Deliliğe davet var; her yanımız “akıllı” insanlarla dolu, öyle akıllılarki her yanımız kan gölü, her yanımız açlık ve sefalet. Her yanımız yalan, her yanımız maske. Bir deli selam verirken karşılık beklemez, paranın pulun ve hiç bir şeyin doğadan daha fazla önemi olmaz onun için, sevdimi yürekten sever ve hiçbir tabuyu tanımaz. Hesaplı konuşmalar yoktur bi delide, hesap yapmayı bilmez çünkü, onun kazanacağı kariyerler yoktur, yıkacağı dünyalar, istila edeceği ülkeler yoktur. Deli sevdimi delice sever, gözükmez gözünde hiçbir imkansızlık, açar yüreğini en mahremini. Bakmaz diline dinine ırkına hatta medeni durumuna bile, deli sevdimi delice sever çünkü, yüreğiyle yani. eğer akıllıysan sende okumamış say bu yazıyı…
ASİ MAVİ DÜŞLERE SELAM... Yaşamımız bir maskeli balo ve biz onun isteyerek yada istemeyerek bir oyuncusu haline gelmişsek. sıradanlaşmışsa yaşamlar, ölümler ve her şey. Sevda çoktan unutulmuşsa, aşk anlatılan bir efsane, leyla ile mecnundan ibaretse, bu maskeli balo ele geçirmiş demektir bizi. Mavi özgürlüktür, susamaktır özgürlüğe, Asi, Maviye rengini verendir, çeliğin suyudur mavideki Asi. Gerçek yaşamın maskeli balo olduğu bir zamanda sanaldan da olsa gerçekten yüreğiyle konuşabilecek insanlar kalabilmişmidir, elbetdeki vardır. sanırım tek sorun bulmakta aradığını, bulmak için uğraşmakta, bir dağı tırnağıyla kazıma ısrarını, inadını taşıyabilmek de. Bu bir arayıştır, bu bir isyandır. Yüreğiyle konuşabilenlere selam...
YOKLUĞUNA YAZILMIŞ SATIRLAR… Adını bilmiyorum hiç, kaç yaşında olduğunu, saçlarının uzun mu yoksa kısamı olduğunu da bilmiyorum. Gözlerinin rengini mesela bilmiyorum, teninin rengini bilmediğim gibi. Nerede oturursun ne iş yaparsın, açmısın açıktamısın, yoksa bolca varlıktamısın. İkimizde iki ayrı köşesinde hayatın, birbirimizden habersiz akıp gidiyoruz yaşam nehrinde. Belki çok yakınımdasın, belki bugün otobüste yan yanaydık, belki sen dünyanın bilmem hangi ülkesindesin. Medeni halin nedir bilmem, kaç sefer evlendin, belki hiç de evlenmedin. Adını “özlem” koydum senin, adın belki özlem değil. Yaşam belki bizi hiç karşılaştırmaz ama ben her gece seninle uyuyorum ve bu satırları yokluğuna yazıyorum belki hiç okuyamayacksın. Düşlerini görüyorum çok zaman, yüzün belli belirsiz, ellerin sımsıcak. Teknolojik olarak uzay çağının yaşandığı, insanlığın ise ilkel çağları aratmayacak kadar canavarlaştığı bir çağda karşılıksız ve çıkarsız, hesapsız ve kitapsız sevmek seni. Sevgilerin yozlaştığı, aşkların yalan olduğu bir çağda tarifsiz bir aşkla sevmek seni. Demiş ya diyen “ dünyanın obür ucunda hiç tanımadığımız birinin gözyaşı bile içimizi parçaladı” diye, yüreğimi afrikada bıraktım, açıktan ölen çocukların gözbebeklerinde. Varsın sensiz geçsin zaman, yalnız kalmamak adına yalan cümleler kurmaktansa varsın yalnız geçsin bu hayat. Bekleyeceğiz beklenmesi gereken kadar, biz ömür sürse de bekleyiş. Artık bekleyiş olsa da adın, bekleyeceğiz. Yokluğuna yazıyorum satır satır, hece hece. Her neredeysen şu an yıldızları düşün yüreğim, korkusuzca patlayan yıldızları, yıllar öncesinin ışıklarını yansıtan o görkemli yıldızları düşün. Ferhat ile şirin yaşamışmıdır bilmem ama en az onlar gibi yaşayan sevdalar olmuştur. Eğer onlar yaşamasalardı, kolayı seçselerdi belki bugün adına aşk denen o tarifsiz duygulardan bahsedilemezdi. Sevdaları için kendileri için yaşadılar, hasretlerin en acısını çektiler çok zaman. Adımız yarına kalırmı bilmem ama yaşayacağız bu sevdayı,bu inatçı ve güzel sevdayı, sevgiyle kal yüreğim…
