Ahmet Mustafa Kulaber - Unutamadıklarım ...

Ahmet Mustafa Kulaber
173

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

UNUTAMADIKLARIM
(HATIRAM OLSUN)
İkinci Dünya Savaşı’nın kıvılcım beklediği bir bahar sabahında, iki dağ arasında kurulmuş, uzak mesafeler halinde adeta birbirlerinden rahatsız olurcasına serpili evlerin oluşturduğu bir dağ köyünde gözlerimi dünyaya açmışım. Ailemin altı çocuğundan beşincisi olarak…
Birinci Dünya Savaşı’nın macera sonrasının dünyada olduğu gibi ülkede ve köyümüzde yönetim boşluğunun karmaşıklığını yaşıyormuşuz o yıllarda. Kıtlık, asayişsizlik, düzensizlik tüm hızıyla hüküm sürmeye devam ediyormuş. Oysa Cumhuriyet yönetimi kurulalı on beş yıl olmuştu. Büyüklerimiz anlatırlardı; 1915-1923 yılları arasında eşkiyaların en güzel sığınak yeriymiş bu köy. Kol gezermiş eşkıyalar. Yol kesmeler, mesken baskınları sık sık rastlanan olaylarmış. Zengin ve yaşlı kadınların kafalarına kızgın sacayak geçirerek zorla altın ve para gasp edildiği uzun zaman yaşanmış bu köyde.
Kasabaya on beş km uzaktaki bu köyde devlet gücünün en az ulaştığı söylenir. Kuş konmaz kervan geçmez bu yörenin bir tek özelliği vardı: Temiz hava, tabiatın tüm nimetlerini saklama özelliği. 1950’ ye kadar motorlu taşıt girmemiştir. Bu tarihten sonra da on yıl süreyle kamyon girmiş, köylüler tomrukların üzerinde çarşı pazarına giderlerdi. Şoför mahallinde oturup yolculuk etmek bir bürokratik aşama idi. Eğitim imkanları da az da olsa 1950’den sonra sağlanmıştır. Tabiatın tüm zenginliklerini gönlünde saklayan köyün, eğitim imkanlarından hiç yararlanamadıkları yıllarda her Cuma ve bayram günleri cami avlusu herkes için hodri meydandı. Namazdan sonra herkes yiğitliklerini cami avlusunda gösterirlerdi. Silahlar patlar, bıçaklar çekilirdi.Ayrıca tokatlama olayları da sık rastlanan kahramanlıklardandı. Kabadayılıkların sergilendiği yer cami avlusu idi. Büyüklerin bu hareketlerinden biz çocuklar da etkilenirdik ki; bayram günleri etnik grupların çocukları için köy meydanları kapışma yeri idi. Bu özel gelenek haline gelmişti. Tabi ki çocukların bu kapışmaları sonradan büyüklere intikal ederdi. Her an heyecanlı ve korkulu sahnelere rastlamak mümkündü. Bu kavgalar acımasızcaydı çünkü. Üstün gelen grup kahramanlık zevkini duyardı.
Yalın ayak, başı kabak çocuklarla doluydu köy meydanı. Sarı benizli, şiş karınlı ve koca kafalı çocukların burunları sürekli sümüklüydü. Yani bakımsız, cılız çocuklarla dolu olan köy insanı eğitim olanaklarından yararlanmayı hiç düşünmezdi herhalde. Ya hayvanların peşinde veya tarlada ailesiyle birlikte çapa kazarlardı. Çok küçükleri de kadere terkedilmişçesine sokaklarda, tozda, dumanda burnunu çeke çeke oynarlardı. Daha üç yaşındaydım ki; kızıl, kızamık hastalıklarından emsallerimi kaybetmiştim. Ülkede büyük bir sıtma salgını da hüküm sürüyordu. Bataklıklar kurutulamamış, zehirli sivri sinekler çevreyi kasıp kavuruyordu. Ama bizim durumumuz diğerlerinden iyiydi.
Beyaz badanalı, tek katlı bir evimiz vardı. Fındık bahçelerimiz, koruluklar ve geniş arazilerimizin yanı sıra ay boynuzlu ineklerimiz, öküzlerimiz, yüzlerce koyun, kuzu, ayrıca her sabah gördüğümde içime ferahlık veren bir sürü tavuğumuz vardı. Evimiz adeta bir çiftliği andırıyordu. Arı gibi çalışkan bir anam vardı. Hepsinin üstesinden geliyordu. İşçilerimiz ve çobanımız vardı. İşler yürüyüp gidiyordu. Ablam da annemin en yakın arkadaşı idi. Babam küçük bir devlet memuruydu. Ne sigortası vardı, ne de emekli sandığı güvencesi. Sağlık ve tedavi giderlerinden herkes kendi sorumlu idi.

Tamamını Oku