Umut Dünyası (hikaye)

Seyit Burhaneddin Kekeç
1566

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Umut Dünyası (hikaye)

-Baba bana ne zaman bisiklet alacaksın. Bak ne güzel karne getirdim. Güzel karne getiren arkadaşlarımın babaları çocuklarına ne güzel hediyeler alıyorlar ama sen bana hiçbir zaman bir şey almıyorsun.

Tuncay oğlunun elinden tutup yakındaki bir parka gidip boş olan banklardan birine oturdular. Tuncay mahcup bir şekilde oğlunun gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

-Biliyorum oğlum, bunun için de senden özür diliyorum. Bak çok güzel notların var. O halde benim durumumu anlayacak durumdasın. Daha evimizin ihtiyaçlarını dahi tam olarak karşılayamazken sana altından kalkamayacağım bir sözü vermemi nasıl beklersin? Sana yalan söylememi istiyorsan sana yarın alacağım derim ama bil ki yarında o bisikleti alacak param olmayacak. İnşallah sen okuyacak büyük bir adam olacaksın. O zaman bisiklet ne ki kendine araba bile alacaksın. Hem belki o arabayla bizleri de gezdirirsin değil mi?

Çocuk hayal kırıklığı içerisinde, “Tabii ki gezdiririm ama neden senin hiç paran olmuyor baba? Bende bunu anlayamıyorum” dedi.

Tuncay olduğu yere çökerek oğlu Mahmut’un gözlerinin içine bakarak,

-Bak oğlum ben sana neden hep oku diyorum anlatayım. Bir zamanlar bende çocuktum hem de çok yaramaz bir çocuktum. Babam çiftçilik yaparak ailesine bakmaya çalışan bir adamdı. Kendisi okuyamadığı için bana ‘oğlum sen oku ben sırtımdaki göyneğimi satarım sana kitap parası yaparım. Ama sen yeter ki oku. Sen benim hayallerim, umudum yarınımsın. Ben bugünlerimi o çocukluk yıllarımda kaybettim bari sen benim yarınlarım ol’ derdi.

-Ama onun ne demek istediğini ancak yıllar sonra anlayacaktım. Çocukluk yıllarımda hep top peşinde koşarak, arkadaşlarımla kuş avlayarak yaz aylarında da babama yardım ederek geçirdim.

-Babam okumam için bazen kitap alır ama ben babamın yanında şöyle bir yüzünden bakardım. Babam yanımdan ayrılınca da kitabı atardım bir köşeye. Babam bir defasında okuduğum kitapla ilgili bir şey sordu bilemedim. O zaman okumadığımı anlamıştı. Zaten bir daha da kitap almadı.

-İlkokuldan sonra yine de beni ortaokula yazdırdı. Köy yerinde zaten öğrenci azdı. En yakın kasabaya köyün dolmuşuyla gidip geliyorduk. Kış aylarında yollar kapandığı zaman ya kasabada bir akrabamızın yanında ya da evimizde mahsur kalıyorduk.

-Şubat tatilinde babam karnemi görünce çok sinirlendi. Karnemde dört tane zayıfım vardı. Türkçe, Matematik, Fizik, Fransızca notlarım çok kötüydü. Babama karneyi götürdüğümde beni bir dövdü bir dövdü iki gün yataktan kalkamadım. Zaten mevsim de kış kalksam babam bana ahırı temizletecekti. İki gün yattıktan sonra babam bana ceza olarak hayvanların altlarını temizletip hayvanları yemleme işini yaptırdı. Sonra okullar açıldığında tekrar okula başladık ama ben derslerde yine başarısızdım. Sonuçta sınıfta kaldım. Babama sınıfta kaldığımı anneme söyletip o akşam ben saklandım. Korkumdan yatmaya dahi eve gidemedim. Yaz olduğu için hava sıcak oluyordu. Bende evimizin damında yıldızları seyrederek uyumuştum. Ama o günden sonra babamın beni okutma hayalleri suya düştü.

-Bir daha da askere gidene kadar köyden dışarı çıkamadım. Sadece askerlik için kasabaya oradan da acemi birliği için Manisa-Kırkağaç’a usta birliği için de Mardin-Midyat’a gittim.

-İlk askerde öğrendim mesleğin ne kadar çok işe yaradığını. Berber, terzi, elektrikçilik gibi mesleği olanlar çok rahat etmişlerdi. Bizse bütün gün ya talim yapıyor ya da dağda terörist peşinde koşturup duruyorduk. Askerden sonra döndüm yine memlekete.

-Biz çiftçilikten başka bir şey öğrenmemişiz oğul. Öyle bir kıtlık baş gösterdi ki tohum için kullanacağımız buğdayı bile yemek zorunda kaldık. Öyle olunca da ben şehire geldim. Yazları inşaatlarda amelelik ediyor kışları da bu inşaatların birisinde bekçilik bulursam bekçilik yapıyor bulamazsam mecburen köye babamların yanına dönüyordum. Yaz boyunca biriktirdiğim kış boyunca nafakamız oluyordu.

-Askerden dönmüş delikanlı olmuştum. Babam, ‘artık seni evermenin zamanı geldi’ dedi. Babama, “Ben daha kendi karnımı doyuramıyorum bir de avradı nasıl doyurayım” dedim. Babam gülerek, “İstemem yan cebime koy diyorsun yani” dedi. Köyün fakirlerinden bir adamın kızıyla yani annenle everdiler. Evlendirirken de ne bana ne annene ‘gönlünüz var mı, evlenmek istiyor musunuz’ diye sormadılar bile.

Yazları babam tarlayı ekerken ben şehirde çalışıyor kış için para biriktiriyordum. Sonra sen doğdun, Seninle birlikte evimize bir neşe bir bereket geldi. Tarlalar, ekinler coştu bire on verdi, yirmi verdi. Baktım babam altından tek başına kalkamayacak o yaz köyde kaldım. Rabbim yüzümüze gülmüştü ilk defa. O kışı rahat geçirdik ama ilkbaharla birlikte ben şehire geldim yine.

-Artık bir tanıdığım müteahhit vardı ve bana her zaman iş veriyor kışları da inşaatlarında bekçilik yaptırıyordu. Bende devamlı köye gidemeyeceğim için mecburen şehirdeki gecekondu bölgesinden bir ev tutup annenle seni buraya aldım.

-Bugünlere kadar o müteahhidin işlerinde çalışarak geldik ama onun işleri de artık iyi gitmiyor. Yeni bir inşaatı da yok. Elimizdeki avcumuzdakiyle idare etmeye çalıyoruz. Bak bu yıl bir de kardeşin oldu. Birinize bir şey olacak diye çok korkuyorum. Hastalanacak olursanız cebimde ne doktor ne ilaç parası var. İşte oğlum sen bana benzemeyesin benim yaptığım hataları yapmayasın diye senin okumanı istiyorum. Bu dünya çok tuhaf bir dünya be evlat. Çocuklukta başlıyorsun geleceğin tohumlarını ekmeye. Hayatının en güzel yıllarını gençliğini de eğitimde harcıyorsun. Eğitimi iyi de alsan kötü de alsan bir karşılığı ama acı ama tatlı olarak oluyor.

-Sen oku ki gelecekte benim gibi pişmanlık çekmeyesin. Oku ki benim senin karşında yaşadığım şu mahcubiyeti yaşamayasın. Oku ve güzel bir meslek sahibi ol güzel para kazan ki çocuklarına istediklerini alabilesin. Benim o yıllardaki akılsızlığımın cezasını siz çekiyorsunuz. Bunun için senden özür diliyorum. Ama bu böyle gitmez. Bir şeyler yapıp sizleri bu durumdan kurtarmanın yolunu bulacağım. Sana söz veriyorum eğer bir gün param olursa sana istediğin bisikleti alacağım.

Mahmut, babasının hikâyesini ilk kez dinliyordu. Babasının hatalarını anlamıştı. Bisiklet isteyip babasını üzdüğü için pişman oldu. Babasına bakıp, “Üzülme sen baba, sana söz veriyorum okuyup tam da senin istediğin gibi bir adam olacağım. Yeter ki sen üzülme” dedi. Tuncay, eliyle oğlunun saçlarını okşadı. Ona sarılıp koklayıp öptü. Daha sonra da ayağa kalkıp tekrar yürüyerek eve doğru yola çıktılar.