DELİLER VE AKILLILAR Sabahın bir vakti, hatta bazıları için şafağın attığı ilk anlarda başlıyor telaş, insanlık koşmaya başlıyor bir yerlere yetişebilmek için. Akıllarında bin dert, bin plan adımlıyorlar kaldırımları. Birbirine çarpanlar, araçlarda küfredenler, göstermelik selamlamalar daha neler neler… Tüm bunları yüksek bir tepeden gülümseyerek izliyor deli seydo. Bunca karmaşadan uzakta, daha birkaç gün önce diktiği fidanı suluyor, onunla sohbet ediyor. Halini hatırını sorup, kendini anlatıyor çiçeğe. Şehri anlatır sonra ona, neden bunca telaş bu bağrışma, bu öfkelenmeler neden, anlam veremiyor. Tank paletleri ilerlerken sokaklarda seydo ağlamaya başlıyor, hiç tanımadığı ölecek insanlar için. Zaman an be an ilerlerken seydo saat taşımadı hiç, yetişmesi gereken acil işleri planları programları olmadı onun. Adına deli diyorlardı seydonun, çoğu zaman alay ederlerdi onunla. Seydo bıkmış usanmış, seydo bu kahra dayanamamış kendini şehrin tepelerine saklamıştı. Çocuklar taş atar ardından, büyükler laf atar, kimisi döverdi, adına akıllı denen bu yaratıkların yaptıklarına bir anlam veremedi seydo. Acıdı insanlığa. Seydonun hiç doğum günü olmadı, yaşının kaç olduğunu bilmiyordu saçlarına ve sakallarına düşen bir tutam beyazdan yaşının gençliğini ortaladığı düşünülebilir ama yaşını ne kendisi ne kimse bilir. Tek bir zamanı bilirdi seydo her Cuma pazara çıkan leylanın zamanını, cumaları sayardı bu yüzden ve sabahdan tutardı pazarın yolunu. Onu ilk gördüğü 10 yıl öncesini düşündü seydo, kara gözleri ve ciğerleri soluksuz bırakacak kadar dehşet bakışını anımsadı, seydo donup kalmıştı o gün. Leyla ile göz göze gelmişler Leyla dönüp gidivermişti hemen. O gün bugündür seydo nun leylosu vardı yüreciğinde hep. Şehrin tepesinde yaptığı barınağa onu misafir etmeyi düşünmüş, bir seferinde söylediğinde önce gülünmüş sonra dövülmüştü. Seydo dalmıştı gene leylo lu düşlere, zamanın umursamazca onu düşünüyordu. Kırlardan çiçekler toplayıp çok zamanlar kapınısının dibine bırakırdı kimsecikler görmeden, o çiçkelerin kimden geldiğini hiç bilmedi leylo. Leylo çiçeği getirene düşünde aşık oldu, onu düşledi, yakışıklı uzun boylu poslu bir cengaver yatıyor leylonun yüreğinde. Seydo yırtık üstü başıyla ve kanayan elleriyle toplarken çiçekleri, ne leylonun haberi var ondan nede soydonun leylo dan. Bazen seydonun cebine irili ufaklı paralar sıkıştırırlardı, seydo bunların neden verildiğini anlayamadı hiç, bir işine yaramayacağı için de kaldığı kulübenin bir köşesindeki tenekenin içine atardı, kağıtları ise bir poşete doldurdu. Adına para denen bu kağıt ve demirler için kavgaların hatta cinayetlerin bile olduğunu duyardı seydo. Bu yüzden hiç içi ısınmadı bu paralara. Her şeye inat sıkıştırılardı ceplerine ve seydo kırmamak için alırdı. Gel zaman git zaman teneke taşar oldu, poşet doldu. seydo artık evinde tutmak istemedi, elinde teneke, tenekenin üstünde poşet indi tepeden. Şehrin diğer ucundaki çöplüğe doğru yürümeye başladı, yolda birkaç çocuk çelme attı ona. Seydo önce sallandı sonra düştü, tenekedeki demir paraların bir kısmı dağıldı ortalığa, çocuklar ve bu olayı gören büyükler şaşırdılar. Seydo da bu kadar para ne arar ve seydo ne yapar bu parayı. Çocuklar saldırdılar dökülen paralara, seydo durumdan yararlanıp doğruldu ve hızla yürümeye başladı. Seydo bunları çöpe atmak, insanlara bulaştırmamak istiyordu bu kiri, seydo paraya pis diyordu. Dökülen paraları toplarken çocuklar toplarken, birkaç genç durumu anlayp seydonun peşine vardılar. Seydonun peşinden koşan cocukları dövüp uzaklaştırdılar, seydo sevecenlikle baktı gençlere, eliyle sağolun işareti yapıp yürüdü. Gençler yaklaştı seydoya, ver dediler elindekileri. Seydo bunları çöpe atacağım, insanlığa ölümden başka ne getirdi ki dedi, vermek istemedi, gençler diretti, seydo direndi. Biri çelme taktı seydo tekrar yerde buldu kendini, elinden aldılar teneke ve torbayı. Hızla uzaklaştılar sessiz bir yerde paraları saydılar, kendilerine esrar ve alkol aldılar bu parayla. Saatlerce içtiler güldüler, eğlendiler gençler. Kafaları bir iyice güzelleşti, hayaller kuruldu, şarkılar söylendi. Birden gençlerden biri “ bu seydoda bunlardan çok vardır dedi”. Bir sessizlik oldu kısa bir süre, haklı olabilirdi. Gençlerin gözleri parladı, yüzleri güldü. Sanki anlaşmışlarcasına hepsi birden ayağa kalktı, seydonun evine doğr yürümeye başladılar. Hepsinin gözlerinde seydonun para dolu tenekeleri ve torbaları vardı. Seydo odasında, leyloyu düşünüyordu. Sokaklardan topladığı gazeteleri karıştırıyor, dikkatini çekenleri okuyor, bazılarında derin düşüncelere dalıyordu. İnsanlık durmaksızın savaşıyor, çocukalar açlıktan ölüyordu dünyanın bir yerlerinde. Bir yerlerinde balolar, gösterişli düğünler, dillere destan eğlenceler organize ediliyordu. Seydo ağlamaklı oldu ölen çocukları düşününce. Cama çıktı, derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Sesler duydu seydo, ayak sesleri geliyordu, seydo korktu, ne olabilirdi ki. Bugüne kadar kimse gelmemişti evine. Seydo düşündü, bir anlamını bulamadı, gelen sesler yaklaştı, gelen sesler çoğaldı. Gençleri gördü seydo, tanıdı bugün kendisini hırpalayanlardı, neden gelmişlerdi ki. Seydo korktu evinin bir köşesine sakladı kendini. Gençler kapıyı zorladı, zorladı da sayılmaz hemen açıldı kapı. Seydo kilitlemezdi hiç kapısını, kilit.oktan paslanmıştı kullanılmaya kullanılmaya. Gençler ellerinde içki şişeleri içeri daldılar, seydo ya bağırdılar. Seydo iyice sindi olduğu yere, gençler bağrışıyordu evinde.her biri bir kenara dağılmış evini dağıtıyorlar, teneke ve poşetleri arıyorlardı. Biri bağırdı seydo burada işte. Herkes toplandı seydonun yanına. Seydo nerde tenekeler, poşetler, paralar nerde, durmadan soruyorlardı. Seydo susuyor, yok başka diyordu arada bir. Gençlerden biri seydoyu tekmeledi, canı yandı seydonun, sıktı dişerini. Derken tekmeler yağmaya başladı seydonun üstüne, elleriyle başını korumuya çalıştı seydo. Bağırdı, çığlıklar attı, duyan olmadı, umursayan olmadı seydoyu. Dayak faslı durmaksızın sürdü, seydo paranın yerini söylemiyordu, gençlerin sabrı taşmış dövmekten yorulmuşlardı. Seydo paranın başına açtıklarını düşünüyor, hep zulüm getirdin zaten diyordu içinden. Dayakların sona ermesini, gençlerinin evini terk etmesini bekliyordu sabırsızca, ateşin üzerine koyduğu çay kaynamış, çaydan patlarcasına fokurtundanmaya başlamıştı. Seydo bir demli çayın özlemini duydu. Acılarının üzerine iyi gelebileceğini düşündü. Gençler sırayla döverken, yorulan kenara çekilip içkisinden yudumlanıyordu. Bu sırada içkisi biten biri şişeyi seydonun