İLAN Benim profilde duran kediciğin adı gudubettin kısaca gudubet. ilan olunur.
24 Eylül 1945 En güzel deniz: Henüz gidilmemiş olanıdır. En güzel çocuk: Henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: Henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: Henüz söylememiş olduğum sözdür...
Nazım Hikmet Ran
Yitik
Benim cümlelerim var sana atfedilecek Ve içine sığdırdığım ben İçinde Senden habersiz büyüttüğüm sen Sen bir bahar esintisi gül goncası Toprakta filizlenmeyi bekleyen aşk tohumuna can suyu, Sen rüyalardan arta kalmış yarım düş misali her şeyi tamamlamaya muktedirsin bir gülüşün ile Bir gülüşün ile sabah güneşim Bir bakışım ile ömür uzantım Var olmayan ben ile varsın kendimi kaybettim sende Daha sana En güzel cümlelerimi söylemedim. Dile gelmeyen cümlelerim içindeki Aşkım içinde aşkımsın. Sabah ilk aklıma gelen Akşam en son düşünerek uyuya kaldığım Gün boyu hayalini kurduğum Onunla uyuduğum Mutluluğumsun
Anne Ben Ölüyorum
Anne ben ölüyorum.. Gözlerim kanıyor ikide bir, Türk filmlerinin, Yarı absürt senaryolarında, hüzünleniyorum, Şizofreni diyorlar algınlığıma,
Anne ben ölüyorum.. Gözlerim doluyor, gözlerim kanıyor, Anne ben erken ölüyorum.. Yüreğim yine benimle, Ama ben yaralıyım, Ve artık ata binemiyorum, Aramızda dağlar var, Kokun geliyor uzaklarda, Hissediyorum, Ellerin cennet kokuyor anne, Kucağın cennet kokuyor, Beni kucağına alsana, Sarsana beni koklasana, Anne ben ölüyorum ağlamasana..
Sevdiğim kıza söyle, Şarkımızı unutmasın, 'Heryerde sen herşeyde sen, Bilmemki nasıl söylesem, ' Diye biten şarkımızı,
Nefes almak yaşamakmıdır anne? Acı çekiyorum nefes alamam değil mi? O halde ölüm acısız, Daha mı güzeldir ölüm? Keşke diyorum, Hiç gitmeseydim oralara, Keşke diyorum, Hiç gitmeseydim, Yolumu kesmeselerdi dar sokaklarda, Kavgalara girmeseydim, Seni bu kadar üzmeseydim, Keşke diyorum ah keşke, Düşün ki savrulmuşum, Ateş iken kül olmuşum, Alın yazım almış beni avuçlarına, Uzaklarda bir yerlerde, Bir şehir olmuşum, Üşüyen, yanan, eriyen bir şehir, Kül olmuş gitmişim anne, Ve bir avuç toz olup, Düşmüşüm ayak izine,
Ve şimdi yanıyorum, Elini tutmadan ölüyorum, Ona yanıyorum, Saçlarım ağarmadan ölüyorum, Ona yanıyorum, Anne ben ölüyorum.. Gözlerim doluyor, gözlerim kanıyor, Anne ben ölüyorum.. Kokun geliyor uzaklardan, hissediyorum, Ellerin cennet kokuyor anne, Kucağın cennet kokuyor anne, Beni kucağına alsana, Sarsana beni, koklasana, Anne ben ölüyorum ağlamasana........
Arif Nazım
Kendime Sarildim
Geçemezsin kalbimin sokaklarindan artik sana geldigim yollardan döndürdün beni kendime sarilacagim yeniden seni hiç sevmemis gibi kimsesiz bir vedanin busesini söküp dudaklarimdan gökyüzüne firlatacagim varsin söz dinlemesin gözlerim varsin aglasin isterse yagmurlarla seni unutacagim
Vuramayacak artik anilarin da beni gönlümün arka sokaklarinda dolasmak yok korkmuyorum sarkilardaki veda makamindan korkmuyorum kalbimle bulusmaktan beni benden baskasi vuramaz artik inan seni unutacagim en yorgun yerindeyim hayatin en yogun acisindayim sevdanin hüznün karanligini aydinlatacagim her sabah biraz daha kendime sarilip seni unutacagım...
