Unilever’in sloganı “her yerde, insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak”. Bu çokuluslu şirketin kesinlikle devasa ve giderek artan bir küresel yayılma alanı var. Unilever, her gün 150 milyon insanın “ailelerini beslemek ve evlerini temizlemek için” kendi markalarını seçtiğini gururla ilan eder. Şirket, dünyanın en tepedeki paketlenmiş tüketici malı üreticilerinden biridir ve deodorantlar, güzel kokular, sabun, margarin, çay, donmuş gıda gibi sayısız ürünü dünya çapında satar. Unilever, 150’den fazla ülkede satış yapar ve yıllık yaklaşık 46 milyar dolarlık satış geliri elde eder. En az 90 ülkede yan kuruluşları olan Unilever’in 295 bin çalışanı bulunmaktadır (2000 yılı rakamları) . Unilever, dünyanın en tepedeki 3 yiyecek şirketinden biridir - Nestle ve Kraft’tan sonra - ve dünyanın ikinci en büyük paketlenmiş tüketici malı şirketidir - Procter & Gamble’ın ardından.
Unilever’in devasa büyüklüğü ve dünya çapındaki varlığına rağmen, şirketin gerçek ismini saklaması, önemini gizler. Unilever perakende satışlarını kendi adı altında gerçekleştirmez. Çeşitlilik illüzyonu yaratan marka isimlerini tercih eder. Magnum, Omo, Lux, Calvin Klein kokuları, Dove, Knorr, Ben&Jerry’s, Lipton, Slim-Fast, Iglo, Unox, Becel ve Lever 2000 gibi marka isimlerini kim bilmez ki? Bunların hepsi “Unilever’in marka isimleri donanması”nın birer parçasıdır. Unilever, marka isimlerinin fark edilmeksizin geçip gitmediğinden emin olmak için pazarlama ve reklama devasa boyutlarda para harcar. Şirket muhtemelen dünyanın bir numaralı reklam vericisidir (Advertising Age, şirketin 1999 küresel medya harcamalarının, 3.1 milyar doları A.B.D. dışında olmak üzere, 3.7 milyar dolar olduğunu tahmin etmektedir. Bu, Unilever’i dünyanın bir numaralı reklam vericisi yapmaktadır) .
Şirketin tarihi
Unilever, 1930’da Hollandalı margarin şirketi Margarine Unie’nin İngiliz sabun üreticisi Lever Brothers ile birleşmesiyle kuruldu. Her iki şirket de aynı hammaddeler için (örneğin yağ tohumu) rekabet ediyordu, ikisi de büyük-ölçekli ev ürünü pazarlamasıyla uğraşıyordu ve ikisi de benzer dağıtım kanallarını kullanıyordu. 40’tan fazla ülkede iş yapıyorlardı. Margarine Unie 1920lerde diğer margarin şirketleriyle birleşerek büyüdü. Lever Brothers 1885’te William Hesketh Lever tarafından kuruldu. Lever, tüm dünyada sabun fabrikaları kurdu ve birçok ülkede plantasyonlar oluşturdu. 1917’de Lever balık, dondurma ve konserve yiyecek işletmeleri alarak, ürünlerini yiyeceklerle çeşitlendirdi.
Unilever’de bir faaliyet diğerini izledi. Margarin ve sabunda kullanılan yağ tohumları beraberlerinde “sığır küspesi” denilen bir yan ürün sağladı. Bu, hayvan yemlerine yönelmelerine yol açtı. Yağı, margarin ve sabunda kullanmak için işlemek başka yan ürünler de sağladı. Gliserin ve yağ asitleri, Unilever’i 1986’da 2 milyar dolarlık bir iş olan kimyasallara yöneltti (1997’de Unilever kimyasal uzmanlık işini 8 milyar dolar karşılığında Imperial Chemical Industries (ICI) ’e sattı.) Kuşkusuz bu milyonlarca tüketim ürününün paketlenmesi de gerekiyordu. Bu ihtiyaç 6 Avrupa ülkesinde 24 paketleme fabrikasının açılmasıyla karşılandı. Tüketim mallarının aynı zamanda dağıtılması da gerekiyordu. Bu da Unilever’i İngiltere’deki en büyük kamyonculardan biri haline getirdi - ve 40 yıl boyunca, 1985’te satılana kadar, Unilever’in sahibi olduğu Palm-Line Batı Afrika’daki en büyük gemicilik şirketlerinden biri oldu.