Günler geçip giderken Tuncay’ın biriktirdiği paralar da hızla suyunu çekmeye başladı. İlk defa evin kirasını ödeyemedi. Ev sahibine karşı mahcup olup utana sıkıla durumunu anlatıp bir süre idare etmesini istedi. Ev sahibi de, “evini geçindirmek zorunda olduğunu buradan aldığı kira olmadan kazandığının yetmediğini eğer ödeyemeyecekse en kısa zamanda evi boşaltmasını istedi.

İkinci ay geldiğinde Tuncay evi boşaltıp köye döneceğini iki aylık kirayı da ileriki bir zamanda inşallah ödeyeceğini söyleyip ev sahibinden helallik istedi. Ev sahibi de iki yıl boyunca kirayı hiç aksatmadan ödeyen Tuncay’la kötü olmanın bir anlamı olmayacağını anlamıştı. “Peki, ne zaman müsait olursan o zaman ödersin. Bahtın açık olsun. Kusura bakma durumumu sende biliyorsun. Yoksa idare ederdim ama ben de zor durumdayım” deyip ayrılmıştı.

Tuncay eşyalarını komşulara bölüştürerek dağıtıp ileride almak için geri geleceğini söyleyip götürebildiği eşyayla köye babasının yanına göçtü. O kışı köyde geçirdiler. Mahmut köydeki ilkokula yazılmıştı. Derslerinde de oldukça başarılıydı. Şubat tatilinde karnesiyle birlikte aldığı takdirnameyi dedesine gururla gösterdi. Dedesi Şakir Efendi bu kez gururla torununun alnından öptü.

Tuncay baharla birlikte bu kez Antalya’nın yolunu tuttu. Bir otelde iş bulup orada hem bahçıvanlık hem temizlik işlerinde çalışmaya başladı. Otel beş yıldızlı bir oteldi. Otelin müşterilerinin tamamı yurt dışından gelen yabancı turistlerdi. Böyle olunca da eğitim seviyesi düşük temizlik işlerinde çalışan işçiler işlerini genelde gece yapıyorlardı. Havuzları temizliyorlar bahçelerdeki ağaçlar çiçekler sulanıyordu. Gündüzleri de müşterilerin odaları temizleniyordu. Biraz okmuş olan ve yabancı dil bilenleri garson yapıyorlar ve barmenliği öğretiyorlardı. Garson ve barmenler müşterilerden bahşiş aldıkları için gelirleri de yüksek oluyordu. Bazen tatili bitip ayrılan turistler ayrılmadan önce odaya bahşiş bırakıyorlardı ama garsonlar ve barmenler kadar kazanamıyorlardı.

Otelde çalışan barmen ve garsonlar çapkınlık da yapıyorlardı. Otele gelen bayan müşterileri tavlayıp geceyi müşterinin odasında geçiren de vardı para karşılığı yaşlı kadınlarla birlikte olan jigololar da vardı. Bunlar ertesi günü geceyi nasıl geçirdiklerini ya da kazandıkları paranın çokluğunu anlatarak böbürleniyorlardı. Tabi bu arada birbirine âşık olup evlenip yurt dışına giden barmen ve garsonlar da olmuştu. Hatta bunlardan biri şu an karısıyla beraber tatil için eski çalıştığı oteli seçmiş eski arkadaşlarına çeşitli hediyeler getirmiş ve onlara bol bahşiş vermişti.

Tuncay duydukları karşısında şaşkınlık yaşıyordu. Bir insan nasıl harama uçkur çözer bir gecelik zevk için ahiretini nasıl ateşe atar diye düşünüyordu. Ama gündüz mayoyla sahile inen bayanları gördükçe de Tuncay’ı bir ateş basıyordu. Mayolu bayanlarla karşılaşmamak için geceleri çalışıyordu ama bazen gündüzleri de havuz kenarlarını ve sahili temizlemeye çıkıyordu.

Tuncay’ın bir gün yine havuz kenarını temizlerken bayanlardan biri yardım yardım istedi. Havuz kenarında turistlerin güneşlenmek için kullandığı banklardan biri hem biraz uzaktaydı hem de üzerinde minderi yoktu. Turist bayan ondan bankı havuz kenarına getirip onun üzerine bir minder bulmasını beden işaretiyle anlatmıştı. Tuncay turistin bikinili olmasından dolayı biraz utangaç halde yardım etmişti. Onun bu mahcup hali turist kadının ilginin cezbetmişti.

Tuncay’ı gün boyunca gözaltına almış onun hal ve hareket ve tavırlarını incelemişti. Akşam olunca turistler yemek yemeye gitmişlerdi ama o turist kadın Tuncay’ın yanına geldi. Bazı sorular sorarak Tuncay ile iletişim kurmaya çalışıyordu. Tuncay ise iki elini yana açarak yabancı dil bilmediğini anlatmaya çalışmıştı. Kadın bu kez Türkçe konuşmaya başladı.

-Merhaba, ben Jolanda. Hollanda’da benim çok Türk arkadaşım oldu. Ben burada yalnızım. Sen bana arkadaşlık eder misin? Senin adın ne?

Tuncay, kadının Türkçe konuşması karşısında şaşkınlık içerisinde kalmıştır. Elini uzatarak, “Şey benim adım Tuncay. Sizin için yapabileceğim bir şey varsa buyurun emredin yapayım”.

-Senin bir şey yapmana gerek yok. Biz beraber gezebilir miyiz? Ben buraları tanımıyorum. Sen bana yardımcı olup buraları benimle birlikte gezer misin?

Tuncay olur anlamında başını salladı.

Ertesi gün Tuncay izinliydi. Turist kadınla Tuncay sabahleyin otelin dışında buluşup Antalya’ya yakın olan Manavgat’a gittiler. Orada Manavgat şelalesini ve kasabanın içinden geçen Manavgat nehrinin üzerindeki gemilerden birine bindiler. Gemide birlikte yemek yediler.

Oradan Side’ye geçip sahil kenarında el ele yürüdüler. Akşama doğru çıplak ayakla kumsalda yürürken dalgaların ayaklarını sanki okşaması Tuncay’ın çok hoşuna gitmişti. Bir süre daha yürüdükten sonra Tuncay sahile uzanıp gökyüzünü seyretmeye başladı. Jolanda da Tuncay’ın yanına uzanıp başını Tuncay’ın omuzuna koydu.

Bir süre dalgaların sesini dinleyerek gökyüzünü seyrettiler. Tuncay başı omuzlarında olan Jolanda’yı unutup gökyüzüne dalmıştı. Öyle huzurlu bir ortamdı ki Tuncay zamanın durmasını istiyordu. Sonra ne olduysa her şey bir anda oldu. Jolanda hafifçe doğrulup başını Tuncay’ın başının üstüne getirip bir anda onu dudaklarından öpmeye başladı.

Tuncay bir anda irkildi, eliyle Jolanda’yı ittiği gibi ayağa kalktı. Heyecanlanmış göğsü körük gibi kalkıp inmeye başlamıştı. Eliyle dudaklarını siliyordu. Jolanda şaşırmıştı, kekeleyerek “Yanlış bir şey mi yaptım?” diye sordu.

Tuncay ne diyeceğini bilmiyordu. Jolanda ’ya bakarak, “Ben evliyim, iki tane de çocuğum var. Şimdi sen beni öpünce ben kendimi onlara ihanet etmiş gibi hissettim. Sana başka şeyler hissettirmişsem özür dilerim”.

-Ben, ben bilmiyordum. Hem ne var ki bunda, her erkek biraz çapkınlık yapar. Sen söylemezsen karın nereden bilecek ki.

-İyi de ben biliyorum yetmez mi?

Jolanda üzgün bir şekilde, “Özür dilerim” deyip dolmuş durağına doğru yürümeye başladı.

Jolanda için belli ki bu basit bir tatil aşkıydı. Ama Tuncay’ı elde edememiş olmak Jolanda’nın içindeki ihtiras ateşini kamçılamıştı. O an bir karar verdi. Ülkesine dönmeden evvel mutlaka Tuncay’ı elde edecekti.

Dolmuşla Lara-Kundu’daki otellerine dönerken otobüste Jolanda başını Tuncay’ın omuzuna dayadı. Tuncay onun bu hareketine istemeden sessiz kaldı çünkü gezmekten kendisi bile yorulmuştu.

Otele vardıklarında Jolanda üstünü değişmek için odasına giderken Tuncay’ı arkadaşları çevirmiş sorular soruyorlardı. “Nasıl geçti, aranızda bir şey oldu mu? Sana para verdi mi?”

Tuncay sorulardan sıkılmıştı. “Arkadaşlar yorgunum müsaadenizle dinlenmek istiyorum. Sabahleyin çalışmak zorundayım. Şimdi gidip yatmak istiyorum”.

Tuncay bir şey demeden odasına çıktı. Jolanda ise akşamı ve geceyi yalnız geçirmek niyetinde değildi. Yemek salonuna inip bir şeyler yiyerek karnını doyurdu. Yemekten sonra animasyon ekibinin gösterisi vardı. Birçok turist gösteriyi izlemek için otelin tiyatrosuna yönelirken Jolanda Tuncay’ı aramak için otelin bahçesine yöneldi.

Oteli tamamen gezmiş olmasına rağmen Tuncay’a rastlayamamıştı. Orada çalışanlardan birisine Tuncay’ı nerede bulabileceğini sordu. Çalışan, Tuncay’ın dinlenmek için odasına gittiğini söyledi. Jolanda el çantasından bir beş Euro çıkartarak çalışana uzatıp, Tuncay’a söylemesi gereken bazı şeylerin olduğunu mümkünse onu yanına göndermesini rica etti. Kendisinin odasında olacağını ve oda numarasını söyledi.

Çalışan aldığı beş euro bahşişe sevinmişti. Hemen Tuncay’ın yanına gidip Jolanda’nın söylediklerini aktardı. Tuncay istemeyerek Jolanda’nın odasına gitti. Jolanda’nın odasının kapısının önüne geldiğinde kapıya vurup beklemeye başladı. Kısa bir beklemeden sonra Jolanda kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz Tuncay’ın kolundan tuttuğu gibi odanın içine çekti. Tuncay hiç beklemediği hareket karşısında afallamış kendisini odada bulmuştu. Odanın içi egzotik nefis bir parfüm kokuyordu. Odaya olabildiğince kısık loş bir ışık hakimdi.

Jolanda’nın üzerinde kırmızı bir kombinezon ve onun üzerinde yine kırmızı uzun bir sabahlık vardı. Jolanda sabahlığı kollarından sıyırıp yere attı. Tuncay nefesi tutulmuş bir şekilde Jolanda ‘ya bakıyordu. Tuncay büyülenmiş gibi olan biteni sadece seyrediyordu.

Jolanda yanındaki akıllı telefondan romantik bir müziği açmıştı. Loş ışıkla dolu odada çok romantik bir müzik eşliğinde dans etmeye başlamışlardı. Jolanda, Tuncay’ı ürkütmemek için elinden geldiğince yavaş davranmaya çalışıyordu. Jolanda kollarını Tuncay’ın boynuna dolamış olduğu yerde Tuncay’la birlikte sallanıyordu. Jolanda, “Gözlerini kapat ve sadece sus” dedi. Tuncay da kendisini geceye bırakmış Jolanda ne derse onu yapıyordu. Biraz sonra ateşli dudaklar birleşmiş şehvetin emrinde geceye karışmışlardı.

Sabah olduğunda ilk uyanan Tuncay oldu. Eyvah geç kaldım deyip hemen banyoya girdi. Sonra hızla giyinmeye çalışırken Jolanda uyandı. Gülümseyerek Tuncay’ın giyinmesini izledi. Tuncay odadan çıkmadan, “Bugün beni mutlaka bul. Seninle konuşmak istediğim çok önemli bir konu var. Diyeceklerime evet dersen artık burada çalışmana da gerek yok. Benimle Hollanda’ya gelmek istemez misi?” Tuncay Jolanda’nın dediklerinden bir şey anlamamıştı ama hızla işinin başına gitmesi gerekiyordu çünkü gerçekten geç kalmıştı.

Hemen odasına gidip otelin çalışanları için verdiği üniformayı giyip oda temizliği için arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları odaları temizlemeye başlamışlardı bile. Kapıda rahatsız etmeyin yazılı kart odanın kapı kulpunda asılı değilse içeri gidip hızla temizleyip bir diğer odaya geçiyorlardı. Arkadaşları Tuncay’ın Jolanda macerasını duymuşlardı bile. Onun geç kalmasına kızmamışlardı bile. Hatta içlerinden biri, “Aslanım gelmeseydin, biz seni idare ederdik. Gece çok yorulmuşsundur iyice dinlenseydin bari” deyip arkadaşına göz kırpıp kahkahayı koyuvermişti.

Tuncay utanıp kızarmıştı. “Yav bizimkisi de amma mahcup delikanlıymış. Şuna bak ya kıpkırmızı oldu adam. Sanki gören de ilk defa kaçak et kesiyor sanır. Neyse sefan olsun kardeşim bizde bir tane ayarladığımızda sen de bizi idare edersin ödeşiriz. Bu işler böyle, bu gün sana yarın bana…”

Odaları bitirdikten sonra bir kahve molası verdiler. Molada Tuncay’a geceyi sorup, “Nasıl ateşli miydi hatun?” Tuncay bu soruya kızmıştı.

-Arkadaşlar şakanın da bir dozajı olmalı ama. İnsana mahrem sorular da sorulmaz ki. Yatak odası insanın mahremidir. Sizden rica ediyorum lütfen bana bu tür şakalar yapmayın da söylemeyin de.

-Kız be dostum, takılıyoruz. Kaç zamandır ailenden uzak buradasın. Sende erkeksin, senin de bazı ihtiyaçların olacaktır. Bari ihtiyacını giderirken de bir şeyler kazan.

Tuncay bir şey anlamamış gibi arkadaşının yüzüne şaşkınca bakarak, “Nasıl yani” der.

-Yanisi şu, Bazı arkadaşlar yaşlı turistlerin gönlünü yapar onlarda bu hizmete karşılık bir şeyler verir. Demem o ki o kadınının gönlünü yaparken üç beş kuruş bir şeyler de kazan yani.

Tuncay daha önce başına gelmediği için duydukları karşısında şaşkındır. Kahve molasından sonra parklardaki olası yerlere atılmış pislikleri temizlemek için bir çöp torbası alıp bahçeye çıkar. Jolanda da mayosunu giyinip havuzun kenarında ki banklardan birine uzanmış güneşlenmektedir. Güneşlenen Jolanda Tuncay’ı göz hapsine almış onu izlemektedir. Tuncay yanından geçerken işinin kaçta biteceğini sorar. Tuncay kesin bir saat olmamakla birlikte 18 gibi işinin biteceğini söyler. Jolanda, “O halde akşama odamda bekliyorum” der.

Tuncay, Jolanda’nın bu kadar güzel Türkçe konuşmasına şaşırıp kalmıştır. Onun Türkçeyi nasıl öğrendiğini merak etmiştir. Akşama doğru işi biter. İşçilerin yemek yediği salona giderek karnını doyurup odasına gidip duş alır. Daha sonra üstünü değiştirip sahile iner. Sahil boyu yürümeye bir yandan da akşam ki olayları düşünmek istemektedir ama Jolanda bir anda yanında belirir.

-Merhaba, birlikte yürüyelim mi? Umarım seni rahatsız etmiyorumdur.

-Estağfurullah, ne rahatsızlığı olacak. Ama gören filan olursa laf edebilirler. Arkadaşlar arasında beraber olduğumuz duyulmuş zaten. Milletin dilindeyiz bilmiş ol.

-Aman boş ver, milletin dili torba değil ki büzesin. Ne yapalım konuşan konuşsun.

Tuncay aklındaki ilk soruyu sordu.

-Sen bir Hollandalı olarak nasıl oluyor da bu kadar mükemmel Türkçe konuşabiliyorsun. Ben bile Türkçeyi senin kadar güzel konuşamıyorum.

Jolanda güldü,

-Komşumuz olan bir Türk aile vardı. Uzun yıllar komşuluk yaptık birbirimize. Bir oğulları ve bir de kızları vardı. İlk önce kızlarıyla dost olduk. Daha sonra kız arkadaşım abisinin bana olan ilgisini anlattı. Zamanla ben de ona ilgi duymaya başladım. Birbirimize âşık olup evlendik. Evlendikten sonra Türkiye’de yaşamaya karar verdik. Kendisi bayan kuaförüydü. İzmir’e taşınıp bir kuaför dükkânı açtı. Müşterilerimizin hepsi bayan olduğu için benim yabancı gelin olmam hepsinin dikkatini çekmişti. Hepsi birden bana Türkçe öğretmeye çabaladılar. Günlük gazetelerle başladım sonra şarkılarla devam ettim. Sonra o zamanlar yayınlanan fotoromanlar vardı. Onlardan bol bol okudum derken işte gördüğün gibi bu şekilde Türkçe konuşur oldum. Eşim buraya geldikten sonra çok değişti. Sonra bir gün beni müşterilerimizden biriyle aldattığını öğrendim takip edip onlara suçüstü yaptım. Boşanmak için mahkemeye müracaat ettim. Hâkim ilk celsede boşadı. Daha sonra bende mecburen yeniden kendi ülkeme Hollanda’ya döndüm.

-Peki ya sen, senin hikâyen nedir? Evli olduğunu söylemiştin ama gördüğüm kadarıyla otelde kalıyorsun. Ailen çocukların nerede?

Tuncay hikâyesini kısaca Jolanda ‘ya anlattı. Hikâyeyi dinleyen Jolanda gülümsedi.

-Ama iyi ama kötü herkesin bir hikâyesi var değil mi? Bazı insanlar şanlı doğuyor bazıları da şanssız. İstersen senin şansını döndürebiliriz?

-Nasıl döndürecekmişiz şansımı?

-İstersen seni Hollanda’ya götürebilirim. Oturum aldıktan sonra da istersen aileni de yanına alabilirsin.

-İyi de ben evliyim. Nasıl götüreceksin beni Hollanda’ya?

-İlk etapta eşinden boşanacaksın ve benimle evleneceksin. Ben sana istek gönderip vize almanı sağlayacağım. Geldikten sonra üç yıl boyunca benimle evli kalmak zorundasın. Anlatılırken her şey kolay gibi görünüyor ama öyle değil. Üç yıl boyunca benim yanımda kalacaksın dolayısıyla çalışmak zorundasın. Bu evlilik nedeniyle benim bazı kayıplarım olacak onları karşılamalısın. Bu süre boyunca nasıl ki sen bana bağlı kalacaksan ben de sana bağlı kalacağım için bunun da bir bedeli olacak. Yani ayrılırken bana on bin euro ödeyeceksin. Bu da benim seni Hollanda’ya götürmemin bedeli olacak. Bu arada peşince söyleyim hiçbir arkadaşıma karışmayacaksın. İstediğimle istediğim şekilde görüşürüm. Kıskançlık yapmayacaksın. Yaşadığımız süre boyunca da istediğim zaman benimle birlikte olacaksın. İyice düşün taşın, ben dönmeden de cevabını ver. Şimdi müsaadenle ben dönüyorum. Gece gelmek istersen bekleyeceğim.

Jolanda, Tuncay’ın yanından ayrılırken dudaklarına hafif bir buse kondurmayı da ihmal etmedi. Tuncay bir süre daha sahil boyunca yürüdükten sonra otele geri döndü. Bir bara gidip arkadaşından içki istedi. Arkadaşı yarım olan bir viski şişesini alıp bir kâğıt poşetin içine koyarak Tuncay’a uzatırken, “Odadan başka yerde içme, yakalanırsan ben vermedim sen kendin çaldın ona göre”. Tuncay gülerek olur anlamında göz atarak, “Ayıpsın seni zor durumda bırakır mıyım? Zaten iki duble bir şey atıp uyuyacağım. Teşekkürler, haydi eyvallah. Sana kolay gelsin” deyip odasına gitti.

Odaya vardığında kendisini yatağa attı. Poşetteki içki şişesini çıkartıp ağzını açıp tepesine dikmesiyle püskürtmesiyle öksürük nöbetine tutulması bir olmuştu. İçki sıcağın etkisiyle ılımıştı. Bir de Tuncay hiç alışkın olmadığı için boğazı yanmıştı. Yatarak içtiği için de genzine kaçmıştı. Aslında gülünç bir hali vardı ama Allah’tan odada kimse yoktu. Bütün arkadaşları turist avına çıkmışlardı.

Uzandığı yerden tekrar içmeye başladı. Bu kez daha dikkatli ve daha küçük yudumlarla içmeye çalışıyordu. Bir yandan içerken diğer yandan Jolanda’nın sözlerini düşünüyor o ana kadar yaşadığı hayatı gözlerinin önünden geçiyordu. Yarım saat kadar odada durduktan sonra alkolünde tesiriyle Tuncay’ı sıcak bastı. Yataktan kalkıp dolaşmaya bahçeye çıktı ama ayakları onu Jolanda’nın odasına götürüyordu. Sabahleyin uyandığında kendisini Jolanda’nın odasında çırılçıplak bulmuştu. Jolanda da uyanmış yattığı yerden ona bakıyordu.

Tuncay olanları hatırlamaya çalıyordu ama başında müthiş bir ağırlık hissediyordu. Ayağa kalkmayı denedi ama aldığı alkolün etkisi henüz geçmiş değildi. Yavaş yavaş kalkıp banyoya gidip duş aldı. Sonra üstünü giyinip odasına giderek otel üniformasını giyinip arkadaşlarının yanına vardığında hepsi gülerek, “günaydın çapkın” diyordu.

Tuncay çalıştığı süre boyunca Jolanda’nın anlattıklarını düşündü durdu. Sonra çocukları ve karısı aklına geldi. En iyisi olan biteni karısıyla konuşmasıydı.

İşi bittikten sonra bir telefon kulübesine gidip köyün muhtarını arayıp karısını telefona getirmesini rica edip telefonu kapattı. Aradan yirmi dakika geçtiğinde tekrar tekrar aynı numaraları çevirdi. Karısı telefondaydı. Kısa bir hal hatır sorma faslından sonra karısına Hollanda’ya gitme fikrini anlattı. Ama gidebilmesi için kendisinin boşanmaya razı olması gerektiğini anlatarak en kısa zamanda da onları yanına Hollanda’ya götüreceğini ama boşanmada zorluk çıkarmaması gerektiğini söyledi. Nihayetinde bu bir anlaşmalı boşanmaydı. Oturum alıp Hollanda’ya yerleştiğinde yine hep birlikte olacaklardı.

Ama karısı bir türlü ikna olmuyordu. İki çocuğuyla ortada kalmaktan korkuyordu. Hollanda’ya gittiğinde kocası kendisini unutur Hollandalı kadınlara kapılırsa ne yapardı? Tuncay karısına çoluk çocuğun ailenin geleceği için istemeyerek yapmaya çalıştığını anlattı. Bu fırsat milyonda bir gelir. Düşün taşın kararını ver deyip telefonu kapattı.

Otele döndüğünde arkadaşları Jolanda’nın onu aradığını söylediler. Tuncay, Jolanda’yı yemek yerken bulmuştu. Jolanda’ya sahile gideceğini yemeğini bitirdikten sonra onun da oraya gelmesini söyledi.

Tuncay sahile indiğinde sahilin bomboş olduğunu gördü. Öyle ya akşam yemeği vaktiydi. Herkes yemek yemeye gitmişti. Tuncay sahilde, kumsala uzanıp gökyüzündeki bulutları izlemeye başlamıştı ki yanına Jolanda geldi. Hiçbir şey demeden o da kumsala uzanıp başını Tuncay’ın omuzuna koydu. Sonra yavaşça başını kaldırım Tuncay’ı dudaklarından öpmeye başladı. Tuncay artık kayıtsız kalmıyor karşılık veriyordu. Jolanda kalkıp üzerine yapışan kumları eliyle çırptıktan sonra elini Tuncay’a uzatıp onun kalkmasına yardım etti. Sonra el ele tutuşup Jolanda’nın odasının yolunu tuttular.