Naşide Göktürk
Allah’a ve hayata lânet edenler, gerçekte kendi kendilerini lânetlerler. Herşeyi sevecek olursan Allah’ın sırrı herşeyde açığa vuracaktır Fyodor Dostoyevski
Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta
Kibrit çakıyorsun karanlıkta Badem çiçeklerini görmek için Ve Mart denizlerinde tedirgin bir çift Sarnıç gemisi gözlerin Bir iş açacaksın sen başımıza Yangın mı olur artık, bahar mı? Can Yücel
Anlayış, hatalar bahçesine ekilse bile yeşerebilir.
Benim tarafımda biraz yalnız kalırsın, evet ben hep biraz yalnızdım. Ama biliyormusun başka bir yerede bulunmak istemezdim
BÜLBÜLE GÜLİSTAN! YİĞİDİME YAKIŞIR YAR!
Yusuf Bilal TANRIVERDİ
Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. İmânı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.' Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın! Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan. Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın? Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez... En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez! Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin; Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman, Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan, Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! ' Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da demiyor bir tarafından! Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! 'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma. Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
14 Mart 1913 Mehmet Akif Ersoy
Şükrünü eda edemedigimiz zenginligimizin delili..çöplükte oyuncağını seçen,kardeşini avutmayayada karnını doyurmlaya çalışan çocuk kim bilir neden orda
Tebessüm
Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm; Gözümde son marifet, Azraile tebessüm...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Çile
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı
Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı
Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikat, al san rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye
Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor; Makânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kahinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
Bir fikir ki sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku, katillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak.
Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle...
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş, Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence.
Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık. Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık.
Büyücü, büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehir kıymak gibi, beynimde.
Lugat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mimarının seçtiği arsa; Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.
Açıl susam, açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede. Yandı sırça saray, ilahi yapı, Bin bir avizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. İç içe mimari, iç içe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.
Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim. Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Bir Ben Vardır Bende
Severim ben seni candan içeri Yolum vardır bu erkândan içeri.
Beni bende demen bende değilim Bir ben vardır bende benden içeri.
Nereye bakar isem dopdolusun Seni nere koyam benden içeri.
O bir dilberdürür yoktur nisâni Nisan olur mu nisandan içeri.
Beni sorma bana bende değilim Sûretim hoş yürür don’dan içeri.
Beni benden alana ermez elim Kadem kimbasa sultandan içeri.
Tecelliden nâsib erdi kimine Kiminin maksudu bundan içeri.
Kime dîdar gününden sûle deyse Onun sû’lesi var günden içeri.
Senin aşkın beni benden aliptir Ne sirin dert bu dermandan içeri.
Süleyman kuş dilin bilir dediler Süleyman var Süleyman’dan içeri..
Unuttum din diyânet kaldı benden Bu ne mezhepdürür dinden içeri..
Dinin terkedenin küfürdür işi Bu ne küfürdür îmandan içeri..
Geçer iken Yunus sas oldu dosta Ki kaldi kapida andan içeri Yunus Emre
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YADA YÜREĞİN... SIYAH GÖZLERINE BENI DE GÖTÜR
Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yagamiyorum yeni bir kosunun baslangicinda biraz deprem sonrasi biraz sehir hülyasi bir kalp yanginindan geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artik bu yerlere sigamiyorum.
Pembe uçurtmalar yolladigindan beri sarardi tiryaki menekseleri sonbaharin tozlu kafeslerinde sevgi turnalari yakaliyorum turnalar gidiyor; ben kaliyorum avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum Erzurum garinda banklar üstünde uyku tutmuyor karanliklari yitik düslerimi kovaliyorum gölgeler gidiyor; ben kaliyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharin koynundan koparip sana ipek bir mendile sardigim yüregimle sehzade gülleri gönderiyorum umutlar kaliyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini kaptanlari sorgulayan yanindan geçen küheylanlarin korku tufanina yakalandigi siyah gözlerine beni de götür günes ülkesinden gelen yigitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat,ayriligin boynunu vursun.
Usul usul intizari çürüten bu hercai diken,bu çilgin arzu sürüklüyor imkansiz mustularin esigine gönül vadilerini bir agaçtan düsen yapraklar gibi düsüyorum tanyerine ya topla yarali kirlangiçlari ya da bu vefasiz sarkiyi bitir özgürlüge giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç [center]
DİYAR-I ŞEHR-İ YAR... Ah şehr-i yar... Ne garibsin güzel diyar... Baştan sineye ağyar... Göğe uzanırken ''ah'' lar...