Son Strateji
Eylül 1999’da Unilever daha hızlı büyümek için daha az sayıda ve daha güçlü markalar üzerinde odaklanma eğilimini duyurdu. Şirket markalarını 1600’den 400’e indiriyor. (Danışmanlık şirketi PricewaterhouseCoopers Unilever tarafından şirketin 70 yiyecek markasından 10’unu satmak için tutuldu) .
Unilever, Tüketiciliğe Özendiriyor
Unilever dünya çapında tüketici ürünlerini pazarlamak ve ticarileştirmek için oldukça fazla enerji ve para harcamaktadır (sörf tahtalarından Chevroletlere Lipton Logo’su olan her şeyi sağlayan “Dünyayı Sarıya Boyayın” - Lipton pazarlama kampanyası, Unilever’e göre muazzam bir başarıydı. Tüketiciler arasında daha büyük bir Lipton Logo farkındalığı yarattı.) Kuzey tüketici pazarı doymuş olduğundan (dolayısıyla pazar paylarının genişletilmesi için pek yer olmadığından) Unilever yiyeceğin işlenmesini maksimize etmeyi amaçlar. Bu, ürünlerin “geliştirilmesi”ne çalışmak ve daha sonra bu ürünler için daha fazla ücret talep etmek anlamına gelir. Unilever ürünü aslında çok az değiştirir (örneğin çilekli diş macunu) ya da sadece aynı ürünü satmak için sadece görsel dilini değiştirir. Doğal olarak bu işlem, yoğun reklam içerir. Birçok “geliştirilmiş” ürün temelde yararsızdır ve onlara yönelik talep yoktur (talep çokuluslu şirketler tarafından üretilmektedir) . Kısaca Unilever, insanlar kendilerine “aldığımız ürünlere gerçekten ihtiyaç var mı? ” sorusunu soramadan, pazara mümkün olduğunca fazla ürün getirmeye çabalar.
Güney’de, insanların büyük bölümü hala her gün açlık çektiği için, bu ülkelerde büyümeye daha fazla yer vardır. Eğer fakirlerin gelirleri artarsa, yiyecek ürünlerine harcayacakları parada büyük bir değişiklik olur. Unilever bunu sömürmek için emsalsiz bir pozisyona sahiptir. Şirket bu amaçla Güney’deki pazar payını büyüttü. Buna ek olarak, yoğun reklam ve yeni ürünlerin sunumuyla Orta ve Doğu Avrupa’daki pazar payını da büyüttü.
Dünyayı daha fazla (yararsız) ürünle boğmak, oldukça ahlaksız bir satış stratejisidir. Sadece bunun beraberinde getirdiği ekolojik bedelleri düşünün (ürünlerin işlenmesi, paketleme, atık işleme, ulaşım, vb.nin hepsinin ciddi ekolojik bedelleri var) . Eğer Güney’deki insanlar, Kuzey’deki insanlar kadar ürün ve hizmet tüketmeye başlarlarsa, doğa kesinlikle hayatta kalamayacak. “Doğal” sorunların tek gerçek ve sürdürülebilir çözümü daha az üretim ve daha az tüketimdir. Unilever ve diğer çokuluslu şirketler aksi yönde giden akımdan sorumlu baş aktörlerdir!
Bunun yanı sıra yoğun reklamcılık; yetersizlik hissi, akıl karışıklığı, ruh hastalıkları gibi psikolojik etkiler üretir.
