İnsanlar yitirmiş bir şeyler arıyor,
Düştüğü bu tuzaktan kurtulmak için;
Kendi kendine bin bir soru soruyor…
Boğazın derinliklerine dalabilmek için.
Günler ayları, aylar da yılları kovalıyor,
Adeta bir köşe kapmacası oynarcasına,
Yukarıdan aşağı; aşağıdan yukarı,
Dalmış gidiyor, istediğini bulmuşçasına.
İnsanlar bir şeyler arıyor,
Nefsi emmâreden kurtulmak için.
Yol yücelmiş, akın yapmak zor;
Bu engeli aşmak, bir mûcize diyor.
Ümit kalmamış, inançsa sıfır,
Dalıyor boğaza, gidiyor ama;
Yapışmış ensesine bırakmıyor kâfir…
Hakikatin altına o yalan da yakışır mı?
O gitti, bu gitti, sen de ha!
Kürek çekecek kalmadı, diyarı gurbette.
Sen hâlâ oyalan, bir ileri bir geri,
Yaptığın fiiliyat, bulacaktır elbette seni.
Yaratan ne güzel yaratmış şu cihanı,
Ama yaratık bilmez bu figanı.
Bana değmeyen yılan, bin yaşasın misali,
Kabuğunu çekerek sığınıyor hücresine.
Kendini toprağa adamış, kaplumbağa misali,
Başıboş gezip duruyor, yerin en ücrasına.
Vapurlar, motorlar şu boğaz sırtında,
Bir görebilse tarihin derinliklerini,
Düşünmüyor, bakmıyor, görmüyor;
Bir ne var, görse omuzlarında,
O zaman, şu dağların olduğunu anlar sırtında.
Amaç yok, ideal ise onun karesi,
Bu da insanların dindeki gerçek firesi.
Dünya bir yana, ahirette öte yana,
Bu ilgisizlik karşısında, hangi yürek dayana.
İnsanlar, başıboş naralar atıyor sokaklarda,
Uzanmış bilinçsizce yatıyor, kaldırımlarda.
Anlatmak değil, semtine bile varmıyor;
Bu ruhsuzluk karşısında, hiç mi hiç doymuyor.
Yılan misali zehirlenen çocuklar çocuklar!
Din, ahlâk yok; bunların hepsi yapmacıklar.
Bugünün küçüğü, yarının büyüğü demi!
Olmaz olsun böyle büyüklük adedi.
Kalitesiz, amaçsız büyük olmaktansa,
Taş olsun, böyle adice harcanmaktansa.
Hava burslu, boğaz dalga dalga deli,
Topluyor, etrafından kaçan sessizce yeli.
Çarpıyor kıyılara, bir mesaj vermek istiyor,
İnsanoğlu benden ibret alsın diyor.
Deniz öfkelenmiş, bıraksam mahvedecek,
Şu görünen arzı deryaya boğacak,
Yerde, semâda bir canlı koymayacak,
İşte benim elimden, gelen budur diyecek,
Ağaçlar bile çıkarmıyor örtüsünü yazın,
Senin bu ukalaca kimedir bilmem nazın.
Kışın mı dediniz, o zaman kimliğine bürünüyor,
İnsanlarsa fiiliyatlarından süründükçe sürünüyor.
Hiç insanla ağaç karşılaştırılır mı?
Aklın yeni mi geldi, başına senin?
Akılsız başın cezasını ayaklar çeker,
Seni de tarla diye denize eker…
Ağaç, akılsız olduğu halde Rabbini bırakmıyor,
Kirli kan pıhtılaştı, artık akmam diyor.
Kışın bizim insanlarımız, yaratanın emriyle değil,
Emrini soğuğa vermiş, bilmiyor başka meyil.
Robot olmuş, nereye gittiğini bilmiyor,
Frenleri patlamış, duracak yeri bilmiyor.
Sadece para, şöhret ve ötesi…
İnsanları, kendine etmiş kölesi.
