var mıdır benim gibi bir oymacı,
var mıdır bir gemiyapımcısı?
ağaçlardan kalaslar yaptı,
kargılarla oymalar oydu,
başladı bir gemiyi yontmaya,
yüz kişi alabilecek bir gemi yapmaya.
çelikten bir dağın üzerinden de
demirden bir tepenin üzerinden de gidecekti.
bir gün ve iki gün çalıştı,
üçüncü gün bir gemi olup çıkmıştı.
baltası taşa hiç vurmadı,
bıçağı tepenin eteklerine değmedi.
üçüncü ve en son günde,
iblis geldi gemiye,
şeytan aldı bıçağı eline,
güvertede baştan sona koştu,
baltayı taşa vurdu.
tepenin yamacına geldi
bilge çocuğun kaldığı yere,
bıçağı daldırdı ete,
kıymetli çocuğun tenine,
vainomoinen’in etine.
__'kalevala' destanı'ndan__