Pazar Hakimiyeti
Çokuluslu şirketler açik bir şekilde muazzam bir pazar gücüne sahiptirler. Hangi ürünlerin imal edilecegine, hangi tahillarin yetiştirilecegine karar verebilirler ve hepsinin ötesinde, fiyatlari belirleyebilirler. Yerel işletmeler ve işler bu yolda yok edilir. Mesela çayi örnek alalim. Unilever dünyadaki en büyük çay şirketidir. Kenya, Tanzanya ve Hindistan’da 18,000 hektar plantasyona sahiptir. Lipton’a ve Brooke Bonds’a sahip olmasi dolayisiyla pazarin % 20’sini kontrol eder (büyük olasilikla 1999’a ait bu rakamlari degişmiştir) . Bunun sonucu olarak, çay fiyatlari üzerinde büyük bir güce sahiptir. 80’lerin ortalarinda, Hindistan’da çay fiyatlari arttigi zaman, Unilever ve diger şirketler Hindistan çayini geçici olarak boykot ederek, fiyatlari aşagiya çektiler. Hindistan hükümeti asgari bir ihracat fiyati koymayi denediginde, çokuluslu şirketler ortaklaşa pazardan çekilerek, hükümeti geri adim atmaya ve fiyatlari oldukça düşürmeye zorladilar.
Tarım Üzerinde Şirket Kontrolü - Hollanda vakası
Mal sağlayan 2 ya da 3 şirket tarım alanında neredeyse tüm sektörleri kontrol ediyorlar. Örneğin Friesland Coberco ve Campina Melkunie’nin hakim oldukları süt ürünleri sektörü ve Numico ve Dumeco tarafından kontrol edilen domuz sektörü. Domuz sektöründeki şirketler çiftçilere hayvan sağlar, hayvan yemini temin eder, ve sonunda domuzları keser ve işlerler. Bu süre zarfında çiftçiler geçici olarak domuzlara bakarlar. Ekim dikim sektörü de aynı şekilde yapılanmıştır. Patatesler, karnabaharlar, soğanlar, havuçlar: iki ya da en çok üç şirket tohumları temin eder ve tahılları perakendeciye getirir. İki büyük süper market zinciri - Ahold ve Laurus - perakende işini kontrol ediyor. Ve piramidin tepesinde, yine Unilever yer alıyor.
Procter&Gamble ve Unilever sınır anlaşması
Büyük şirketler bir yandan zorlu rekabet imaji yaratirlarken, diger yandan da pazarlari kendi aralarinda bölüşmek için işbirligi yaparlar. Unilever ve Procter&Gamble (P&G) geçen yil (6 Eylül 2001) rekabetçi iş bilgisinin açiga çikarilmasiyla ilgili konulari karara baglamak için bir anlaşma yaptilar. Anlaşmanin şartlari açiga çikarilmadi (çok şaşirtici!) . P&G başkani John E. Pepper 'Anlaşmanin hem P&G’nin hem de Unilever’in iş çikarlarini koruduguna inaniyoruz' dedi ve ekledi 'Bu anlaşma piyasadaki adil ve etkin rekabeti engellemeyecek'.