Bir saat sonra ikisi de küvettin içerisinde çırıl çıplaktı. Tuncay, Jolanda’ya teklifini kabul ettiğini onunla Hollanda’ya gideceğini söyledi. Jolanda Tuncay’a gülümseyerek o zaman işlemlere hemen başla. İlk iş olarak eşinden ayrılmalısın, ondan sonrası bende. Peşinen söyleyim eğer sözünde durmazsan ilk uçakla soluğu burada alırsın.

Jolanda’nın tatil süresi dolmuş ülkesine dönecekti. Tuncay’a üzerinde telefon ve adresinin yazılı olduğu bir kâğıt uzattı. Boşanma işlemin bitince haber ver, resmi nikâh için yanına geleceğim deyip Tuncay’ın yanaklarına bir buse kondurarak oteli terk etti.

Tuncay otelde daha fazla kalmasının zaman kaybı olduğunu düşünerek oteldeki işinden istifa edip köyünün yoluna koyuldu. Köyüne döndüğünde eşini iki göz iki çeşme ağlarken buldu. Karısı durumu kaynanasına ve kayınpederine açıklamıştı. Onların da içlerinde bir ümit yeşermiş gelinlerini boşanmaya ikna etme çabasına girişmişlerdi.
Tuncay başka erkeklere benzemez. Bak kaç kez şehire çalışmaya gitti. Antalya’da bile aklında hep çocukları vardı. Değil Hollanda’ya Amerika’ya bile gitse Tuncay çocuklarını unutmaz karısına bağlı kalırdı. Korkması için bir neden yoktu. Hem o artık kendilerinin bir kızı torunlarının annesiydi. Oğulları bıraksa kendileri bırakmazdı. Hem dini nikâhı duracaktı. Dinen yine evlilerdi sonuçta. Nihayet sonunda gelinlerini sorun çıkarmadan boşanmaya ikna ettiler. Mahkemede de karşılıklı anlaşmalı olarak boşandılar.

Tuncay hemen Jolanda’ya bir mektup yazarak boşanma işleminin gerçekleştiğini belirtip Jolanda’nın nikâh için gelebileceğini yazdılar. Birkaç hafta sonra Jolanda Tuncayların köyündeydi. Jolanda’yı gören Tuncay’ın hanımı Jolanda’nın yaşlı olmasına rağmen kıskançlık krizlerine girer. Nikâhını verdiğine bin pişman olur. Her ne şekilde olursa olsun Tuncay’la Jolanda’yı yalnız bırakmamaya çalışır ama resmi işlemler için onlar vilayete gittiklerinde de içi içini yer. Jolanda ve Tuncay nikâh işlemlerine başlayıp resmi nikâhı kıyarlar. Nikâhtan sonra Jolanda yeniden ülkesi Hollanda’ya döndü.

Tuncay hemen pasaport işlemlerine başladı. Bir ay içerisinde pasaportunu eline almıştı bile. Aradan üç ay geçmişti ki Tuncay’ın aile birleşim vizesi geldi. Tuncay Ankara’ya giderek vizesini aldı. Konsoloslukta kendisine iki ay içerisinde Hollanda’da olması gerektiğini aksi takdirde vizesinin geçersiz olacağını dolayısıyla bütün işlemlere yeni baştan başlaması gerekeceği söylendi.

Vizesini alan Tuncay heyecanla Jolanda’yı arayarak vizeyi aldığını sıranın uçak bileti göndermesine geldiğini söyledi. Jolanda en kısa zamanda bileti göndereceğini söyledi. Tuncay tekrar köyüne döndü.

Bütün bu olan bitenlere karısı iki göz iki çeşme ağlıyordu. Onun içinden bir his Tuncay’ı temelli olarak kaybettiğini söylüyordu. Bir türlü içinin yangınını söndüremiyordu.

Tuncay’ın uçak bileti gelmiş ertesi gün yola çıkacaktı. Tuncay karısıyla vedalaşırken gözyaşları içerisindeki karısı,

-Eğer ki verdiğin sözleri unutur beni burada iki çocuğumla aç açıkta koyarsan iki cihanda da iki elim iki yakandadır bilesin. Hiçbir şekilde hakkımı helal etmem. Çocuklarıma yetim bana dul hayatını layık görüp sen orada gavur avratlarıyla gönlünü eylersen Allah şahidimdir her gün bin bir türlü beddua ederim. Yavrularını sana, anana-babana düşman yetiştiririm. Hatta imkân bulursam nerede olursan ol gelir senin canını ben alırım. Gittiğin yerlerde ardını unutmayasın. Benim sözüm bu kadar gerisini sen bilirsin.

Tuncay karısını, korkularını anlıyor ama ne söylerse söylesin onun kalbinde yanan ateşi söndüremeyeceğini çok iyi biliyordu. Yine de, “Yahu hatun deli misin? Bana ne elin gavur avratlarından. Benim yavrularımın anası sensin. Ben oralara çoluk çocuğumun rızkı için ailemizin geleceği için gidiyorum. Gözü kör olsun şu yoksulluğun. Yoksa ben seni yavrularımı bırakıp gider miyim? Nerede olursam olayım aklımda fikrimde gönlümde sen ve yavrularım olacaksın. Şimdi sil o gözyaşlarını. Tez zamanda da sizleri yanıma alacağım inşallah”.

Karısı, ana-babası ve çocuklarıyla vedalaşan Tuncay Hollanda yoluna koyulur. Bir sabah vakti Amsterdam havaalanına iner. Elinde valizi gümrük kapısından çıktığında bir sürü meraklı gözlerle karşılaşır. Aslında herkes bir yakınını almak için gelmiştir ama bu kadar meraklı bakış karşısında Tuncay kendisini tedirgin hisseder. Onun çıktığını gören Jolanda el sallayarak seslenir, “Tuncay! Haydi, bu taraftan gel”. Tuncay, Jolanda’yı görmüştür. Onun gösterdiği yerden yürüyerek Jolanda’nın yanına varır. Jolanda kimseye aldırış etmeden Tuncay’ı dudaklarından öper. Tuncay şöyle bir çevresine bakar. Kendilerini izleyenler olduğunu görünce yüzü utançtan kıpkırmızı olur. Jolanda, “İşte senin bu haline âşık oldum be adam. Haydi, gidelim” der.

Jolanda, Hollanda’nın doğusunda yer alan Hengelo şehrinde oturmaktadır. Hengelo, Amsterdam’a yaklaşık yüz kırk kilometre uzaklıktadır. Jolanda’nın kendi arabası vardır. Arabayla Hengelo’ya doğru yol alırlarken yol üzerindeki Barneveld denen yerde mola verirler.

Jolanda, “Burasının tavuğu ünlüdür. Evde yemek yok. Yoldan geldin acıkmışsındır. Burada güzelce karnımızı doyurduktan sonra yola koyuluruz. Doymazsan söyle bir porsiyon daha sipariş veririz.” Yemeklerini yedikten sonra Jolanda evde yemek için de iki porsiyon tavuk söyler. Bir süre sonra da tekrar Hengelo yoluna koyulurlar.

Jolanda, Hengelo’da üç katlı bir yer evinde oturmaktadır. Eve girdiğinde Tuncay bir koku hisseder ve bu kokudan son derece rahatsız olur. Jolanda’ya, “Bu koku da neyin nesi” diye sormadan edemez. Jolanda, “Esrar kokuyor hayatım”.

-Ne sen uyuşturucu mu kullanıyorsun?

-Esrar hafif uyuşturucuya girdiği için kullanımı Hollanda’da serbest. Esrarı satın alabileceğin adına kofişop (kofieschop) denilen yerler vardır. Oralardan serbestçe gidip alabilirsin. Biliyorum kokusu ilk an için kötü gelebilir ama kısa sürede alışırsın.