kafasına vurdu, şişe kırıldı, seydo bayıldı. Kafasından kan sızmaya seydo baygın uzanmışken. Gençlerin hırsı arttı, siniri katlanarak çoğaldı. Biri kaynayan demliğe bir tekme attı, demlik yere düştü, su döküldü. Ardından biri ağaçların tutuşturduğu ocağa bir tekme ve bir küfür savurdu, ocak dağıldı, yanmış ağaçlar serpildi odanın her yerine. Gençler aramaya devam edeceklerdi ama ev zaten küçük ve dağıtmadıkları bir köşe, bakmadıkları bir yer kalmamıştı o ufacık odada. Dağılan ateş parçaları tahtadan yapılı evin bir yerlerini yakmaya, odanın içi duman dolmaya başlamıştı. Öksürükler çoğaldı, gözler yaşardı dumandan. Biri çıkalım dedi, bize bir hayrı yok buranın, burada para yok dedi. Duman sardı odanın her yanını, birkaç yerde alev almaya başladı. Gençler kendini bir bir dışarı atıp, parayı bulamamanın üzüntüsüyle küfürler savurdular. Teker teker şehrin yolunu tutarken davetsiz misafirler, duman odanın pencerelerinden dışarı çoktan çıkmıştı. İçerisi tutuşmaya başlamıştı, seydo gözlerini araladı, dumandan yaşardı gözleri sızladı. Kalkmak istedi yapamadı, her yanındaki ağrı bıçak gibi saplanıyordu bedenine, her kıpırdanışında aynı acı artarak devam etti. dumadan gözlerini açamıyor, nefes alamayıp sürekli öksürüyordu. İyice tutuşan odanın ortasında bulunan ve odayı ayakta tutan ana direk görevini gören kalınca bir tahta düştü ansızın seydonun üstüne. Bağırmak istedi seydo bağıramadı, kıpırdamak istediysede artık onuda yapamaz durumdaydı. Eski bez parçalarından yapılma elbise yanmaya başlamış, ateş tenine değmişti. Teninde müthiş bir acı hissetti, yanan tüyler yakıyordu canını. Neden yaptı o gençler diye aklından geçirdi, hepsi hepsi kağıttan ve demirden yapılma o paralar için mi, değermiydi. Ateş çoğaldı, yanan bir bedendi o artık, bağırmak istiyor ama bağıramıyordu, sesi kısılmıştı. Leyloyu düşündü son bir kez, aklına geldi gülen gözleri, gözleri yaşardı seydonun. Leyloyu görmek istiyordu son bir kez. O imkanı olsa başkada bir şeyi istemezdi. Leylo ne yapıyordu şimdi acaba. Evine son günlerde sığınan kedinin dışarıya çıkıp çıkmadığını düşündü, yanıbaşına düşen çaydanlığı odanın kapısına vurup kapıyı açmayı ve kedinin çıkmasını sağlamayı düşündü, yapamadı, kolları kıpıdayamadı. Dışarıdan duyduğu kedinin miyavlamasıya, kendisi kurtulmuş kadar sevinç kapladı yüreğini, bedeni yanarken. Gençler şehre inmişlerdi, dönüp tepeye baktı biri ve arkadaşlarınıda uyardı bakar bakmaz. Bir ateş topu vardı tepede, seydonun evi yanıyordu cayır cayır. Gençlerden biri hatırladı, “seydo içeride kaldı, baygın halde, onu unuttuk” dedi. Diğerleri de hatırladılar seydonun halini, çıkabilmiştir acaba dedi biri, bir diğeri gidip bakmayı önerdi. “ Zaten şu an bile ev alev topuydu ve çıkana kadar kül olur dedi diğeri ve herkes hak verdi ona. Biri elinde kalan şişeyi havaya kaldırdı, neşemizi bozmayın dedi, kurtulmuştur mutlaka, kurtulamadıysada bir şey olmaz, dünya bir deliden kurtulmuş olacak dedi. Bu sıralarda seydo yanan derisinin acısıyla inliyordu, dayanacak gücü kalmamıştı, gözkapakları yanmıştı, gözlerini açmaya çalıştı, açamadı, gözkapakları hafif aralanır oldu ama başaramadı. Seydo başını büktü, derin bir uykuya daldı seydo, bir daha hiç uyanamayacağı son uykusuna. Gençlerden biri elindeki şişeyi kaldırıp “ ŞEREFE”…. DÜNYADAN BİR DELİ ÇEKİP GİTTİ, DÜNYA BİR DELİDEN KURTULDU…
DELİLİĞE DAVET VAR!