Afrika
Unilever’in firmaları denizaşırı topraklara temelde iki nedenle girdiler: “ürünlerini her yerde satmak ve hammadde kaynaklarını güvence altına almak”. Bununla birlikte, bir yerde bir birim kurulduğunda, her çeşit işle ilgilenme eğiliminde oldu. Bunun önemli bir örneği, William Hesketh Lever’in 1910’da Nijerya’da faaliyet gösteren bir Liverpool ticaret şirketini satın aldığında inşa etmeye başladığı efsanevi United Africa Company (UAC) idi. Bunu izleyen 19 yıl boyunca, Batı Afrika’da ticaret şirketleri birer birer Lever Brothers’ın eline düşmeye başladı. Bu, Lever tarafından kontrol edilen Nijeryalı şirketlerin, Afrikalı ve doğulu ticaret şirketleriyle birleşmesiyle sona erdi. Lever’in yeni yan kuruluşu United Africa Company’nin kurulması Londra’daki Savoy Oteli’nden bildirildi. UAC, çoğu İngiliz kökenli, hatta biri 300 sene önce köle ticareti yapan bir düzineden fazla ticaret şirketiyle faaliyet yürüttü. UAC toptancılık, perakende satış, ithalat, ihracat, imalat, bankacılık yapan bir ticari kuruluştu. Şirketin temel rolü Afrikalı çiftçilerin tahıllarını ihraç etmek ve Avrupa’da imal edilmiş ürünleri ithal etmekti. UAC oluşturulduğunda, Batı Afrika’daki 4 İngiliz kolonisinin- Nijerya, Gana, Gambiya ve Sierra Leone - yerfıstıklarının %60’ının, kakaolarının % 50’sinin ithalatını kontrol etti. Buna ilaveten, UAC Belçika Kongosu, Kamerun ve Fildişi Sahili dahil olmak üzere, diğer Afrika ülkelerinde de yoğun faaliyetler yürüttü. Afrika kıtasında toplam 1000 yere sahip oldu. Unilever’in UAC’si 1929’dan 1949’a kadar Afrika kıtasında faaliyet yürüten en büyük ve en önemli şirketti. Bunun Unilever’e katkısı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü. II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllar boyunca, UAC Unilever’in toplam iş hacminin beşte birini ve plantasyonlara katkısı da hesaba dahil edilirse, kâr toplamının üçte biriyle yarısı arasında bir miktarı oluşturdu.
II. Dünya Savaşi’ndan sonraki yillarda, bagimsizlik hareketleri Belçika’yi, Ingiltere’yi, Fransa’yi ve Portekiz’i Afrika’dan atti ama Unilever’i atamadi. Afrika’daki ulusal bilinç geliştikçe, şirkete yönelik eleştiriler hem UAC’nin Afrika’nin iç ekonomisi üzerindeki hakimiyeti hem de kâr oranlari ve bu kârlarin şirketin deniz aşiri ebeveyni Unilever’e havale edilmesi üzerinde yogunlaşti. Yavaş yavaş, Afrika’nin hükümeti ve ticari siniflari UAC’den daha büyük hisseler almaya başladilar. Unilever şirketlerinin bir düzineden fazla ülkede ulusallaşmaya başladigini fark etti. Unilever’in rolü degişti. Artik Bati Afrika tahillarinin pazarlamasini kontrol etmiyordu. Şirket, en büyük yan kuruluşu olan Nijerya’daki United Africa Company’deki büyük bir payi da dahil olmak üzere, imalat birimlerini hükümetlere satmaya zorlandi. 1973’te Unilever bu degişen politik koşullara ayak uydurabilmek için United Africa Company’nin adini UAC International [Uluslararasi UAC] olarak degiştirdi. Eger imkani olsaydi, Unilever denizaşiri yan kuruluşlarinin %100’üne sahip olurdu. Fakat şirket, uluslararasi sulardaki sezonluk bir denizci olarak, degişim rüzgarlarini nerede ve nasil arkasina alacagini biliyor.
Sonuç olarak, UAC, şu an birçok Afrika ülkesinin boguştugu gelişmekte olan mal-temelli ihracat ekonomilerinde önemli bir rol oynadi ve Unilever, hangi ismi kullanirsa kullansin, pazarlari kendi çikarlari dogrultusunda yönetmeye ve şekillendirmeye devam ediyor (Unilever ve UAC hakkindaki makalenin tamami için: Multinational Monitor, 9. sayi, 1998) .