Ah şehr-i yar... Her gece içim yanar, sokulurken ruhuma zaman... iki gözümden dökülür havar!
Ah şehr-i yar... günlerden hazan... Ümitvar seslere koşarım, Yılkı atları gibi... Lakin dert bitmez,derman bulunmaz... Yollar uzar,yar tutar! bar tutar...
Ah şehr-i yar... Gecelerde komşu olur yıldızlar, Etekleri ıslanırken marmara'nın! Çağırı beni AMEDİ an'lar...
Ah şehr-i yar... Bu gece de ruhum kaynar, Toprak savuruyor 'boran'lar! Bak! yine gitti üveyk-misal umutlar...!
Ah şehr-i yar... çeşit çeşit insanın var... Gözüme bakar çocuklar! Çile kokar...an'ım ağlar! Çığlıklarını duyarım derinden, Dönüp gidemem geri! ''Allah'' der... sabrederim... Tesbih tesbih dizilsin diye UMUTLAR!
Ah şehr-i yar... Gözümde canlanır YAR! Aklım çöle döner,yüreğim tar u mar... Şimşekler çakar damarlarımda! Bir kan yağmuru sökün eder, Bitsin diye bu ah-u zar!
Ah şehr-i yar... Gönlümde aşk odu yanar, Sonra... Kaleme sarılır kağıt, Uzanır mali hülya'da... Mürşidini arar, Tekkesini arar!
Ah şehr-i yar... Dolar gözlerim... İçim yanar, içim yanar... Hasretlere sabır eklerim! Bir dost sesi beklerim... NE VAKT GÖRSEM DOLUNAY YÜZLÜ BİRİNİ, Vird'e başlar dudaklar!
Ah şehr-i yar... Dumanı çoğalırken efkarımın, Geliverir Nursima bir ahbab! Ateşim sönmeden üflr var kuvvetiyle! Birkaç çıngı daha sıçrar tıprağa, Yanar yeryüzü... Alev alır ufuklar!
Ah şehr-i yar... ZAMAN BENİ SINAR! Rabbimden isterim yardımı, ecrimi... ''Bismillah'' deyip bir seher vakti, Sıradağlar gibi! .. Gün ola devran döne karındaş! Eğme başını şehr-i yar! . . . Babalarının Elinden Tutmaz Mı Çocuklar? Biraz da buradaki çocuklardan bahsedeyim. Enteresandır, burada ebeveynlerin çocuklara karşı bir sevgi gösterisinde bulunduğuna rastlamadım. Babasının elini tutan bir çocuk görmedim henüz. Annelerin ise yalnız sırtında görebiliyorum çocukları, elinden tutmuş görmek zor. Sokaklar çocuklarla dolu, sokakta onlarla birlikte yürümen gerekiyor, hele elinde fotoğraf makinesi varsa peşini kesinlikle bırakmıyorlar. Her yerde ama her yerde ellerinde plastik tabakla dolaşan çocuklar görebilirsiniz… Babalarının ellerinden tutup kendilerini saran güven çemberinin içinde çocukluğun keyfini çıkarmanın ne demek olduğunu bilmeyen bu çocuklar, boyunlarına asılı tenekelerle, ellerindeki plastik tabaklarla başlıyorlar adımlamaya kum ve toz döşeli kızıl zeminleri… Ellerindeki tabaklarla kendilerine verilecek yiyecekleri, kimi yerde yiyecek kırıntılarını toplamak üzere arşınlıyorlar köyün sokaklarını… Kimilerinin gün boyu topladığı lokmalar akşamleyin ailenin diğer fertleriyle paylaşılıyor. Her yerde etrafımızı sarıyorlar. Çocukların ellerindeki tabaklara, ellerini ağzına götürerek yiyecek istemelerine alıştık. Her görüşümde onları, evde bıraktıklarımı hatırlıyorum… Nijerya’da çocukların devlet okuluna gitmeleri ailelerin maddi durumuna bağlı. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan, türlü sağlık problemleri ile boğuşan Nijerli ailelerin önemli bir kısmı çocuklarını okula gönderemiyorlar. Hemen hemen her sokakta hissedilen, günlük yaşamın içinde akan alternatif bir eğitim sistemi göze çarpıyor. Evlere bitişik yapılan çıkmalarda kümelenen çocuk grupları tahta levhalara yazılı kuran ayetlerini ezberlemeye çalışıyor. Ellerindeki yazılı levhalardan kuran ezberlemeye çalışan çocuklar kendi sesleriyle süslüyorlar ahengini günlük yaşamın. Yaşı 5-7 arasında olan daha büyük çocuklar ise mescide gönderiliyor. Aileler bu çocukları medreselere yatılı olarak gönderiyorlar. Medrese öğrencileri, karınları acıkınca “sadaka”? diyerek kapı kapı dolaşıyor, karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Böylece hem kendi ailelerine yük olmuyorlar hem de kuran öğreniyorlar. Nijer’de erkek çocuklarından farklı olarak, kız çocuklarının resmi okula gitme oranı oldukça düşük. Kız çocukları genelde mahalle mekteplerine gidiyorlar. 10 yaşına ulaşan kızlar, genellikle evlerinde anneleri tarafından yapılan yiyecekleri satıyorlar. Bu yemek satma işini erkek çocukların yapması ayıp sayılıyor. Burada sokaklarda, pazarda genç kız görmek çok zor, ya kız çocuğu ya da evli gencecik kadınlar görebilirsin. Çünkü kızlar çok küçük yaşta evleniyorlar, küçük annelerin sırtına bağlı bebekler görmek o kadar normal bir manzara ki Nijer’de
İlhami Çiçek: Oralarda
oralarda hala insanlar güç uğurlar kimselerini kandır sıkışır göğüste yukarı koşar helâllaşırlar ayrılmadan
oraların buzları saçaklarda sivrileşerek bir ara dal uçlarından sarkıp usturalaşır saplarda hâlâ
hüzün çok eski bir öykü oralarda atlıların artık olmayan atlarını artık kaçan bir uzayın kaynar kıyılarına yürütüp aşkla yorarak bengisu taşıdıkları o ilkyazdan güze kalan bir gül taşılı buruk bir andaç
oralarda genç binbir yerinden hançerli vurarak yalnızlığını gizli patikalara kenti düşünür çokça dağ seyirir bileklerinde ne yaman bir and olur
İLAN
Benim profilde duran kediciğin adı gudubettin kısaca gudubet. ilan olunur.
24 Eylül 1945
En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...
Nazım Hikmet Ran
Yitik
Benim cümlelerim var sana atfedilecek
Ve içine sığdırdığım ben
İçinde Senden habersiz büyüttüğüm sen
Sen bir bahar esintisi gül goncası
Toprakta filizlenmeyi bekleyen
aşk tohumuna can suyu,
Sen rüyalardan arta kalmış yarım düş misali
her şeyi tamamlamaya muktedirsin
bir gülüşün ile
Bir gülüşün ile sabah güneşim
Bir bakışım ile ömür uzantım
Var olmayan ben ile varsın
kendimi kaybettim sende
Daha sana En güzel cümlelerimi söylemedim.
Dile gelmeyen cümlelerim içindeki
Aşkım içinde aşkımsın.
Sabah ilk aklıma gelen
Akşam en son düşünerek uyuya kaldığım
Gün boyu hayalini kurduğum
Onunla uyuduğum
Mutluluğumsun
Anne Ben Ölüyorum
Anne ben ölüyorum..
Gözlerim kanıyor ikide bir,
Türk filmlerinin, Yarı absürt senaryolarında,
hüzünleniyorum,
Şizofreni diyorlar algınlığıma,
Anne ben ölüyorum..
Gözlerim doluyor, gözlerim kanıyor,
Anne ben erken ölüyorum..
Yüreğim yine benimle,
Ama ben yaralıyım,
Ve artık ata binemiyorum,
Aramızda dağlar var,
Kokun geliyor uzaklarda, Hissediyorum,
Ellerin cennet kokuyor anne,
Kucağın cennet kokuyor,
Beni kucağına alsana,
Sarsana beni koklasana,
Anne ben ölüyorum ağlamasana..
Sevdiğim kıza söyle,
Şarkımızı unutmasın,
'Heryerde sen herşeyde sen,
Bilmemki nasıl söylesem, '
Diye biten şarkımızı,
Nefes almak yaşamakmıdır anne?
Acı çekiyorum nefes alamam değil mi?
O halde ölüm acısız, Daha mı güzeldir ölüm?