Yaşamak için insanoğlu yemiyor,
Tıpkı hayvan gibi yemek için yaşıyor,
Bir gün, ben de ölüp, gideceğim demiyor,
Hâlâ yola gelmiyor, kene gibi emiyor.
Zaman her şeyin gerçek şahidi;
Hiç asrın meâlini okudun mu?
Orda Allah ne buyuruyor, diye sordun mu?
Rabbin için, hiç kendini yordun mu?
Sorular sorular ve düşünce dünyası…
İnsan oğlunun dünya için hep kurduğu hülyası.
Kan akıp gidiyor, gelmez yerine,
İğne pek mi; pek saplandı derine.
Batan yer tek; ama ağrı bütün vücûdun,
Bunun tek nedeni, Rabbine yapmadığın sücudun.
Tutamazsın sen, onu aktığı zaman,
Vermez dininden düşmana karşı aman.
Mesafe farkı yapma, bu fark kapanmaz,
Açıyı fazla açmaman gerekir;
Derecesi oldu mu, üç yüz altmış,
Sonra dost düşman görür,
Artık yakana mühür vurulmuş.
Zamanın neresinden dönersen kardır,
Geriye kalan sana gerçek yar mı desem yardır,
Olmadı şu bandı geri sardır,
Artık şu dünya senin başına dardır.
Yetişemezsin zaman aktı, tiren kalktı,
Seni, bu düşüncesiz kafan yaktı,
Daha dün alnın pek aktı.
Bu gün ne oldu, yoksa gözlerim mi kör oldu?
Şu asılsız çevrem, bana dar oldu.
Hayır! Boğazın mavisinden eksilen yok,
İşte vapurlar! Yerinde ilerleyen hiç yok.
Balıklar teknesi, sandallar işte duruyor yerinde,
Çok mu çok insan yatıyor, şu engebesiz derinde!
Ölümü sık sık hatırlayınız diyor,
On sekiz bin alemin sultanı,
Arkadaş bırak, bu aslı olmayan hülyanı!
Kur artık seni kurtaracak dünyanı.
Keşke çocuk kalsaydım, denize girmeseydim,
Büyümeseydim, düşünmeseydim;
Dünyayı oyuncaklarıma bindirseydim,
Güçlüklere karşı; hiç mi hiç direnmeseydim…
Yo arkadaş! Bunlar çocukluk şakası,
Yeter kestiğin artık, bırak şu makası.
Hâlâ kendini oyala dur, bir o; bir bu aşktasın,
Düşünce deryasında, yüzecek yaştasın.
Üsküdar! Yaşlanıyorsun bırak eyyamcı yaşamını,
Sana mı kalmış, bu moda bu sömürü düzeni?
Aklını başına al, bırak gece hayatını,
Artık kopar, küfrün zehirli dalını.
Kendi peteğinde, kendin yap balını,
Yemeğini kendin pişir, kendin ye,
Benim elimden gelen, işte budur de.
Ele güvenme zehir katar şişene,
Seni aradan çıkarınca, girerler gişene.
Rabbini çok düşün, senin ona çok ihtiyacın var,
Namaz kıl, oruç tut, gece gündüz Ona yalvar.
Kendini bu yolda; zor da olsa diret,
İşte o zaman, Allah sana verir basiret.
Güvercinler katar katar uçar,
Kanatlarını kaldırmış Rabbine açar,
Gittiği yerlere, Rabbinden mesajlar saçar.
Üsküdar! Duy, şâhit ol, zaman artık geç,
Zaman geçmesin, sorumsuz hayattan vazgeç.
Aralık /1989
İstanbul
Kayıt Tarihi : 14.9.2009 11:37:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

bizlere sundugun için
mükemmelin üzerinde yüreğinden kopan
bir parça okudum ister istemez okuyucusunu
hayaallere yöneltiyor kutlarım şair yüreğini
salim erben
Usta kalemi kutluyorum.
Kaleminiz daim olsun.
Saygılarımı sunuyorum, esenlik diliyorum.
TÜM YORUMLAR (6)