Orta ve Doğu Avrupa
Unilever ve Procter & Gamble, Orta ve Doğu Avrupa’daki komünist rejimlerin çöküşünden ve bunun sonucunda ekonomilerinin dışa açılmasından kâr sağlayan batılı şirketlerdir. Yiyecek şirketleri Avrupa’daki oyun alanından istifade ettiler. Orta ve Doğu Avrupa’nın kişisel bakım ürünleri pazarını kendi aralarında bölüştüler ve bu süreçte ulusal şirketlerin kapanmasına neden oldular. Orta ve Doğu Avrupa, çok uluslu şirketlere çok büyük miktarda, az ücretle çalışan kalifiye işçi ve 150 milyon civarında tüketici sağladı. ERT Genel Sekreteri Richardson bunu şöyle yorumladı: “Bu kapımızın önünde yeni bir Güneydoğu Asya bulmak gibi oldu.' Çokuluslu şirketler Doğu ve Orta Avrupa’yı AB’ye dahil etmeye ve Avrupa Birliği’nin büyümesinin gerçekleşmesine can atıyorlar. Bunu hem Doğu Avrupa hem de Orta Avrupa için bir kazanım olarak görüyorlar. Buna karşın, yabancı yatırımlara bağlı olma durumu Doğu ve Orta Avrupa toplumlarında, istihdam ve çevre konularında olumsuz etkilere yol açtı.
Örneğin Macaristan’da çok uluslu şirketler GSMH’nin %30’unu oluşturur. Bölgedeki yerel şirketler, alanın büyüklüğünden, ucuz sermaye erişiminden, daha üstün teknolojiden ve muazzam reklam bütçelerinden istifade eden büyük şirketlerle rekabet etmek için mücadele ederler - ki bunların çoğu başarısızlıkla sonuçlanır. Bu çokuluslular daha az masrafla daha fazla miktarda üretim yapabilirler. Daha az çalışan onlara açık bir avantaj sağlarken, artış gösteren bir işsizlik mirası yaratır. 1992’de, Macaristan ekonomisinin çimento, cam, ekmek, bitkisel yağ, şekerleme, kâğıt gibi sektörleri, çokuluslu şirketlerin eline geçmişti. 1991’de en büyük 10 özelleştirmeden 9’u Batılı çokuluslu şirketlere gitti. Özelleştirme gelirlerinin %95’i yabancı yatırımcılardan geldi. Electrolux, Unilever ve General Electric gibi çokuluslular çekici devlet işletmelerini ele geçirdiler.
Kimyasal tarım, genetik müdahaleli besinler
Şirketler yiyecek üretim ve dagitim sisteminin neredeyse her basamagini kontrol ederler. Bu, ekolojik açidan sürdürülemez uygulamalari beraberinde getirir. Örnegin, tüm dünya çapinda gerçekleştirilen böcek öldürücü satişlarinin %90’ini sadece 20 kimya şirketi gerçekleştirir. Bu tarimsal kimyasallar her sene on binlerce ölüme ve en az 1 milyon tarim işçisinin zehirlenmesine neden olurlar. Phillip Morris, United Fruit, Pepsico, Cargill, Unilever ve Nestle gibi küresel devler uluslararasi tarimsal üretimin ve ticaretin büyük bir bölümünü yönetirler. Aslinda, çokuluslu şirketler, tüm dünyada muz, tütün, pamuk gibi ihracat ürünleri için işlenen topragin % 80’ine hükmederler. Benzeri tarimsal-ihracat “geliştirme” modelleri çiftçilerin yerel tüketim için ürün yetiştirmelerinin yerini alir, onlari hayatta kalabilmek için dogayi sömürmek zorunda kalacaklari durumlara sürükler.
Unilever “dünyanın en büyük tarımsal hammadde (çay, sebze, bitkisel yağ gibi) kullanıcılarından biri” olduğunu iddia etmektedir. Bu, küresel tarımın şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir. Unilever farklı alternatiflere açık olduğunu iddia etmektedir (“bütün tarımsal sistemlerin önerecek bir şeyleri vardır ve biz farklı koşullar altında neyin en iyi şekilde çalıştığını bulmak istiyoruz”) : fakat şirket hangi sistemin en iyi şekilde işlediğine karar verecek olanın piyasa mekanizmaları olduğuna inanmaktadır. “Piyasa mekanizmalarının, kaynak zinciri boyunca performans gelişimini ve verimi teşvik ettiğine ve tüketicilerin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamak için kalite standartlarını arttırdığına inanıyoruz.”
