Aydın - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı












acıveren çiçeği

Batı Ülkesi


Kutsal sevişme ayinlerinin fütursuz anlam arayışlarında gelişti kişiliğim… bir yok oluşun baş yapıtıydım ben. Yağmur ormanlarının karanlık çukurlarında, ıssız dehlizlerin –her biri farklı- anlamlarında yeniden anlamlanıyordum. Her soluk bir bütünün anlaşılmaz parçalarını tamamlıyordu. Tanrıyı ararken şeytanı dost edinmiştim kendime. Yol mu yanlıştı, amaç mı; sorguladım. Doğru olan belki her ikisiydi.
Kitaplardan öğrendim ben sevmeyi: aşk, kendi paradigmasında çıldırmaya eş değerdi. Bu yüzden belki, aşkla bir defa karşılaşanlar yarı çıldırmış insanlardı ve kayboluyorlardı kendi anlamlarında.
Voltaire’in müşkülpesatlığı ile on beş yaşımda karşılaşmış ve sevmemiştim onu. Oysa bir çocuğun dünyasında düş bahçeleri olmalıydı… Hiç görmediğim büyükbabamı sevmiyordum. Onu hiç tanımamış olmam hayatımın eksikliği değildi şüphesiz. İlkokulu zorlukla bitiren babamın ruhunda çocukluğundan kalma yaralar vardı. Annelik içgüdüsüyle çocuk yaşlarında babamı kanatları altına almaya çalışan annesinin şiddet dolu dünyasında, babamın sözleriyle yaralanıyordum. Ruh yaralanmaları, babadan kalma mirastı geçmişimizde. Hiç tanımadığım atalarım geçmişten uzanıp ruhumu deliyorlardı.
Hiç yürüyemeyen annanemi çok küçük yaşta kaybetmiştim. Üzerine ne tür anlamlar yüklediğimi hatırlayamadığım utangaçlığımda niçin yürüyemediğini anneme de soramamıştım. O da hiç söylemedi. Sonbahar güneşinde, kerpiç bir duvarın dibine sinen ve tabakasından çıkardığı tütünleri ustaca sigara kağıdına saran yaşlı adam olarak hatırımda kaldı dedem. Çocuksu hafızamın kayıtsızlığında ikimize ait diyalogların en ufak belirtisi yok belleğimde.


Lise yıllarım tam bir karmaşaydı. Çocukluğum ile gençliğim arasında bocalamalar yaşadım. Hayatın anlamını sorgulamaya başladığım zamanlar o dönemlerimdi. Tedirgin girdiğim üniversite sınavında aldığım yüksek puan şaşırtmıştı beni. Beni diyorum; çünkü ailem dahil kimsenin beni tanıdığını düşünmüyordum. Bir ben vardım beni bilen ki ben de kendimi tanımıyordum o sıralar. Hayatımda belirsilikler hüküm sürüyordu.
Askerlik sonrası yaşantımda evlilik fikrini benimseyemediğimi fark etmiştim. Yarı çıldırmışlığın verdiği hakkı kullanarak deliliğe vurdum hayatı ve yıllarca sürecek yolculukların ilk adımı olan İstanbu’u ilk durak seçtim kendime. Hayatımda derin izler bırakan şehirdi burası.


Çocukluğumun izdüşümlerinden kalma aşk anlayışımı yıkmak kolay olmamıştı ve sevgili kavramını yeniden almıştım dünyama. Düşündüğüm değildi yaşadığım… sevgi duvarının karataşını bırakıp ardımda, kaçtım kendimden. Yaşamanın sevmek gibi bir anlamı olmadığını öğrenmiştim artık.


Batı ülkesi, ölümden sonraki hayatın adıydı. Ölen bir kadının kocasına olan seslenişinde öğreniyordum hiç bilmediğim bir hayatı. Garip bir şekilde, sanki banaydı söylenenler. “Burada tam bir karanlık hakim” diyordu kadın ve tüm dünyevi zevklerin yokluğunu “sönmüşlük” olarak nitelendiriyordu. Batı ülkesinin dünyadaki taçsız kralıydım artık.
Kendimi bulduğuma inanıyordum.


Kutsal sevişme ayinlerinin kaşifiyim ben! Yağmur ormanlarının karanlık çukurlarında, ıssız dehlizlerin anlamlarında yeniden anlamlanıyorum….
Doğru olan, belki herkesin kendi yaşadığı...
Aydın Demirkan




Günahkar Ayakların Ritmi Yoktur!



5