Kartal Sırdar - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı


Kartal Sırdar kendi kalemimden buruk bir hayalim....
Gecenin karanlığa en müsait, karanlığın sabahın ışıklarına en akraba saatlerindeydi..genç kadın kalabalıklardaki yalnızlığınd a öylesine mutsuz ve öylesine ağır bir kederdeki, kendi iç dünyasındaki minik deniz kızına sarılmış ve onu çeken okyanus kıyısında gezinmeye çıkmıştı..bir elinde yalnızlığı, dier elinde yudum yudum içtiği şampanyasıyla, geceyi paramparca eden bembeyaz elbisesinin uzun eteklerinin altında minik minik çıplak ayakları ıslak kumlarla sevişircesine nereye gittiğini bilmezbir rotasız gemi misali ilerlerken, yüreğinden taşan göz yaşları genç kadının yanaklarından süzülüyordu usulcana...yukarıda dolun ay, yıldızlar, köpük köpük dalgaların türküleri kulağında, ve o türküye vokal tutan ruzgarın sesine karışan, cır cır böceklerinin nağmeleri...ıslak gözlerini ay ve deniz köpüklerinin sihri yakamozlardan alamıyordu ve o kumsalın onu nereye götürdüğünüde pek umursamıyordu hani...yalnızdı yapayalnız...içindeki deniz kızı, dolun ay, yakamozlar, dalgalar ve cır cır böcekleriyle adam gibi yalnızlığın tadındaydı..inceden sicim gibi yağan yağmurda silik geçmişini yıkıyordu sanki
üşümeye başladığını hissediyordu genç kadın ve ağaçların fısıl fısıl dedikodulaşmalarını duyuyordu ıssız yüreğinde...işte o kumsalın sonlarına yaklaşmışken üşüyen yüreğiyle bir anda bır ışık, hıckırık, frak etti ve usulcana sese kumsal ateşine yöneldi...köhne bir kayığa sırtını dayamış beyaz gömlekli gen bir balıkçının ardından yaklaştı gençkadın..önce o atlantis yürekli şiirlerle dans edip türküler okuyan adamın kumsal ateşinde yüreğini ısıtıp şampanyasından bir yudum daha içti...ve genç adamın içinde binlerce kıpırtı, adrenalin çarpıntısıyla, aynı dolun aya, aynı dalgalara, aynı yıldızlara ve yakamozlara yalnızlığın ona verdiği cesaretle ağlıyor şiirlerini türkülerini paylaşıyordu davetsiz misafirden habersiz...belkid eparasızlığındandı adamın ucuz bir kırmızı şarap içmesi...ve gen ç adam engin okyanusun yetkin ufkuna doğru fısıldaması...NEREDESİN NEREDESİN BE DENİZ KIZI....adam yanındaki iki kadehin boş olanına biraz daha şarap doldurup yeni bir yudum alırken gözlerini dolu dier kadehe dikmiş içinde yüzen deniz kızını düşlemişti...ateşin başında yeterince ısınan genç kadınsa onun şiirleri türküleriyle duygularının doruklarına çıkmışlının verdiği heyecanla salt teşekkür etmek adına şampanya şişesini adamın sağ omzundan usulcana ona uzattığında, aniden irkilen genç adam ardına döndüğünde ikisininde tek bir kelimeye cesaretleri kalmamışken gözlerinin mıh gibi bir birine kilitlenmeisnden rahartsızlık duymayıp sadece birinin dieirnden gözünü çekeceğinden duydukları endişenin yersiz olduğunu anlamaları hiçte uzun sürmemişti...genç adam şampanya şişesini eline aldığında, yanındaki hep dolu bekleyen kırmızı şarab kadehini ikram etti davetsiz misafirne...ve kadın kayığın yanına adamın yüreğinin köşesine oturdu onunla..şiirlerle dans eden adam en yasakladığı şiirlerine başladı göz yaşlarıyla, yanağından süzülenler genç kadının kadehine damlıyordu aslında, ilk kez yalnız olnmadığının kadında artık farkında, onun göz yaşlarıda adamın kadehinde aslında...işte güneş okyanuusun en son çizgisinde yepyeni bir hayatın başlangıcında merhaba diyordu onlara...adam ayağa kalktı kayığını denize sürdü şimdi bir eliyle kayığını tutuyordu dier elini kadına uzattı...ardına dönüp şehrin ışıklarına son bir kez bile bakmadı kadın...deniz kızı atlantiseden gelen adamın gözleirnden müjganlarını tek bir an ayırmadı, teredütsüz onun elini tutup nereye gittiğini bile sormadı...ve hala hiç birinin dudağından tek bir kelime bile akmadı...uzun bir yolculuğun ardından kimselerin bilmediği adamın gizli cennet dediği ıssız bir adaya çıktılar...önce bir ev yaptılar..toprağı kazdılar ektiler...varsın tejnoloji olmasın, varsın elektirik, su da olmasın faturaların olmayacağı gibi...okulda yoktu doğacak çocuklarına öğretmen zaten onlardı..komşular rahatsız olur endişesi duymadan çığlık çığlığa türküleri vardı...akşam oldumu balık avlanmış toprak ekilmiş temizlik yapılmış bir hamakta koyun koyuna grii gökyüzünde hafif hafif yarın doğmk için batan portakal rengi güneşi aynı okyanus ufkunun çizgisinde izliyor bir birlerine türkülerle şiirlerle konuşuyorlardı...beraber yaşlanabilecekleri uzun bir zmaanı tüketmişler çocukları serpilip büyümüşler ve iki ihtiyarın sahilde el ele gezmelerini gülen gözlerle izlemelerinde dünya gözünün dışında kadının baktığı pencereden o buruşmuş kırışmış derisi yüz hatları olan adam hala ilk gördüğü andaki genç balıkçıydı ve aynı şey o atlantisden gelen içinde geçerliydi zamanın ilk bakıştıkları anda onlar için donduğunu salt ikisi biliyor yaşıyordu...artık ihtiyar bedenleri yitirmek üzereydi direncini...kadın usulcana bedenini terk edip kalbine girdi eşinin...o devasa aşkın ağırlığı iki kat daha artınca ihtiyar adamın dizleride buna fazla dayanamadı önce dizleri üstüne çöktü usulcana eğildi büküldü küçüldü bir nokta kadar ufalıp sonrada pıt diye yok oldu elinden tuttuğu aşkıyla sonsuzluğa...o muhteşem aşkı kimsenin bilmesine ihtiyaçları yoktu..iki sonzuz aşk enerjisi el ele dier boyuttada zamanı donduracak kadar güçlüydü...ruh eşler birbirini öyle yada böyle bulmuş kalpler tamamlanmıştı...kimbilir daha kimler bu aşkı yaşıcaktı? ... [email protected]