Unutulmayan Akşam Şiiri - Ulvi Koçu

Ulvi Koçu
183

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Unutulmayan Akşam

güzel düşlerle hiç olmayacak serüvenlere koşmak isterdim. iklim önemli değil, yalnızlığım değil. çayırın yeşilliklerine uzanıp, gökyüzünü süzerdim kollarımı iki yana açarak. o an tıpkı yer ile gök yer değiştirmiş olurdu. bilirsin küçükken, en sevdiğin, en heyecan duyduğun oyundu bu...

şimdi bunları bir ilkbahar gecesinde doğduğun yerlere komşu bir şehirde yazıyorsun. yurt koğuşlarının serinliğinde ranzanın yanındaki masada geçmişini arıyorsun. arasanda ne çıkar; be çocuk! kim bulmuş ki kaybedilmiş zamanları, sen arıyorsun?

her gece yatağına girdiğinde, sokak lambasının turuncu renginde bırakıverirsin yirmili yaşlarını. dolu dolu hayal ve özlemlerle yüreğini aralarsın. bilirim bir şansın olsa tüm bu yaşanılmış herşeyi bırakıp geri dönersin köyüne, çocukluğuna, tarlalarına... orda dedenin cebinden çıkardığı gün boyu ar ara verdiği bisküvilerle coşkulanırsın. hani utanıpta isteyemezdin ya, dilenci edasında elini uzatır, dedende iki iki bisküvileri avucuna koyardı.
sonra koşardın çayırlarda, tarlalarda. hep ilk seferini kaçırdığın mahsul toplamaya ikincisinden katılırdın. (onca istemene rağmen kalkamazın öyle erkenden) koyarlardı otları traktör römorklarına, sende diğerleri gibi otların üstüne çıkardın hiç korkmadan. o yükseklikten ve giden traktörden yaşıtlarına el sallardın. otun çöpünü ağzına alırdın. göz kırpardın dağlara. gün belkide senin günündü...

hani insan büyüdükçe geriye dair yaşanan şeyler günden güne silinmeye başlar. en çokta buna üzülürsün; be çocuk! yaşın ferman dinlemeden büyürken, kaybediyorsun anılarını. ısrarla hatırlamak istiyorsun herşeyi...
hatırlarmısın, yaz sıcağının ikindi vakti; sen, inan abin ve ziya dan oluşan küçük mahalle takımınız, aynı köyden kadir, barış ve ademlerin takımıyla, kadirlerin bahçede maç yapmıştınız terinizin son damlasına dek. akşam karanlığına kadar koşturdunuz ve yenmiştiniz üstelik.

(eviniz kalabalıktı; dedenler, amcanlar birlikte oturuyordunuz. karşılıklı eski ve yeni ev... eski evle bitişik tandır damı, süt damı, ahır, ahırdaki inekler, at; küçük kümeste tavuk, kaz, hindi, horoz; bir de amcanın kuşları, kadim köpeğiniz yeşil gözlü sarışın köpek 'boncuk', ara ara toprak evdeki fareleri yakalasın diye getirdiğiniz beyaz kedi. herşey ne de başkaydı, oysa şimdi o eski ev harabe halde)

küçük yüreğiniz, bedeninizle yorgunluğa bürünmüştü. önce kadirlerin çeşmede ağzınızı musluğa dayayarak kana kana su içmiştiniz. sonra arkadaşlarınızla vedalaşıp evin yolunu tutmuştunuz. yüzün kıpkırmızıydı, ne zaman top oynasan terli yanaklarının rengi nar'a benzerdi.
biliyorum çabuk anlat diyorsun içinden. çünkü o günü onca zamana rağmen hiç unutmuyorsun. oysa unuttuğun yığınla anı vardı geçmişin raflarında. geniş bahçeli evinizin dışarısına ampuller koymuştunuz o akşam. dışarının karanlığında güneş gibi aydınlatmıştı bahçeyi. tabureler, büyük masa; her zaman ki kalabalıkla birleşmiş düğün yerine dönmüştü sanki. bahçe demem kızma. aslında bahçeye 'hayat' derdiniz. sahiden de hayattı; ağaçları, çiçekleri, kangal ve kobuk bitkileri,kurulan salınca, yetiştirilen yeşil soğan, patates, domates, itina ile kurulmuş çardak hepsi belli başlı hayattı...
gözlerinin önüne gelmiştir kesin. nasılda yorulmuştun oysa, nasılda acıkmıştın. tandır damında babaannenin yönlendirmesiyle annen, yengelerin, halaların 'mafiş' pişiriyorlardı, severdin mafişi, yuvarlak yağlı hamuru. köy yerinde öyle bir tad yoktu o zamanlar. birde babaannenin süt damında yaptığı 'tuluk peynir'le ne giderdi ama. hesapsızca mafiş taşıyorlardı, dışarda sabırsızca bekleyen dedene, amcalarına. hepside öyle acıkmışlardı ki, tuluk peyniri içine sararak doyumsuzca yiyorlardı mafişleri. yanında bir de 'semaver çayı'. işte o an insan tüm kederini, özlemini, acısını bir kenara koyup akşamın sesine, ağaç ve çiçeklerin kokusuna, mafişin tadına dalıp gitmişti. ne şenlikti ama, gülüşmeler, şakalaşmalar...

koşarak hayattaki çeşmede elinizi, yüzünüzü, kafanızı yıkadınız. bir hışımla oturdunuz masaya. sırayla mafiş, tuluk peyniri ve semaver çayını götürdünüz mideye arkanıza bakmadan. sende epey bi yemiştin o zaman. oysa zayıf ve çelimsizdin, pek yemekte yemezdin o istisna akşam hariç. annende hep sana taşırdı mafişleri. ' keşke, bir de babam olsaydı' demiştin içinden. ama biliyordun; ne de olsa yakında dönecekti baban; gittiği o uzak ülkelerden...
hala o günün düşüyle uyuyorsun kimi geceler. unuttuğun onca hatıraya içlenirken, mafişle dolu o akşamı bu yazıyla, hiç bir zaman unutmazsın artık; daha da büyüyecek yaşına rağmen...

Ulvi Koçu
Kayıt Tarihi : 8.4.2009 16:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


'zamanların ve mekanların yenemediği çocukluk hatıralarına...' 7 Nisan 2009 23.11 Erzurum

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe

    İnsan çocukluğunda, ilk gençliğinde sanki bir hazinenin içinde yaşıyormuş da farkında değilmiş.

    Bu deneme bence çok başarılı , anımsattığı benzer anılar ile bir kez daha sarıp-sarmalattı içimizdeki çocuğu ...

    Kutluyorum sevgili Ulvi Koçu ...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Ulvi Koçu