Keşke diyorum, Hiç gitmeseydim oralara,
Keşke diyorum, Hiç gitmeseydim,
Yolumu kesmeselerdi dar sokaklarda,
Kavgalara girmeseydim,
Seni bu kadar üzmeseydim,
Keşke diyorum ah keşke,
Düşün ki savrulmuşum,
Ateş iken kül olmuşum,
Alın yazım almış beni avuçlarına,
Uzaklarda bir yerlerde,
Bir şehir olmuşum,
Üşüyen, yanan, eriyen bir şehir,
Kül olmuş gitmişim anne,
Ve bir avuç toz olup,
Düşmüşüm ayak izine,
Ve şimdi yanıyorum,
Elini tutmadan ölüyorum,
Ona yanıyorum,
Saçlarım ağarmadan ölüyorum,
Ona yanıyorum,
Anne ben ölüyorum..
Gözlerim doluyor, gözlerim kanıyor,
Anne ben ölüyorum..
Kokun geliyor uzaklardan, hissediyorum,
Ellerin cennet kokuyor anne,
Kucağın cennet kokuyor anne,
Beni kucağına alsana,
Sarsana beni, koklasana,
Anne ben ölüyorum ağlamasana........
Arif Nazım
Kendime Sarildim
Geçemezsin kalbimin sokaklarindan artik
sana geldigim yollardan döndürdün beni
kendime sarilacagim yeniden seni hiç sevmemis gibi
kimsesiz bir vedanin busesini söküp dudaklarimdan
gökyüzüne firlatacagim
varsin söz dinlemesin gözlerim
varsin aglasin isterse yagmurlarla
seni unutacagim
Vuramayacak artik anilarin da beni
gönlümün arka sokaklarinda dolasmak yok
korkmuyorum sarkilardaki veda makamindan
korkmuyorum kalbimle bulusmaktan
beni benden baskasi vuramaz artik inan
seni unutacagim
en yorgun yerindeyim hayatin
en yogun acisindayim sevdanin
hüznün karanligini aydinlatacagim
her sabah biraz daha kendime sarilip
seni unutacagım...
Naşide Göktürk
Allah’a ve hayata lânet edenler,
gerçekte kendi kendilerini lânetlerler.
Herşeyi sevecek olursan
Allah’ın sırrı herşeyde açığa vuracaktır
Fyodor Dostoyevski
Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta
Kibrit çakıyorsun karanlıkta
Badem çiçeklerini görmek için
Ve Mart denizlerinde tedirgin bir çift
Sarnıç gemisi gözlerin
Bir iş açacaksın sen başımıza
Yangın mı olur artık, bahar mı?
Can Yücel
Anlayış, hatalar bahçesine ekilse bile yeşerebilir.
Benim tarafımda biraz yalnız kalırsın, evet ben hep biraz yalnızdım. Ama biliyormusun başka bir yerede bulunmak istemezdim
BÜLBÜLE GÜLİSTAN!
YİĞİDİME YAKIŞIR YAR!
Yusuf Bilal TANRIVERDİ
Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
14 Mart 1913
Mehmet Akif Ersoy
Şükrünü eda edemedigimiz zenginligimizin delili..çöplükte oyuncağını seçen,kardeşini avutmayayada karnını doyurmlaya çalışan çocuk kim bilir neden orda
Tebessüm
Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azraile tebessüm...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Çile
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı
Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al san rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye
Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kahinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
Bir fikir ki sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.
Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.
Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.
Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.
Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Bin bir avizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İç içe mimari, iç içe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.
Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Bir Ben Vardır Bende
Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkândan içeri.
Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri.
Nereye bakar isem dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri.
O bir dilberdürür yoktur nisâni
Nisan olur mu nisandan içeri.
Beni sorma bana bende değilim
Sûretim hoş yürür don’dan içeri.
Beni benden alana ermez elim
Kadem kimbasa sultandan içeri.
Tecelliden nâsib erdi kimine
Kiminin maksudu bundan içeri.
Kime dîdar gününden sûle deyse
Onun sû’lesi var günden içeri.
Senin aşkın beni benden aliptir
Ne sirin dert bu dermandan içeri.
Seriat, tarikat yoldur varana
Hakikat mârifet andan içeri..
Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içeri..
Unuttum din diyânet kaldı benden
Bu ne mezhepdürür dinden içeri..
Dinin terkedenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür îmandan içeri..