Unilever Sürdürülebilir Tarım Yönetim Grubu Başkanı Jeroen Bordewijk “Eninde sonunda, piyasanın sürdürülebilir gelişim için çalışmasını ve tamamen sürdürülebilir tarımsal sistemleri cesaretlendirmesini istiyoruz” demektedir. Sizce Unilever sürdürülebilir tarımı neden bu kadar önemli görmektedir? Şirketin iddialarına göre: “Çünkü, bizim hissedarlarımıza ve tüketicilerimize karşı açık bir yükümlülüğümüz var. Doğal hammadde kaynaklarına erişimi sürdürmek zorundayız.”
Unilever, sürdürülebilir tarım üzerine olan yayınında “Yeşil Devrim”in nimetlerini özetler. Yeşil devrimin başarısının bedelleri olduğunu kısaca belirtir (Unilever büyük olasılıkla bunun ayrıntılarına girmeyelim diye düşünmüştür) : fakat bunları önemsemez (bu bedeller tarım tarihinde yeni değildirler) . “Birçok önde gelen uzman ve enstitü, yeşil devrimi karakterize eden yüksek-girdi yönteminin tarafını tutarak tartışmaktadırlar.” Tabii ki küçük-ölçekli tarımın daha üretken ve sürdürülebilir olduğunu iddia eden birçok kişiden bahsetmezler. Büyük-ölçekli, endüstriyelleşmiş, yüksek-girdili tarım, tarımın şirketler tarafından daha fazla kontrol edilmesi projesine güzelce uymaktadır.
Shell, Monsanto, Mitsubishi ve Sandoz gibi kimya devleri, yeni potansiyel doğa sorunları sunan ve geçime yönelik tarıma zarar veren tarımsal biyoteknoloji endüstrisinin büyük bir kısmını olduğu gibi, patentler vasıtasıyla şu anda dünyanın genetik envanterinin birçoğunu da kontrol ediyorlar. Unilever, doku kültürü yoluyla genetik açıdan tek tip palmiye ağaçları yaratmayı denedi. Şirket palmiye yağı faaliyetlerini arttırmak istedi (palmiye ağaçları tohumlarındaki yağ için yetiştirilirler. Tohumlar abur cubur yiyecekler ve endüstriyel yağlayıcılarda kullanılırlar) . Fakat ağaçların boyutları endüstriyelleştirilmek için fazla çeşitlilik içindeydi. Unilever, genetik açıdan tek tip palmiye plantasyonları yarattı. Küçük çiftçilerin tüm hisselerini satın aldı, tropik yağmur ormanlarını kesti ve bu süreçte oraların yerli halklarını yerlerinden etti. Bunun yanı sıra, palmiye yağı işleyen fabrikalar ölümcül su kirliliğine yol açtılar.
Unilever yiyeceklerinde genetik müdahaleye uğramış organizmalar kullanmaya çok erken bir aşamada başladı. ve genetik müdahaleye uğramış yiyeceklerin reklamında başat bir rol oynadı (İngiltere’de “Bachelors Beanfeast”i piyasaya çıkardı. Bu genetik müdahaleye uğramış maddeler içeren ilk yiyecek ürünlerinden biriydi) . Genetik müdahaleye uğramış organizmaların yiyeceklerde kullanılmasının kısa bir tanıtımını yaptıktan sonra, Unilever geri dönüş olmadığını iddia edebilecekti. Genetik müdahaleye uğramış organizmaları, genetik müdahaleye uğramamış organizmalardan ayırt etmek mümkün olmayacaktı. Genetik Mühendisliği Ağı’ndan Zoe Elford (1998) şöyle demektedir: “Unilever genetik müdahaleli yiyecekleri tüketicilerin gırtlağından aşağı itiyor. Şirket birçok insanın genetik müdahaleli yiyecek fikrini hazmedemeyeceğini biliyor. Unilever tüketicilerin markalara bağlılığını kasten suiistimal ediyor.” Buna karşın, direniş arttıkça, Unilever mucizevi bir biçimde(! ?) genetik müdahaleye uğramamış yiyecekler üretebilmeye başladı. Şirket, genetik mühendisliği konusunda ülkeden ülkeye değişen bir tutum sergiliyor (stratejilerini yerel pazarlardaki genetik mühendisliği duyarlılığına adapte ediyor) . Unilever “genetik müdahaleye uğramış yiyecek maddelerinin çok zor kullanıldığı” Avrupa’da yeni bir sisteme geçiş yapacağını açıkladı. Bu beyanat çok belirsizdir ve genetik müdahaleli yiyeceklerin kullanımı için alan bırakmaktadır.
