O ısrarla bir dalı tutuyor. Nehrin coşkun suları yalnız kayıkları değil, masaları, masa lambalarını, telefonları, zil çığlıklarını, kalemleri, çarpık imzaları, cüzdanları, kredi kartlarını, köpekleri, şık tasmaları, bıçakları, çırpınan avları, ipleri, kuduz çamaşırları, saatleri, tehirli dudakları, arabaları, parlak jantları, televizyonları, aptal programları, küllükleri ve külleri yüzdürüyor. O, ısrarla bir dalı tutuyor ve önünden akıp geçen yüzlerce şekli hafızasına, bir fotoğraf makinesi sürati ve bir heykeltraş ağırlığıyla kazıyor. O, yanından geçen binlerce figürün arasına karışıp sürüklenmekten korkuyor. Bu yüzden tutunduğu dalı bir an olsun bırakmaması gerektiğini biliyor ve ince bileklerini dalla bütünleştiren platin bir çivi taşıyor bedeninde.
Bazen tek bir ağaç, bazen bir orman geçiyor yanından. Vahşi hayvanlar nefes alıp veriyor. Dallar da yapraklara sarılıyor korkudan. Her canlı saatine bakıyor. Hepsi emin tam vakti olduğundan. Yalnız şair, o tekrarlıyor kendi kendine. Hafızası kabul etmek istemeyince. Tekrarlıyor durmadan:
Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim
Yoksa ben mi geciktim
Nehrin içine şüphe düşüyor, işitince kelimeleri. Taşıdığı yükü denize dökmek için. Acaba gecikti mi? Hem gece uyumak yok koşmaya devam. Hem her gece atlılar akıyor yanından.
Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha
Bu destanı ancak kuruyan bir dudak anlatabilir. Destan tutuşturur, çınar gölgelendirir. Kırmızıdan siyaha döndükçe bu mısralar, kırmızıdan siyaha döner atlılar. Kırmızıdan siyaha döndükçe bu dudaklar, siyah kelimeleri nehre yuvarlar. Ve ıslanır ve rüzgâr ıslağı sever. Ve ıslanır şairin tutunduğu dal titrer.
Dostum
Üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum-Korkma
Kaçıyorum-Kaçma
Ürperiyorum düşünceden-ürper
Üşüme, korkma, kaçma ama ürper. Tepeden tırnağa siyah gölgeler, yerini bıraksın artık güneşe. Yerini bıraksın çınar balkona. Şehir yüzsün nehrin en sığ yerinde.
Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar renk renga renk
Gizli bir ortaklık olmalı aynalarla arasında. Ki her şey yüzünü görmeye koşar baharla. Saçlar salınır, arılar salınır kovanlardan. Estetik cerrahlar; neşteri kovanlardan. Dağlar; suyu kovanlardan nehre. Kışı kovanlardan; erik ağacı. Ve bahar gelince şehre; yeşil yanar trafik lambaları... Ya kızlar, ya bahar zambakları?
Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar
Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprakevlerin içindeki dişiliklere
Bir ağaç nefes nefese koşuyordu bir ormana yetişmek için. Bir bulut nefes nefese koşuyordu bir yağmura yetişmek için. Bir taş nefes nefese koşuyordu bir katile yetişmek için. Bir göz nefes nefese koşuyordu bir âmâya yetişmek için. Bir çiçek nefes nefese koşuyordu bir bahçeye yetişmek için. Sen dostum, sen duymadın, oysa fısıldanmıştı sana. Sen o gün doğacaktın; güneş ne gün doğacaksa. Nerede vakit kaybettin bilmem. Hangi yıldırımlar yolunu kesti, hangi mağaralara sokuldu gölgen. Atın kaçıp gitti mi yoksa dağlara söyle. Yoksa dağlara söyle, yeni bir at göndersin. Yoksa dağlara söyle emsin korkularını. Yoksa dağlara söyle, yankınla sedeflensin.
Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler
İlkçağ, ortaçağ değil ayçağ. Hilal büyüdü, dolunayçağ. Her şey eskidi, ay hâlâ yeni. Kılıç parlaklığı yakamoz değil mi? Savaşarak ve devirleri aşarak değil mi? Değil mi ki karaladılar karanlığı. Değil mi ki her gece çınarla söyleştiler. Otur ağla, tat sıradanlığı. Bak nasıl bilediler şairler kelimeleri. Yalnız yol katetmediler, kestiler taşı, demiri. Alevi kestiler; alev kül şimdi...
Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanını kolayladılar
Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile
Küle sahip olun ki ateşi hatırlayın. Ateşi hatırlayın ki her dolunayı, gümüş bir tepsi gibi külle parlatın!
*Ağaçlar, Cahit Zarifoğlu
MERDİVENŞİİR
MAYIS-HAZİRAN 2005
Sayı 3
A. Ali UralKayıt Tarihi : 26.2.2016 13:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!