Geçer iken Yunus sas oldu dosta
Ki kaldi kapida andan içeri
Yunus Emre
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YADA YÜREĞİN...
SIYAH GÖZLERINE BENI DE GÖTÜR
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yagamiyorum
yeni bir kosunun baslangicinda
biraz deprem sonrasi
biraz sehir hülyasi
bir kalp yanginindan geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artik bu yerlere sigamiyorum.
Pembe uçurtmalar yolladigindan beri
sarardi tiryaki menekseleri
sonbaharin tozlu kafeslerinde
sevgi turnalari yakaliyorum
turnalar gidiyor; ben kaliyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garinda banklar üstünde
uyku tutmuyor karanliklari
yitik düslerimi kovaliyorum
gölgeler gidiyor; ben kaliyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharin koynundan koparip sana
ipek bir mendile sardigim yüregimle
sehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kaliyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanlari sorgulayan
yanindan geçen küheylanlarin
korku tufanina yakalandigi
siyah gözlerine beni de götür
günes ülkesinden gelen yigitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayriligin boynunu vursun.
Usul usul intizari çürüten
bu hercai diken,bu çilgin arzu
sürüklüyor imkansiz mustularin
esigine gönül vadilerini
bir agaçtan düsen yapraklar gibi
düsüyorum tanyerine
ya topla yarali kirlangiçlari
ya da bu vefasiz sarkiyi bitir
özgürlüge giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
[center]
DİYAR-I ŞEHR-İ YAR...
Ah şehr-i yar...
Ne garibsin güzel diyar...
Baştan sineye ağyar...
Göğe uzanırken ''ah'' lar...
Ah şehr-i yar...
Her gece içim yanar,
sokulurken ruhuma zaman...
iki gözümden dökülür havar!
Ah şehr-i yar...
günlerden hazan...
Ümitvar seslere koşarım,
Yılkı atları gibi...
Lakin dert bitmez,derman bulunmaz...
Yollar uzar,yar tutar! bar tutar...
Ah şehr-i yar...
Gecelerde komşu olur yıldızlar,
Etekleri ıslanırken marmara'nın!
Çağırı beni AMEDİ an'lar...
Ah şehr-i yar...
Bu gece de ruhum kaynar,
Toprak savuruyor 'boran'lar!
Bak! yine gitti üveyk-misal umutlar...!
Ah şehr-i yar...
çeşit çeşit insanın var...
Gözüme bakar çocuklar!
Çile kokar...an'ım ağlar!
Çığlıklarını duyarım derinden,
Dönüp gidemem geri!
''Allah'' der... sabrederim...
Tesbih tesbih dizilsin diye UMUTLAR!
Ah şehr-i yar...
Gözümde canlanır YAR!
Aklım çöle döner,yüreğim tar u mar...
Şimşekler çakar damarlarımda!
Bir kan yağmuru sökün eder,
Bitsin diye bu ah-u zar!
Ah şehr-i yar...
Gönlümde aşk odu yanar,
Sonra...
Kaleme sarılır kağıt,
Uzanır mali hülya'da...
Mürşidini arar,
Tekkesini arar!
Ah şehr-i yar...
Dolar gözlerim... İçim yanar, içim yanar...
Hasretlere sabır eklerim!
Bir dost sesi beklerim...
NE VAKT GÖRSEM DOLUNAY YÜZLÜ BİRİNİ,
Vird'e başlar dudaklar!
Ah şehr-i yar...
Düşlerimde çağırı beni hisar'lar, kasr-ı arifan'lar!
Güller satarım caddelerinde..
Fedailiğe soyunurum!
Başımı sıvazlar BAHAADDİN VE AVNİ...
Dualar mırıldanırlar,
Eğilir öperim ellerini,
Kadim mazim kadar!
Ah şehr-i yar...
Yürek şehrimde dağlar oynar.
İnad ederim beter çağa!
Ayak direrim...!
Ah şehr-i yar...
Dumanı çoğalırken efkarımın,
Geliverir Nursima bir ahbab!
Ateşim sönmeden üflr var kuvvetiyle!
Birkaç çıngı daha sıçrar tıprağa,
Yanar yeryüzü...
Alev alır ufuklar!
Ah şehr-i yar...
ZAMAN BENİ SINAR!
Rabbimden isterim yardımı, ecrimi...
''Bismillah'' deyip bir seher vakti,
Sıradağlar gibi! ..
