Üstümü Ört... Şiiri - Arda İnal

Arda İnal
105

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Üstümü Ört...

ÜSTÜMÜ ÖRT

Etrafıma toplanmaya başlayan insanların şaşkınlık dolu bakışlarından anlamaya çalışıyorum olan biteni.
Asfalt soğuk, biliyorum, ama üşümüyorum.

Annemle babamın haberi yoktur daha, sıcacık evimizde uyuyorlardır bu saatte. Sabahın daha güneşle bütünleşmediği bu anların evimdeki aksini biliyorum. Hukuk okuduğum yıllardan kalma hüzünlü ama lezzetli bir tat bu. Şu an aldığımdan çok daha farklı bir tat... Şafak sökeli biraz olmuş, otobüs, lastiğinin tozu ve kaptanının uykulu gözleriyle girmiştir memleketimin il sınırlarına. Otobüsten hele bir inmeyegöreyim; en güçlü, en başarılı, mağrur ve onurlu öğrenci benimdir bana kalsa. Çünkü muhakkak fakültemle girdiğim çetin bir savaştan zafer dolu haberlerle gelmişimdir evime. Tatlı, şımarık ama biraz da haklı bir vakar ile yürürüm evimize doğru. Ev, sıcacıktır, buram buram uyku ve suskunluk kokmaktadır. Tüm evlatları bir inci kolyenin taneleri gibi bir yerlere dağılmış, karı koca bir başlarına kalmış olduklarından, pek de bozmamışlardır havasını evimin. Kapının zilini uzun uzun çalışımdan ben olduğumu anlar ve o heyecanla açar kapıyı annem. Gözleri şişmiştir, çünkü önceki gece beni beklemiştir merak ve hasret içinde. Özlem vardır gözlerinde; şefkat, vuslatın verdiği mutluluk ve ayrı kalmış olmanın hüznü... Zor şartlarda okuyor olmamın verdiği ağırlık bir de, ve daha neler neler...

İşte o tat geliyor şimdi hatırıma, umutlarla dolu bir çağın yaşanmayı bekleyen hatıraları... Şimdi, hepsi akıyor, başımdan ellerime doğru. Sıcak, ürkütücü, gözyaşı ve elem veriyor insana... Banaysa, hiçbir şey vermiyor yaşanmamış hatıralardan başka. Annemle babamın, haberi yoktur daha... Duysalar... Peki ya o duysa? Duymuşsa? ..

Ağlamak istedim bir an. Haykırarak, hıçkırarak ve çılgınlar gibi ağlamak... Ama olmuyor sanırım, yada oluyorsa bile ben bilmiyorum. Neyse, o duyduğunda burada olmak istemiyorum. Nasıl olacağını tahmin ediyorum işte, lanet olsun ki parçalanacağım onu öyle durmuş, gözyaşları içinde haykırırken seyrettiğimde... Üstüme kapanacak, küfredecek tanrısına, dinine, bana kızacak bırakıp gittiğim için, biliyorum. Ve içim acıyor işte bir tek bunun için, ama nafile... Bir ömür boyu o’nun içinde kapanmayacak bir yaranın her dem kopuk kalan mühresi olacağım. Belki bir ömür taşıyacak ak koynunda fotoğrafımızı... Yaşamaktan da zormuş bu...

“Nasıl olmuş? Bilen var mı? ”... “Ters yönden gelen arabanın teki çarpmış, çok hızlıymış, çocukcağız kaç metre uzağa fırlamış... kafasını şu direğe çarpmış diyorlar...” Rahatça ve yüksek sesle konuşuyorlardı, ben orada değilmişim gibi... Halbuki, tek bir noktayı da olsa, hâlâ görebiliyordum her nasılsa... Ve konuşulan her şeyi duyabiliyordum. Ağzımdaysa, kanımın metalimsi tuzlu tadı vardı. Belki de, bu duyuların hepsi birer tahayyülden ibaretti, bilemiyorum...

İlkokulda aynı sırayı paylaşırdık o’nunla. Öğretmenden aynı azarları yer, aynı hayalleri kurardık. Birbirimizin hatıra defterlerine yazmıştık, onu hatırlıyorum. Böyle tanışmıştık o’nunla biz. Aradan tam on yıl geçti. Üniversitelerimizi yıl kaybetmeksizin bitirdiğimizin hemen ertesi aylarında karşılaştık bir gün. Nerde, nasıl hiç önemi yok şimdi, ama tek anımsadığım şey vardı; tertemizdi o. Hiç kirlenmemiş ve insanoğlunun bozuk yüreklerinin ayak basmadığı bir limandı benim için, ebediyete demir atacağımı o an hiç bilmediğim... İlk karşılaşmamızdan birkaç ay geçti geçmedi, bir gece rüyamda gördüm onu; evlenme teklifi ediyordum. Güzel bir yemek, şık elbiseler... Rüyamdan bir gün sonra ona ansızın ulaşacağımı, çay içmeye ve ilk anılarımızı yad etmeye davet edeceğimi, onun bu teklifi kabul edeceğini, herşeyin hızla gelişeceğini ve bu kadar kısa sürede bir kadını bu kadar sevebileceğimi hiç tahmin edemezdim... Daha bir yıl önce hiçbir şeyimken, şimdi herşeyimdi... Aldığım en doğru karar, seçtiğim en doğru insan, attığım en güzel adım, çiğnediğim en güzel ilke idi o benim için... Sadeliğinin, masumiyetinin ve tertemizliğinin altında bir dünya yatıyordu içine sığabileceğim denli büyük... O, bunu bilmiyordu. Artık biliyor. İşte, işin acı veren tarafı da bu ya... O’nu, böyle bir durumda yalnız bırakmak... Evlenmemize, aynı çatının altında yemek yiyip geceleri başka evlere dağılmadan aynı odayı paylaşmamıza kaç ay kalmıştı ki şurada... Yaz gelince, memleketimi gündüzleri dev bir fırına dönüştürür gibi insanlarıyla büsbütün yakıp kavurup, akşamında da insan yüzleri arasında gezinen yeliyle bizi kendine bağlayacağı yaz günlerinde atılacaktı konfetiler üzerimizden. Onun en büyük hayali, evinin merdivenlerinden benimle ve gelinliğiyle inmekti. Şimdi, başkasıyla inmesi belki de yıllarını alacak, belki de hiç inmeyecek o merdivenlerden ak gelinliği içinde...Belki, ben de onun rüyasına girmeyi başarır ve beni unutup hayata geri dönmesini söyleyebilirim o’na bir gün... Kendi ağzımla ona başkalarının kollarında uyumasını söylemek zorunda kalacağım için, ruhumdan da kanlar akıyor şimdi sanki yere...

Öyle bir zamanda gelmişti ki, vazgeçmek mümkün olmadı. O, öyle berrak ve öyle masumdu ki, gözümü karartıp her türlü adımı atmıştım onun için ve onunlayken... Asla yapmam dediğim şeyleri yapmıştım, o da öyle... Biliyordum, son durağımı bulmuştum ve gayrı onsuz iflah olmazdım...

Herşey çok güzel giderken... olmamalıydı, yaşanmamalıydı bu. Yaşanacağını bilseydim, ne teklif eder ne de bu kadar bağlanırdım ona... Onu üzer, benden ayrılmasını sağlamaya çalışırdım belki... Umut vermez, büyük adımlar atmaz, ailemle tanıştırmaz, ailesiyle tanışmazdım. Şiirler düzmezdim ona, resmini çizmez, ellerine âşık olmaz, çehresini her insanda görmez, sesini her uyanışımda duyumsamazdım... Bilseydim öleceğimi, bu denli sevdirmezdim kendimi...