Deliliğe davet var; her yanımız “akıllı” insanlarla dolu, öyle akıllılarki her yanımız kan gölü, her yanımız açlık ve sefalet. Her yanımız yalan, her yanımız maske. Bir deli selam verirken karşılık beklemez, paranın pulun ve hiç bir şeyin doğadan daha fazla önemi olmaz onun için, sevdimi yürekten sever ve hiçbir tabuyu tanımaz. Hesaplı konuşmalar yoktur bi delide, hesap yapmayı bilmez çünkü, onun kazanacağı kariyerler yoktur, yıkacağı dünyalar, istila edeceği ülkeler yoktur. Deli sevdimi delice sever, gözükmez gözünde hiçbir imkansızlık, açar yüreğini en mahremini. Bakmaz diline dinine ırkına hatta medeni durumuna bile, deli sevdimi delice sever çünkü, yüreğiyle yani. eğer akıllıysan sende okumamış say bu yazıyı…
ASİ MAVİ DÜŞLERE SELAM...
Yaşamımız bir maskeli balo ve biz onun isteyerek yada istemeyerek bir oyuncusu haline gelmişsek. sıradanlaşmışsa yaşamlar, ölümler ve her şey. Sevda çoktan unutulmuşsa, aşk anlatılan bir efsane, leyla ile mecnundan ibaretse, bu maskeli balo ele geçirmiş demektir bizi. Mavi özgürlüktür, susamaktır özgürlüğe, Asi, Maviye rengini verendir, çeliğin suyudur mavideki Asi. Gerçek yaşamın maskeli balo olduğu bir zamanda sanaldan da olsa gerçekten yüreğiyle konuşabilecek insanlar kalabilmişmidir, elbetdeki vardır. sanırım tek sorun bulmakta aradığını, bulmak için uğraşmakta, bir dağı tırnağıyla kazıma ısrarını, inadını taşıyabilmek de. Bu bir arayıştır, bu bir isyandır. Yüreğiyle konuşabilenlere selam...
YOKLUĞUNA YAZILMIŞ SATIRLAR…
Adını bilmiyorum hiç, kaç yaşında olduğunu, saçlarının uzun mu yoksa kısamı olduğunu da bilmiyorum. Gözlerinin rengini mesela bilmiyorum, teninin rengini bilmediğim gibi. Nerede oturursun ne iş yaparsın, açmısın açıktamısın, yoksa bolca varlıktamısın. İkimizde iki ayrı köşesinde hayatın, birbirimizden habersiz akıp gidiyoruz yaşam nehrinde. Belki çok yakınımdasın, belki bugün otobüste yan yanaydık, belki sen dünyanın bilmem hangi ülkesindesin. Medeni halin nedir bilmem, kaç sefer evlendin, belki hiç de evlenmedin. Adını “özlem” koydum senin, adın belki özlem değil. Yaşam belki bizi hiç karşılaştırmaz ama ben her gece seninle uyuyorum ve bu satırları yokluğuna yazıyorum belki hiç okuyamayacksın. Düşlerini görüyorum çok zaman, yüzün belli belirsiz, ellerin sımsıcak.
Teknolojik olarak uzay çağının yaşandığı, insanlığın ise ilkel çağları aratmayacak kadar canavarlaştığı bir çağda karşılıksız ve çıkarsız, hesapsız ve kitapsız sevmek seni. Sevgilerin yozlaştığı, aşkların yalan olduğu bir çağda tarifsiz bir aşkla sevmek seni. Demiş ya diyen “ dünyanın obür ucunda hiç tanımadığımız birinin gözyaşı bile içimizi parçaladı” diye, yüreğimi afrikada bıraktım, açıktan ölen çocukların gözbebeklerinde. Varsın sensiz geçsin zaman, yalnız kalmamak adına yalan cümleler kurmaktansa varsın yalnız geçsin bu hayat. Bekleyeceğiz beklenmesi gereken kadar, biz ömür sürse de bekleyiş. Artık bekleyiş olsa da adın, bekleyeceğiz.
Yokluğuna yazıyorum satır satır, hece hece. Her neredeysen şu an yıldızları düşün yüreğim, korkusuzca patlayan yıldızları, yıllar öncesinin ışıklarını yansıtan o görkemli yıldızları düşün. Ferhat ile şirin yaşamışmıdır bilmem ama en az onlar gibi yaşayan sevdalar olmuştur. Eğer onlar yaşamasalardı, kolayı seçselerdi belki bugün adına aşk denen o tarifsiz duygulardan bahsedilemezdi. Sevdaları için kendileri için yaşadılar, hasretlerin en acısını çektiler çok zaman. Adımız yarına kalırmı bilmem ama yaşayacağız bu sevdayı,bu inatçı ve güzel sevdayı, sevgiyle kal yüreğim…
DELİLER VE AKILLILAR
Sabahın bir vakti, hatta bazıları için şafağın attığı ilk anlarda başlıyor telaş, insanlık koşmaya başlıyor bir yerlere yetişebilmek için. Akıllarında bin dert, bin plan adımlıyorlar kaldırımları. Birbirine çarpanlar, araçlarda küfredenler, göstermelik selamlamalar daha neler neler… Tüm bunları yüksek bir tepeden gülümseyerek izliyor deli seydo. Bunca karmaşadan uzakta, daha birkaç gün önce diktiği fidanı suluyor, onunla sohbet ediyor. Halini hatırını sorup, kendini anlatıyor çiçeğe. Şehri anlatır sonra ona, neden bunca telaş bu bağrışma, bu öfkelenmeler neden, anlam veremiyor. Tank paletleri ilerlerken sokaklarda seydo ağlamaya başlıyor, hiç tanımadığı ölecek insanlar için. Zaman an be an ilerlerken seydo saat taşımadı hiç, yetişmesi gereken acil işleri planları programları olmadı onun. Adına deli diyorlardı seydonun, çoğu zaman alay ederlerdi onunla. Seydo bıkmış usanmış, seydo bu kahra dayanamamış kendini şehrin tepelerine saklamıştı. Çocuklar taş atar ardından, büyükler laf atar, kimisi döverdi, adına akıllı denen bu yaratıkların yaptıklarına bir anlam veremedi seydo. Acıdı insanlığa. Seydonun hiç doğum günü olmadı, yaşının kaç olduğunu bilmiyordu saçlarına ve sakallarına düşen bir tutam beyazdan yaşının gençliğini ortaladığı düşünülebilir ama yaşını ne kendisi ne kimse bilir.
Tek bir zamanı bilirdi seydo her Cuma pazara çıkan leylanın zamanını, cumaları sayardı bu yüzden ve sabahdan tutardı pazarın yolunu. Onu ilk gördüğü 10 yıl öncesini düşündü seydo, kara gözleri ve ciğerleri soluksuz bırakacak kadar dehşet bakışını anımsadı, seydo donup kalmıştı o gün. Leyla ile göz göze gelmişler Leyla dönüp gidivermişti hemen. O gün bugündür seydo nun leylosu vardı yüreciğinde hep. Şehrin tepesinde yaptığı barınağa onu misafir etmeyi düşünmüş, bir seferinde söylediğinde önce gülünmüş sonra dövülmüştü. Seydo dalmıştı gene leylo lu düşlere, zamanın umursamazca onu düşünüyordu. Kırlardan çiçekler toplayıp çok zamanlar kapınısının dibine bırakırdı kimsecikler görmeden, o çiçkelerin kimden geldiğini hiç bilmedi leylo. Leylo çiçeği getirene düşünde aşık oldu, onu düşledi, yakışıklı uzun boylu poslu bir cengaver yatıyor leylonun yüreğinde. Seydo yırtık üstü başıyla ve kanayan elleriyle toplarken çiçekleri, ne leylonun haberi var ondan nede soydonun leylo dan.
Bazen seydonun cebine irili ufaklı paralar sıkıştırırlardı, seydo bunların neden verildiğini anlayamadı hiç, bir işine yaramayacağı için de kaldığı kulübenin bir köşesindeki tenekenin içine atardı, kağıtları ise bir poşete doldurdu. Adına para denen bu kağıt ve demirler için kavgaların hatta cinayetlerin bile olduğunu duyardı seydo. Bu yüzden hiç içi ısınmadı bu paralara. Her şeye inat sıkıştırılardı ceplerine ve seydo kırmamak için alırdı. Gel zaman git zaman teneke taşar oldu, poşet doldu. seydo artık evinde tutmak istemedi, elinde teneke, tenekenin üstünde poşet indi tepeden. Şehrin diğer ucundaki çöplüğe doğru yürümeye başladı, yolda birkaç çocuk çelme attı ona. Seydo önce sallandı sonra düştü, tenekedeki demir paraların bir kısmı dağıldı ortalığa, çocuklar ve bu olayı gören büyükler şaşırdılar. Seydo da bu kadar para ne arar ve seydo ne yapar bu parayı. Çocuklar saldırdılar dökülen paralara, seydo durumdan yararlanıp doğruldu ve hızla yürümeye başladı. Seydo bunları çöpe atmak, insanlara bulaştırmamak istiyordu bu kiri, seydo paraya pis diyordu.