Ertesi günü yabancılar polisine giderek oturum işlemlerine başlarlar. Jolanda bir muhasebecinin yanında çalışmaktadır. Şehrin önemli zenginlerinin muhasebesini tuttukları için pek çoğunu tanımaktadır. Esrar alışkanlığı olduğu için pek çok kofişop sahiplerini de tanımaktadır. Aslında Jolanda’nın da esrar içmeye başlamasında arkadaşlarının etkisi olmuştur. Arkadaşlarıyla bir araya geldikçe ona da ikram etmişler o da arkadaşlarını kıramadığı için içmiş zamanla da tiryakisi olmuştu.

Esrar yüzünden de gün geçtikçe başına kötü şeyler gelmeye başlamıştı. Hafta sonları düzenlenen esrar partilerinde kendine geldiğinde yanında yatan çırılçıplak adamı tanımadığını ama bütün geceyi onunla geçirdiğini anımsadıkça da pişmanlık krizlerine girer. Esrar içtikçe benliğinden bir şeyler kaybettiğini hisseder ama esrarın verdiği o tarifsiz keyiften de vazgeçemez.

Tuncay geldikten birkaç gün sonra Jolanda, “Bu kadar yattığın yeter. Artık çalışmaya başlayabilirsin. Bir arkadaşın temizlik firmasında iş buldum. Başlangıçta asgari ücret alacaksın. Daha iyi ve paralı iş bulursak oraya geçersin. Şimdilik bir işe başla bakalım. Gerisini sonra düşünürüz.

Tuncay’ın Türkiye’de tanıdığı Jolanda ile Hollanda’daki Jolanda arasında dünyalar kadar fark vardır. Hafta içi, şık giyinen dış görünüşüne dikkat eden hanımefendi bir bayan vardır ama hafta sonu olunca bambaşka bir kadına dönüşmektedir. Kofişoplara giden, bolca esrar içen, aldığı esrarın etkisiyle kendisinden geçen aldığı alkolün etkisiyle de sızıp kalan bambaşka bir kadın vardır. Onun bu halini gördükçe Tuncay kendi kendisine iyi mi yaptım kötü mü diye sormaya başlar ama yapacak bir şey yoktur. Ya bu deveyi güdecektir ya bu diyardan gidecektir.. O çoluk çocuğu ailesi için bu deveyi gütmeye mecburdur.

Tuncay bir temizlik firmasında işe başlar. Firma bölgede faaliyet gösteren kesimhanelerin temizlik işlerini yapmaktadır. Gündüz kesimi yapılan hayvanların gün boyunca etleri parçalanıp kasalara doldurularak soğuk hava depolarında muhafaza ediliyor daha sonra gelen tırlara yüklenerek bir sonra ki işlem göreceği yere gitmektedir. Tuncay ve bağlı olduğu ekip etlerin parçalandığı kesimhanedeki tezgahların üzerlerini yerleri tuz ruhu ve suyla yıkayarak ertesi güne kullanıma hazır hale getiriyorlardı. Tuz ruhu kullanıyorlardı çünkü hem yerlerdeki hem tezgah üzerinde oluşan bakterileri öldürüyordu. Sonrasında yine güzelce ruh tuzu kalmayıncaya kadar yıkamak zorundalardı ki tuz ruhu etlere sirayet etmesin yiyenleri zehirlemesindi.

Tuz ruhuyla çalışırken çok dikkatli olunmak zorundaydı. Tuz ruhu (hidro klorik asit) son derece zehirli bir maddeydi sonuçta bir asitti. Tuz ruhu suyla birleştiği zaman belli belirsiz bir duman oluşuyordu. Bu dumanı soluyanlar zamanla akciğer kanserine yakalanıyor ve kısa bir süre sonra da ölüp gidiyorlardı. Bu nedenle burada çalışanlara maske kullanmaları şiddetle tavsiye ediliyordu.

Maskeden Tuncay’a da verilmişti ama neden takması gerektiği anlatılmamıştı. Temizlik işinde çalışanların tamamı yabancı kökenli işçilerdi. Tuncay işe dört elle sarıldı. Verilen maskeden zamanla bunalıyor ve çıkartıp yakın bir yere koyuyor şef gelecek olursa hemen takıyordu.

İlk aylar güzel geçmişti. Geceleri çalıştığı için eve sabaha doğru geliyordu. O saatte Jolanda henüz uyuyor oluyordu. O mutfağa girip sessizce çorba ya da kahvaltı türü bir şeyler hazırlıyor sonra Jolanda’yı uyandırıyordu. Uzun bir hazırlıktan sonra giyinmesini ve makyajını tamamlayan Jolanda’yla birlikte kahvaltı yapıyorlardı.

Eline geçen paranın yarısını, barınak, yeme içme, gaz elektrik gibi masrafları neden göstererek Jolanda alıyordu. Bir kısmını Türkiye’ye gönderiyor kalanıyla da geçinmeye çalışıyordu ama bu çok azdı. Bir süre sonra Jolanda hafta içerisinde de esrar içmeye başlayınca yavaş yavaş sorunlar oluşmaya başladı. Bir iki sefer hafta ortasında arkadaşları gelmiş beraberinde getirdikleri esrarı alkolle birlikte içmişler sonrasında da sızıp kalmışlardı. Onlar esrar içerken Tuncay işe gitmek üzere evden çıkmış oluyordu. Sabahleyin evin içindeki kokudan eve girilmez oluyordu. Tuncay hemen pencereleri açmış sonra kahvaltıyı hazırlayıp Jolanda’ya seslenmişti ama onu bir türlü uyandıramamıştı. O gün işine gidememişti. Kendisine geldiğinde işyerini arayıp hasta bildirmiş birkaç gün işe gitmemişti. O olaydan sonra bir daha hafta içi esrar içmemeye kendi kendisine söz vermişti. Bu sözünde uzun süre de tutmuştu.

Aradan bir yıl zaman geçmişti. Bu zaman zarfında Tuncay bir vakfın düzenlediği Hollandaca dil kursunu takip etmiş bir parça Hollandaca öğrenmişti. İşe gitmek için araba ihtiyacı hissedeceğini anlamıştı. O zamana kadar biriktirdiği paralarla ehliyet kursuna ve imtihana girdi. Şansı yaver gitmiş bir imtihanda ehliyetini almayı başarmıştı.

Tuncay’ın işleri yoluna girmeye başlarken Jolanda’nın durumu her geçen gün daha da kötüye gitmeye başlamıştı. Hafta içi esrar partilerine uzun süre ara verdikten sonra tekrar başlamıştı. Yine esrar ve alkolün etkisiyle sızıp kalıyor işe gidemiyordu. Bir seferinde Tuncay onu yatağında bir başka adamla çırılçıplak yakalamıştı. Adamı yaka paça dışarı atmış Jolanda’yı uyandıramamıştı bile. Jolanda kendisine geldiğinde ise hiçbir şey hatırlamıyordu.

Tuncay evli kaldıkları süre boyunca bari kendisini aldatmamasını söyleyecek oldu ama Jolanda’nın cevabı hazırdı. “Her şeyi en başta ben sana söyledim. Ne olursa olsun sen benim kimle yatıp kalktığıma arkadaşlarıma karışmayacaktın. Sözünde durmayacaksan hemen yarın ülkene dönebilirsin. Zaten daha bana borcun var. Sahi omu ne zaman ödemeyi düşünüyorsun?”

-El insaf be elime geçen paranın çoğunu zaten sen alıyorsun. Sana para yetiştireceğim diye parasızlık imanım gevredi. Biliyorsun köyde çoluk çocuğum da var onlara da göndermek zorundayım. Ne olur bir süre üç beş kuruş eksik alsan.

-Hop, orada dur bakalım Tuncay Efendi. Benim aldıklarım mecburi giderler. Sen olmasaydın ben bu kira yardımını filan devletten zaten alacaktım. Sen geldiğin için ve maaş aldığın için o yardımlar benim cebimden çıkıyor. Sen daha benim senin için harcamış olduğum paranın dörtte birini bile ödemedin be.

-İyi de kazandığım parayı biliyorsun. Ne yapabilirim ki?

-Sen ayakta uyu. Millet gece kesimhaneden çaldıkları etleri konu komşusuna satıp yolunu buluyor sen yemek için sana verilen etleri alıp gelmiyorsun. Uyan Tuncay bey uyan.

Tuncay, Jolanda’nın söyledikleri karşısında şaşkındı. Evet arkadaşlarının kesimhaneden et çalıp sattıklarının farkındaydı. Ama kendisi öyle bir şey yapamazdı. Yemek yediği çanağa pisleyemezdi. Olan biten bir süre sonra fabrika yönetimi tarafından da fark edilmişti. Fabrika bütün temizlik işçilerini soygundan mesul tutmuş ve Tuncay’ın bağlı bulunduğu temizlik şirketiyle olan anlaşmasını fesih etmişti. Temizlik firması elindeki işini kaybedince Tuncay ve arkadaşlarının işine son verdi. İşsizlik ödeneğini hak edecek süre kadar çalıştığı için işsizlik maaşı için müracaat etti. Ama bu işsizlik ödeneği altı ay gibi kısa bir süre içindi.

İşsiz kalınca Tuncay yeniden iş aramaya başladı. Bir gün Jolanda, “sana iş buldum” diyerek eve geldi.

-Ne işiymiş?

-Kuryelik yapacaksın. Bir paketi bir yerden alıp sahibine götüreceksin. Mesafeye göre para alacaksın. Hem karlı bir iş hem de öyle fazla yorulmayacaksın. Nasılsa ehliyetini de aldın. Benim arabamla gidip gelirsin.

Tuncay çaresiz, “Peki, tamam dediğin gibi olsun bakalım” dedi. Tuncay hem işsizlik ödeneği alırken diğer yandan da kuryelik yaparak çift maaş almaya başlamıştı. Tabii ki kuryelik işi hem yasal olmayan bir iş olduğu için yakalanırsa büyük cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalacaktı ama bunları Tuncay’a söylememişlerdi.

Tuncay bazen Amsterdam’a gidip oradan bir paket alıp geliyor. Bazen de Enschede’den aldığı bir paketi Almanya’nın herhangi bir şehrine bırakıyor bazen de çok az nadiren de olsa Belçika’ya gittiği oluyordu. Bu kuryelikten iyi kazanıyordu. Altı ay gibi kısa bir zamanda yine para biriktirmeye başlamıştı. Ta ki bir seferinde merak edip götürdüğü malın içerisine bakana kadar. Merak edip baktığında kendisini uyuşturucu kuryesi olarak kullandıklarını anlamıştı. Paketi vereceği yere bıraktıktan sonra bir daha bu işi yapmayacağını söyledi.

Eve döndüğünde Jolanda’ya işi bıraktığını söylediğinde büyük bir tartışma yaşayıp kavga ettiler.

Jolanda esrar partileri yüzünden iş hayatında sorunlar yaşamaya başlamıştı. İşyerine neredeyse her gün geç kalmaya başlamış, sıkça da hasta kalmış dolayısıyla da işvereni Jolanda’ya çıkış vermişti.

Jolanda, işinden olmuş işsizlik maaşına düştüğü için de düşük maaş almaya başlamıştı. Ama eski refah düzeyinde de yaşamak istiyordu. Bu yüzden de Tuncay’a para bulması konusunda baskı yapıyor aksi takdirde ondan boşanacağını dolayısıyla da onun geri ülkesine gitmek zorunda kalacağıyla tehdit etmeye başlamıştı.

Tuncay artık her şeyden bıkmıştı. Ama sabretmesi gereken on dört ayı kalmıştı. On dört ay sonra süresiz oturum hakkını elde edecek o zaman da Jolanda’dan rahatça ayrılabilecekti. Bu yüzden de “Ya sabır” diyordu.

Jolanda bir gün yeni bir iş teklifiyle geldi. Tuncay ve Jolanda bir ilaç firmasının ürettiği ilaçlarda kobaylık yapacaklardı. Almanya da, ilaç firmasının belirlediği bir evde iki ay boyunca ilaç kullanacaklardı. Bu iş için adam başı aylık iki bin avro ücret vereceklerdi. Başlangıçta Tuncay razı olmak istemedi ama Jolanda, “Ben bile yapacağı, hem birlikte olacağız. Korkulacak bir durum da yok. Bu para ikimiz içinde büyük. Bize biraz rahat nefes aldıracak. Üç ayın sonunda evimizde olacağız”. Diyerek Tuncay’ı ikna etmeyi başardı.

Alacakları parayı aylara bölmüşlerdi. Kaldıkları süreye göre maaş alacakları. Ücretler de alacakları ilaçlara göre azalıp yükselebiliyordu. İlaç şirketi Tuncay ve Jolanda’ya bir kağıt imzalatmışlar olayı sanki gönüllülük bazında yapıyor gibi görünmüşlerdi. Yani aldıkları para tamamıyla kaçak olacaktı ve dolayısıyla Jolanda işsizlik ödeneğini almaya devam edecekti.

Jolanda ve Tuncay orta derece tehlikesi olan ilaçları deneyeceklerdi. Haftanın ilk günü kliniğe yattılar. Her ikisi de günde 3 defa kullanacakları bir ilaç alıyorlardı. İlk günler de her şey güzel gitti. Birinci ayın sonuna doğru Tuncay’ın cildinde kaşınmalar, saçlarında dökülmeler olmaya başlamıştı. Jolanda ise aldığı ilaçlar yüzünden çok aşırı uyumaya başlamıştı. Uyandığı zamanlarda ise kendisini hiç iyi hissetmiyordu. Kusmalar ve baş dönmeleri fazlalaşınca Jolanda daha fazla devam edemeyeceğini anladı. Klinik yetkililerine devam edemeyeceğini söyledi. Jolanda’nın ciddi sağlık sorunları yaşayabileceğini anlayan klinik yetkilileri ona o güne kadar ki hak ettiği parayı vererek Jolanda’yı evine gönderdiler.

Tuncay kaşınmaları fazlalaşmış saç dökülmesi ve diş etlerinin çekilmeye başlamasıyla o da işi yarıda bırakma kararı almıştı. Gür saçları olan Tuncay’ın saçları seyrelmişti. Orada bulunan bir Türk’ün yardımıyla ayrılmak isteğini yetkililere iletti. O da o güne kadar ki ücretini alarak Jolanda’ya telefon etti. Jollanda arabasıyla Tuncay’ı almaya gelmişti ama Tuncay’ı görür görmez ilk sorduğu para olmuştu. Tuncay’da firmadan aldığı parayı Jolanda’ya kaptırmıştı.

Tuncay’da Jolanda da işsizlerdi. Ama Jolanda’nın lüks yaşam tarzı devam ediyordu. Bu yüzden de sürekli bir para sıkıntısı yaşıyorlar ve Jolanda Tuncay’a para bulması konusunda baskı yapıyordu.

Bir gün Jolanda eve bir adamın kullandığı minibüsle birlikte geldi. Minibüsten bazı eşyaları tavan arasına çıkardılar. Tuncay’ da mecburen onlara yardım etti. Jolanda’yla birlikte gelen adam elektrik sayacının girişinde olan mührü kırarak sayaç girişinden tavan arasına bir elektrik kablosu çekti. Bu aslında kaçak bir elektrik tesisatıydı. Bu sayede kullanılan elektrik sayaçta görünmeyecekti. Tavan arasına yüksek derecede ısı verebilecek lambalar için elektrik tesisatı çekildi. Tavan arasına bir de havalandırma kurularak büyük bir filtre takıldı. Tavan arasına iki tane de kocaman varil koyularak içleri suyla dolduruldu. Daha sonra da tavan arasına çiçek dikmek için kullanılan saksılar getirilip içleri toprak doldurulup bazı şeyler ekildi. Daha sonrasında ise yüksek ısı vermesi için kullanılan lambalar yakıldı. İşler bittikten sonra adam “görüşmek üzere deyip ayrıldı.