Doğa tahribatı
Unilever’in yan kuruluşlari tarafindan gerçekleştirilen çeşitli doga tahribatlarinin vahametini göz ardi etmek istemeyiz; fakat şirketin “dogal” suç kaydinda en üst sirayi tüketimin pompalanmasina (ve paketleme malzemelerinin aşiri kullanimi, ürünlerin dünya çapinda ulaşimi, vb.) vermek gerekir. Unilever gibi çokuluslu şirketler tarafindan şiddetle pompalanan tüketiciligin yikici ekolojik boyutlarini göz önüne alirsak, şirketlerin “çevreyi koruma” çabalari sadece pisliklerini örtme faaliyetleri olarak görülebilirler.
Yoksulluğu “ortadan kaldırmak” için tüketiciliği kullanmak (! ?)
Bazı insanlar bunu fakir insanların sefaletten çıkışlarının tek yolu ve iyi bir şey olarak algılıyorlar. Birleşmiş Milletler küresel şirketlere dünyadaki fakirlerin tüketici potansiyellerini fark etmeleri için uyarıda bulunan bir mesaj gönderdi. The Financial Times (30 Nisan 2001) Unilever’in çoktan inisiyatif alan, bazı ürünlerini Hindistan’daki fakir insanlar için erişilebilir ve karşılanabilir hale getirecek şekilde yeniden formüle eden birkaç şirketten biri olduğunu yazdı. Örneğin deterjan (mesela Omo) ve şampuan artık küçük paketler halinde Hindistan’da yarım rupeeye satılıyor (bu da aşırı paketlemenin bir örneği!) . Dünya üzerindeki herkesi “tüketicileştirme” çabaları sürüyor.
Zulmeden rejimlerle işbirligi
Margarine Unie Nazi Almanya’sına önemli çıkarlar sağladı. Adolf Hitler, zaferinden sonra tropikal kolonilerin ve işletmelerin yönetimini Hollandalılar’a bırakmaya karar vermişti. Adolf Hitler’in Hollandalılar’a bu saygıyı duymasının nedeni tek bir şirketin inanılmaz verimiydi...
Unilever Yönetim Kurulu Başkani FitzGerald, şirketin faaliyet yürüttügü 90 ülkeden bazilarinda yerel yönetimlerin iş anlaşmalarini tatliya baglamak için bazi “kolaylaştirici ödemeler”i kabul ettiklerini itiraf etti.
Kayıt Tarihi : 16.6.2008 14:58:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Önemli Not :
İşbu yazının kaynağı ''www.hayvanozgurlugu.com'' isimli sitenin forum sayfalarındadır.
Söz konusu yazının altında yazarlarını ve kaynaklarını belirtmiş olmama rağmen ya sistem, ya da sayfa editörleri tarafından belirttiğim kaynaklar silinmiştir... / Suçlunun(!) hangisi olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.../ Bu boktan durumun neden olduğundan ve de nereden kaynaklandığından da...
Velhasıl-ı kelâm, durup dururken adımızı hırsıza çıkaracak olması ihtimalinden dahi korktuğum bu durumu ''Yetkili Şair'' olmadığım için düzeltme şansımın da olmamasından dolayı (maalesef) bu yorum kutusu altından yapıyorum...
Yapıyorum; çünki yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi adına bu uyarıyı yapmak durumundaydım... //
İzanınıza...
Dostlukla...
Dip Not : Söz konusu yazılara ve tüm kaynaklara yukarıda verdiğim linkten ulaşılabilir.../
B E R Z A N
*
TÜM YORUMLAR (1)