Otobüsle Beyazıt'a doğru gidiyordum. Bayrampaşa durağına geldiğimizde, elinde kafes olan bir bayan gelip yanıma oturdu. Kafesin içinde, pamuk tarlası gibi bembeyaz bir kedi vardı. ''Pamuk, sen ne tatlısın öyle'' diyerek sevmeye başladım. Açıkçası ona olan ilgimden pek hoşnut olmadı; huysuzlanmıştı. Ayakları sargılar içindeydi. Sahibi:
-Korktuğu için huysuzlandı.
-Anladım. Ayakları yara mı oldu?
-Hayır. Kızım okuldan eve dönerken görmüş bu kediyi. Eve getirdiğinde ayakları yanıklar içindeydi. Çocuklar ateşin üstüne atmışlar. Çok kötüydü durumu. Bir aydır veterinere getirip götürüyorum.
-Bu ne vicdansızlık, ne istedilerse küçücük hayvandan.
-Acımasızlık işte!
. Bitip tükenmek bilmeyen insan vahşetinden dolayı, biran bütün insanlardan iliklerime kadar nefret edesim geldi. Yanımda oturan güzel insana baktım; işte ben bu insanların var olduğunu, var olacağını bildiğim için insanları çok seviyordum; sevmeye devam edecektim. Pamuğa baktım: Gözleri hâlâ o korku ve acıyla doluydu. Yabancı bakışlardan hemen ürperiyordu. Sanırım bir daha sahibinden başka kimseye güvenmeyecekti. Bayana dönüp:
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta