Ayşegül Tezcan - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı


Ayşegül Tezcan “Umut kıyılarından hayal okyanuslarına kürek çeken deli bir kızın türküleri...” diyerek başladı yazmaya.

“Hayatın kendisine bağışladığı umut biletiyle varmak istediği sonsuzluğa kavuşma çabası...” ile dile geldi…



Yıl 1973. Dalgaların sahille seviştiği sıcak bir Ağustos akşamı takvimler 17’yi gösteriyor. Sancılı bir şafak vakti açtı gözlerini dünyaya. Saçlarındaki yıldızlar, tenindeki ay ışığı ve gecelerin vazgeçilmezliği hep bundandı. Alın teri döken bir hayatın en tatlı meyvesiydi.

Çocukluğunun geçtiği o çıkmaz sokakta Bergama kültürü ile yankılanmış adı… Dinlediği tanrısal söylencelerle büyülenmiş yaşamı kendi avuçlarına dolduruncaya kadar… Tek övüncü doğuşuyla birlikte çekirdek ailesine getirdiği şans olmuş. Anneciğinin sevgi dolu gözleri ile umutlanmış, sevgiyle sarıldığı babasının güçlü kolları ile güveni öğrenmiş ve alın teri ile beslenmiş.

Bıçak kemiğe dayandığında; yağmalanmış düşlerin matemine gömdüğü yarınlarını yazmış lise yıllarından beri... Gün kararırken “Görmedim Ömrümün Asude Geçen Bir Demini” diyen Hamiyet Yüceses dönermiş taş plakta ve bu musiki kanına girmiş taa o günlerden. Şimdi amatör olarak Türk Sanat Müziği icra ediyor, her konserde en tiz sesiyle haykırıyor yaralı yüreğini ve udunun tellerinde bu nedenle kanıyor notaları. Gözlerinden akıyor şarkıları, geceye ve hüzne bulanıyor yalnızlığı.

Özel radyoların en güzel günlerini yaşadığı dönemlerde herkes merak ederdi mikrofonun ardındaki gülümseyen o kızı. O ise yaşanmamış her şarkıda sevdayı anlatır dinleyenlerine. Ona sorarsanız radyoculuk en severek yaptığı meslek…

İktisat fakültesinin ardından umudu kucakladı ve farklı sektörlerde devam etti hayat mücadelesine… Hayal etmek başarmanın yarısıdır dedi ve şimdi bürosunda kendi mesleğini yani mali müşavirlik yapıyor.

Yüreğini aşka sobelediğinden beri başka sevdanın gölgesi bile değmedi düşlerine. Ölümü ilk Asklepionun kapısından okudu “Bu kapıdan ölüm giremez” sözü ile büyülendi ve inandı sevdaların ölümsüzlüğüne.

Sınırsız hayallerinde, kuru dalları bile yeşerten dokunuşlarıyla güneşi perdelerdi… Soluk alıp veremediği zamanları var, zamansızlıkları, geç kalmışlıkları… Denize ait bir şeyler var yüreğinde… Hırçın dalgalar, gözlerindeki yakamozlar… Mis gibi yosun kokusunda saçlarından eser meltemler İzmir’in Karşı/yaka’sında…

Her günbatımı birkaç bulut, kuru yapraklar ve karanlık bir sonbahar ayak uçlarında. Ve inadına her gece hayat doluyor gözlerine sevdayı düşledikçe. Her şafakta iki damla güneş akıyor kirpiklerinden uzaklara. Düşüncesinin ilk görevi sözcüklerine sevdayı sunmak her şartta ve acıktıkça yaşama ekmek arası umut…

Yazdığı her satır, her dize; sadece “Umut vadisine ilerleyen tek kişilik bir yolculuğun ardında kalan not düşümleri…”