Jolanda’yla Tuncay her gün bu fidelere su vermeye başladılar. Fideler kısa sürede çıkmaya büyümeye başlamışlardı. Ama bu yetişen bitkiler jolanda’nın içtiği esrar gibi kokuyordu yani çatıya esrar bitkisi olan kenevir dikmişlerdi. Tabii bunu Tuncay ancak bitkiler büyüyüp koku salmaya başlayınca anlamıştı. Tavan arasına çekilen havalandırma ve havalandırmanın ağzına takılan fitrelerin ve iki koca varil suyun nedeni anlaşılmıştı. Koku tavan arasında sudan geçirilerek yok ediliyordu. Varildeki sular da her hafta değişiyordu ki koku olabildiğince en aza indirilsindi.

Jolanda sık sık evin önünde esrar içmeye başladı. Konu komşunun kendisinin esrar içtiğini göstermek için yapmıştı bunu. Böylece evden gelecek olası esrar kokusunu komşular Jolanda’ya bağlayacaklar ve evde esrar yetiştirildiğinden kimsenin ruhu duymayacaktı. Nitekim bunda da başarılı oldular. İlk esrarı toplayıp sattıklarında Jolanda evde bir esrar partisi düzenledi. Herkes o kadar çok esrar ve alkol içmişti ki uyandıklarında kim kimin koynunda olduğundan haberleri yoktu. Hatta birisi yanında kokain de getirmiş bazıları esrarla kalmamış kokain de çekmişlerdi.

Evde esrar yetiştirilmeye başlanmasıyla para sorunu bir parça da olsa çözülmüş hatta Jolanda Tuncay’a daha iyi davranmaya başlamış üstelik eşinde göndermesi için para vermeye başlamıştı. Ama Tuncay da biliyordu ki bu para bir sus payı idi. Eğer birisine yada polise bir şey anlatacak olursa başının belaya gireceğini kendisi de biliyordu.

Aylar hızla geçip gidiyor Tuncay’ın zamanının yani Jolanda’dan kurtulmasına altı yedi ay gibi bir süre kalmıştı. Esrar yetiştirmeye devam ediyorlar, esrarı kendileri ürettikleri için de bir kısmını da kendilerine ayırıyorlardı. Artık Tuncay daesrar içmeye başlamış onun yalancı keyfini tatmıştı.

Esrar yetiştirmede ilkbahar ve yaz ayları boyunca sorun yaşamadılar. Sonbaharda da havalar devamlı yağışlı geçmişti. Ama ne olduysa yılbaşına iki hafta kala olmuştu. Aralık ayında hava don yapmış her taraf buz tutmuştu. Bütün evlerin çatıları buz tutmuş görünüyordu ama Tuncay ve Jolanda’nın oturduğu evin damı yüksek ısılı lambaların devamlı yanması nedeniyle buz tutmamış ıslak duruyordu.

Tabii bu durum Hollanda’da çok sık karşılaşılan bir durum olduğu için herkes o evde esrar yetiştirildiğini anlıyordu. Bu yüzden kaçak esrar yetiştiricileri Kasım-Aralık-Ocak ve Şubat ayları boyunca olası don olaylarında yakayı ele vermemek için esrar yetiştirmeye ya ara verirler ya da büyük masraflar yaparak ısı yalıtımı yaptırırlardı çatı tavan arasındaki ısıdan etkilenmesin. Ya da işlerini şansa bırakırlardı ki bu durumda da büyük yakalanma riski vardı. Jolanda ve Tuncay don olayı ihtimalini akıllarından dahi geçirmemişlerdi.

Öğleye doğru kapının zili sürekli çalmaya başladı. Jolanda ve Tuncay içtikleri esrarın etkisiyle uyanmakta zorluk çekiyorlardı. Gelenler bu kez zile basmakla kalmayıp kapıyı da yumruklamaya başlamışlardı. Tuncay akşam film seyrederken birayla birlikte esrarı içtikten sonra kanepede uyuyakalmıştı.

Geç uyuduğu ve biraz da uykusu derin olduğu için uyanmakta zorluk çekiyordu. Seslere uyanıp yattığı yerden doğrulup oturdu. Önce neler oluyor bu sesler de neyin nesi diye düşünürken kapının yumruklanmaya başlamasıyla gözlerini ovuşturarak kapıyı yöneldi.

Kapıyı açtığında aynı anda iki polis üzerine atlayıp Tuncay’a kelepçeyi takmışlardı. Tuncay daha ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu ama hiçbir şey anlamıyordu. Kulaklarında sürekli bir uğuldama vardı. Polislerin konuşmaları ona uğuldama gibi geliyordu.

Olan şuydu, gece hava don yapınca Tuncay ve Yolanda’nın oturduğu evin çatısı yüksek ısıdan dolayı don yapmamış bu da bazı işgüzar komşuların dikkatinden kaçmamıştı. O güne kadar ki esrar kokularını Jolanda’nın esrar içmesine bağlamanın yanlışlığını anlayıp polise şikayette bulunmuşlardı.

Polis Tuncay’ı etkisiz hale getirdikten sonra yukarıya yönelmiş Jolanda’yı da bulmuşlardı ama onu ayıltmakta başarılı olamamışlardı. Tavan arasına giden polis ufak bir kenevir bahçesiyle karşılaşmıştı. Polis savcıdan arama izniyle geldiği için evi aramışlar evde esrar partisinden artan kokaini de bulmuşlardı. Esrar yetiştirmeyi para cezası ile atlatabilirlerdi ama kokain sorun yaratacaktı.

Jolanda ayıldığında hiçbir şey konuşmamış önce avukatını istemişti. Avukatıyla girdiği sorgulamada ise suçu bütünüyle Tuncay’ın üzerine atmıştı. Eğer itiraz etmeye kalksaydım beni öldürmekle tehdit etti demişti. Kokainin de Tuncay’a ait olduğunu ara sıra kokain çektiği için evde bulundurduğunu söylemişti. Aslında bunu bilinçli söylemişti çünkü satıyor deseydi Tuncay bu kez esrar satıcılığıyla da yargılanacak en az beş yıl hapis yatmasına neden olabilecekti. Kullanıcı olduğunu söyleyerek bu ihtimali azaltmak istemişti.

Tuncay bütün olan biteni olduğu gibi anlatmıştı. Jolanda ve Tuncay üç gün polis merkezinin hapishanesinde kaldıktan sonra hazırlanan dosyayla birlikte mahkemeye sev edildiler. Mahkeme sanıkların bir sonraki mahkemeye kadar tutukluluk hallerinin devamına hükmetti.

Bir sonraki mahkemede toplanan deliller göz önünde bulundurularak sanıklara yirmi biner euro para cezası ve kokainden içicileri oldukları için de on iki ay hapis cezası verdi. Mahkeme, Tuncay’ın henüz sürekli oturum almamış olmasını göz önünde bulundurarak Tuncay’ın oturumunun iptaline karar verdi. Yani Tuncay hapisten çıktığı an yurt dışı edilecekti. Mahkeme temyiz yolu açık olmak kaydıyla kararını vermişti.

Jolanda cezaya itiraz etmişti. Tabii Tuncay da itiraz etmişti ama bunun bir faydası olmayacağını kendisi de anlamıştı. Ne umutlarla gelmişti ama neler yaşamıştı.

Hapis yattığı süre boyunca üzerine düşünüp karar veremediği bir soru takılmıştı kafasına. “Yaşadıklarım kader miydi yoksa bir sınav mıydı, ben nerede hata yaptım?” Bu soruya cevap ararken aklına birden Hollanda’ya gelmeden önce eşiyle vedalaşırken ki eşinin son sözleri geldi, “Çocuklarıma yetim bana dul hayatını layık görüp sen orada gavur avratlarıyla gönlünü eylersen Allah şahidimdir her gün bin bir türlü beddua ederim”. Sahi eşi beddua mı etmişti onun ahı mı tutmuştu? Cevabının hangisi olduğuna bir türlü karar veremedi.

Tuncay’ın unuttuğu ise yaşayan her insanın her anının bir sınav olduğuydu…

©
12 – 10 – 2020
01 : 08

Seyit Burhaneddin Kekeç
Kayıt Tarihi : 12.10.2020 02:17:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Seyit Burhaneddin Kekeç