Dökülen paraları toplarken çocuklar toplarken, birkaç genç durumu anlayp seydonun peşine vardılar. Seydonun peşinden koşan cocukları dövüp uzaklaştırdılar, seydo sevecenlikle baktı gençlere, eliyle sağolun işareti yapıp yürüdü. Gençler yaklaştı seydoya, ver dediler elindekileri. Seydo bunları çöpe atacağım, insanlığa ölümden başka ne getirdi ki dedi, vermek istemedi, gençler diretti, seydo direndi. Biri çelme taktı seydo tekrar yerde buldu kendini, elinden aldılar teneke ve torbayı. Hızla uzaklaştılar sessiz bir yerde paraları saydılar, kendilerine esrar ve alkol aldılar bu parayla. Saatlerce içtiler güldüler, eğlendiler gençler. Kafaları bir iyice güzelleşti, hayaller kuruldu, şarkılar söylendi. Birden gençlerden biri “ bu seydoda bunlardan çok vardır dedi”. Bir sessizlik oldu kısa bir süre, haklı olabilirdi. Gençlerin gözleri parladı, yüzleri güldü. Sanki anlaşmışlarcasına hepsi birden ayağa kalktı, seydonun evine doğr yürümeye başladılar. Hepsinin gözlerinde seydonun para dolu tenekeleri ve torbaları vardı. Seydo odasında, leyloyu düşünüyordu. Sokaklardan topladığı gazeteleri karıştırıyor, dikkatini çekenleri okuyor, bazılarında derin düşüncelere dalıyordu. İnsanlık durmaksızın savaşıyor, çocukalar açlıktan ölüyordu dünyanın bir yerlerinde. Bir yerlerinde balolar, gösterişli düğünler, dillere destan eğlenceler organize ediliyordu. Seydo ağlamaklı oldu ölen çocukları düşününce. Cama çıktı, derin bir nefes doldurdu ciğerlerine.
Sesler duydu seydo, ayak sesleri geliyordu, seydo korktu, ne olabilirdi ki. Bugüne kadar kimse gelmemişti evine. Seydo düşündü, bir anlamını bulamadı, gelen sesler yaklaştı, gelen sesler çoğaldı. Gençleri gördü seydo, tanıdı bugün kendisini hırpalayanlardı, neden gelmişlerdi ki. Seydo korktu evinin bir köşesine sakladı kendini. Gençler kapıyı zorladı, zorladı da sayılmaz hemen açıldı kapı. Seydo kilitlemezdi hiç kapısını, kilit.oktan paslanmıştı kullanılmaya kullanılmaya. Gençler ellerinde içki şişeleri içeri daldılar, seydo ya bağırdılar. Seydo iyice sindi olduğu yere, gençler bağrışıyordu evinde.her biri bir kenara dağılmış evini dağıtıyorlar, teneke ve poşetleri arıyorlardı. Biri bağırdı seydo burada işte. Herkes toplandı seydonun yanına. Seydo nerde tenekeler, poşetler, paralar nerde, durmadan soruyorlardı. Seydo susuyor, yok başka diyordu arada bir. Gençlerden biri seydoyu tekmeledi, canı yandı seydonun, sıktı dişerini. Derken tekmeler yağmaya başladı seydonun üstüne, elleriyle başını korumuya çalıştı seydo. Bağırdı, çığlıklar attı, duyan olmadı, umursayan olmadı seydoyu.