Ambulans sireni yaklaşıyor uzaklardan. İnsanların bir an için de olsa umutlandığını görüyorum. Başım yana düşmüş, koyu kırmızı kanım ellerimin etrafında birikmiş. Dokunmaya korkuyor insanlar beyaz ellerime, sağ elimdeki nişan yüzüğüme bakmak içlerini acıtıyor... Sevdiğim kadın geliyor usuma... Ve artık ağladığımı anlıyorum. Gençten bir kız “aaaa, ağlıyor...” diyor arkadaşına. Arkadaşı “saçmalama Ayşe, ölüler ağlar mı hiç? ” diyor ama kendisi de inanmış içten içe ağladığıma... Söyleyemiyor. Diğer seslere kulak veriyorum. “Pek de gençmiş zavallı... Ya ben bu çocuğu tanıyorum, avukat bu, off içim parçalandı bakamayacağım...” Diğer sesleri duyabilsem de, baktığım yöndekilerden başka insanları göremiyorum. Bakışlarımın yönü değişmiyor çünkü. Göz bebeklerimi oynatamıyorum. Her ne kadar kendi kanımı hissetmesem de, sağ elimde duran yüzüğe kan değsin istemiyorum. Ne önemi var onu da bilmiyorum, ama istemiyorum işte...

Bugüne dek, yani biraz önceye dek, ölüm gerçeğinin farkındaydım ve bir yandan da çok merak ediyordum. Ama bu kadar adaletsizce, bu kadar kahpece bulacağını bilsem beni, herşey çok farklı olurdu. Sevdiceğimi hiçbir şart altında incitmez, hatta onunla derhal nikah kıyar, ona dair söyleyemediğim tüm güzellikleri söyler, yapmak istediğim her şeyi yapardım onunla birlikte. Varımı yoğumu kullanarak hem de. Parayı, masrafları nasıl ödeyeceğimi düşünmeden borç harç bir şekilde edinir, sevdiğimle kurduğumuz hayalleri gerçekleştirirdim.
Onu en çok ölümümle inciteceğimi biliyorum.

“Nabzı atıyor mu? ..” Ambulans doktorunun bu sorusunu birinci hemşire başını iki yana sallayarak yanıtladı. Elimi tutmuştu, bıraktı. Yine kanların içine düştü elim. Tıp, nişan yüzüklerini önemsemiyordu demek ki. Umutları, hülyaları, geleceğe dair planları önemsemiyordu. Saydıklarımın hepsiydi işte o yüzük, yüzüğümüzü önemsememişlerdi... Sevdiğim, daha evlenmeden “canım karım” dediğim, o önemser biliyorum. Avcunun içine alır, bir daha asla bırakmamacasına sıkar yumruğunu. Sevdiğimi göstermek için arada bir hafifçe ısırdığım parmağına takılır ıslaklığı hiç bitmeyen gözleri, sessizce ağlaması durmaz sevdiceğimin, biliyorum...
Ekimozların ve kan kaybının büyüklüğü için muayeneye girişmeye dahi gerek duymadı doktor. Kalabalığı dağıtıyordu polis memurları.

Kardeşlerim, ekmeğe mama dediğim günlerden beridir herşeyi paylaştığım bir avuç dostum, sevdiklerim, sevenlerim, arkadaşlarım, hasımlarım, hiç kimse bilmiyor, kimseler bilmiyor öldüğümü. Annemle babamın da haberi yoktur daha, sıcacık evimizde uyuyorlardır bu saatte. Yağmurun bu gece toprakla sevişmesinin kokusu dolmuştur evimizin arka bahçesine. Ama, ne olursa olsun açmasınlar pencerelerini, kara haberi götürmesin ardıç kuşları aileme, sevdiğim kadına, dostlarıma...
Üstümü ört doktor, doğmamış oğlumla evlenmediğim karımın tahayyülleri içinde yalnız kalmak istiyorum şimdi, ne olur ört üstümü... Sevdiğimin ince parmaklı beyaz elleri dokunmasın cesedime. Beni böyle görsün istemiyorum...

17.06.2010

Arda İnal
Kayıt Tarihi : 22.12.2011 22:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Arda İnal