Gün ola devran döne karındaş!
Eğme başını şehr-i yar!
.
.
.
Babalarının Elinden Tutmaz Mı Çocuklar?
Biraz da buradaki çocuklardan bahsedeyim. Enteresandır, burada ebeveynlerin çocuklara karşı bir sevgi gösterisinde bulunduğuna rastlamadım. Babasının elini tutan bir çocuk görmedim henüz. Annelerin ise yalnız sırtında görebiliyorum çocukları, elinden tutmuş görmek zor. Sokaklar çocuklarla dolu, sokakta onlarla birlikte yürümen gerekiyor, hele elinde fotoğraf makinesi varsa peşini kesinlikle bırakmıyorlar. Her yerde ama her yerde ellerinde plastik tabakla dolaşan çocuklar görebilirsiniz… Babalarının ellerinden tutup kendilerini saran güven çemberinin içinde çocukluğun keyfini çıkarmanın ne demek olduğunu bilmeyen bu çocuklar, boyunlarına asılı tenekelerle, ellerindeki plastik tabaklarla başlıyorlar adımlamaya kum ve toz döşeli kızıl zeminleri…
Ellerindeki tabaklarla kendilerine verilecek yiyecekleri, kimi yerde yiyecek kırıntılarını toplamak üzere arşınlıyorlar köyün sokaklarını… Kimilerinin gün boyu topladığı lokmalar akşamleyin ailenin diğer fertleriyle paylaşılıyor.
Her yerde etrafımızı sarıyorlar. Çocukların ellerindeki tabaklara, ellerini ağzına götürerek yiyecek istemelerine alıştık. Her görüşümde onları, evde bıraktıklarımı hatırlıyorum…
Nijerya’da çocukların devlet okuluna gitmeleri ailelerin maddi durumuna bağlı. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan, türlü sağlık problemleri ile boğuşan Nijerli ailelerin önemli bir kısmı çocuklarını okula gönderemiyorlar. Hemen hemen her sokakta hissedilen, günlük yaşamın içinde akan alternatif bir eğitim sistemi göze çarpıyor. Evlere bitişik yapılan çıkmalarda kümelenen çocuk grupları tahta levhalara yazılı kuran ayetlerini ezberlemeye çalışıyor. Ellerindeki yazılı levhalardan kuran ezberlemeye çalışan çocuklar kendi sesleriyle süslüyorlar ahengini günlük yaşamın.
Yaşı 5-7 arasında olan daha büyük çocuklar ise mescide gönderiliyor. Aileler bu çocukları medreselere yatılı olarak gönderiyorlar. Medrese öğrencileri, karınları acıkınca “sadaka”? diyerek kapı kapı dolaşıyor, karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Böylece hem kendi ailelerine yük olmuyorlar hem de kuran öğreniyorlar.
Nijer’de erkek çocuklarından farklı olarak, kız çocuklarının resmi okula gitme oranı oldukça düşük. Kız çocukları genelde mahalle mekteplerine gidiyorlar. 10 yaşına ulaşan kızlar, genellikle evlerinde anneleri tarafından yapılan yiyecekleri satıyorlar. Bu yemek satma işini erkek çocukların yapması ayıp sayılıyor. Burada sokaklarda, pazarda genç kız görmek çok zor, ya kız çocuğu ya da evli gencecik kadınlar görebilirsin. Çünkü kızlar çok küçük yaşta evleniyorlar, küçük annelerin sırtına bağlı bebekler görmek o kadar normal bir manzara ki Nijer’de
İlhami Çiçek: Oralarda
oralarda hala
insanlar güç uğurlar kimselerini
kandır sıkışır göğüste yukarı koşar
helâllaşırlar ayrılmadan
oraların buzları
saçaklarda sivrileşerek
bir ara dal uçlarından sarkıp
usturalaşır saplarda
hâlâ
hüzün
çok eski bir öykü
oralarda
atlıların artık olmayan atlarını
artık kaçan bir uzayın kaynar kıyılarına
yürütüp aşkla yorarak
bengisu taşıdıkları o ilkyazdan
güze kalan bir gül taşılı
buruk bir andaç
oralarda genç
binbir yerinden hançerli
vurarak yalnızlığını gizli patikalara
kenti düşünür
çokça dağ seyirir bileklerinde
ne yaman bir and olur
br>