Dayak faslı durmaksızın sürdü, seydo paranın yerini söylemiyordu, gençlerin sabrı taşmış dövmekten yorulmuşlardı. Seydo paranın başına açtıklarını düşünüyor, hep zulüm getirdin zaten diyordu içinden. Dayakların sona ermesini, gençlerinin evini terk etmesini bekliyordu sabırsızca, ateşin üzerine koyduğu çay kaynamış, çaydan patlarcasına fokurtundanmaya başlamıştı. Seydo bir demli çayın özlemini duydu. Acılarının üzerine iyi gelebileceğini düşündü. Gençler sırayla döverken, yorulan kenara çekilip içkisinden yudumlanıyordu. Bu sırada içkisi biten biri şişeyi seydonun kafasına vurdu, şişe kırıldı, seydo bayıldı. Kafasından kan sızmaya seydo baygın uzanmışken. Gençlerin hırsı arttı, siniri katlanarak çoğaldı. Biri kaynayan demliğe bir tekme attı, demlik yere düştü, su döküldü. Ardından biri ağaçların tutuşturduğu ocağa bir tekme ve bir küfür savurdu, ocak dağıldı, yanmış ağaçlar serpildi odanın her yerine. Gençler aramaya devam edeceklerdi ama ev zaten küçük ve dağıtmadıkları bir köşe, bakmadıkları bir yer kalmamıştı o ufacık odada. Dağılan ateş parçaları tahtadan yapılı evin bir yerlerini yakmaya, odanın içi duman dolmaya başlamıştı. Öksürükler çoğaldı, gözler yaşardı dumandan. Biri çıkalım dedi, bize bir hayrı yok buranın, burada para yok dedi. Duman sardı odanın her yanını, birkaç yerde alev almaya başladı. Gençler kendini bir bir dışarı atıp, parayı bulamamanın üzüntüsüyle küfürler savurdular. Teker teker şehrin yolunu tutarken davetsiz misafirler, duman odanın pencerelerinden dışarı çoktan çıkmıştı. İçerisi tutuşmaya başlamıştı, seydo gözlerini araladı, dumandan yaşardı gözleri sızladı. Kalkmak istedi yapamadı, her yanındaki ağrı bıçak gibi saplanıyordu bedenine, her kıpırdanışında aynı acı artarak devam etti. dumadan gözlerini açamıyor, nefes alamayıp sürekli öksürüyordu. İyice tutuşan odanın ortasında bulunan ve odayı ayakta tutan ana direk görevini gören kalınca bir tahta düştü ansızın seydonun üstüne. Bağırmak istedi seydo bağıramadı, kıpırdamak istediysede artık onuda yapamaz durumdaydı. Eski bez parçalarından yapılma elbise yanmaya başlamış, ateş tenine değmişti. Teninde müthiş bir acı hissetti, yanan tüyler yakıyordu canını. Neden yaptı o gençler diye aklından geçirdi, hepsi hepsi kağıttan ve demirden yapılma o paralar için mi, değermiydi. Ateş çoğaldı, yanan bir bedendi o artık, bağırmak istiyor ama bağıramıyordu, sesi kısılmıştı. Leyloyu düşündü son bir kez, aklına geldi gülen gözleri, gözleri yaşardı seydonun. Leyloyu görmek istiyordu son bir kez. O imkanı olsa başkada bir şeyi istemezdi. Leylo ne yapıyordu şimdi acaba. Evine son günlerde sığınan kedinin dışarıya çıkıp çıkmadığını düşündü, yanıbaşına düşen çaydanlığı odanın kapısına vurup kapıyı açmayı ve kedinin çıkmasını sağlamayı düşündü, yapamadı, kolları kıpıdayamadı. Dışarıdan duyduğu kedinin miyavlamasıya, kendisi kurtulmuş kadar sevinç kapladı yüreğini, bedeni yanarken.
Gençler şehre inmişlerdi, dönüp tepeye baktı biri ve arkadaşlarınıda uyardı bakar bakmaz. Bir ateş topu vardı tepede, seydonun evi yanıyordu cayır cayır. Gençlerden biri hatırladı, “seydo içeride kaldı, baygın halde, onu unuttuk” dedi. Diğerleri de hatırladılar seydonun halini, çıkabilmiştir acaba dedi biri, bir diğeri gidip bakmayı önerdi. “ Zaten şu an bile ev alev topuydu ve çıkana kadar kül olur dedi diğeri ve herkes hak verdi ona. Biri elinde kalan şişeyi havaya kaldırdı, neşemizi bozmayın dedi, kurtulmuştur mutlaka, kurtulamadıysada bir şey olmaz, dünya bir deliden kurtulmuş olacak dedi. Bu sıralarda seydo yanan derisinin acısıyla inliyordu, dayanacak gücü kalmamıştı, gözkapakları yanmıştı, gözlerini açmaya çalıştı, açamadı, gözkapakları hafif aralanır oldu ama başaramadı. Seydo başını büktü, derin bir uykuya daldı seydo, bir daha hiç uyanamayacağı son uykusuna. Gençlerden biri elindeki şişeyi kaldırıp “ ŞEREFE”….
DÜNYADAN BİR DELİ ÇEKİP GİTTİ, DÜNYA BİR DELİDEN KURTULDU…