Birbirini tekrarlayan şavkı kendine ağır günlerin
Ezbere yaşanıp küllenen hırçın rüzgarlı hüzünlerin
Issızlığın ortasında hasatlanan ıslak düşlerin
arasındaydı yüzün Liloz...
Acılara çoktan alışılır olmuştu bu coğrafyada
Çığlıklar suskunluklarla sarmaş dolaştı
Yüzün hepimizin yüzüydü Liloz,
Acıların hepimizin ayıbı...
Gencecik ömrüne sığdırdıkların ardında
Ağaç bedenlerine içiçe sığan halkalardı
Asırlık bir selvi gölgesi gölgesiz yürüdüğün
Ve sen daha onyedisindesin filiz dalı ömrünün!
Bir çocuk ne zaman çiçek açar? Ne zaman al al tomurcuklanıp, yeşil yapraklarının arasından kucaklar bir avuç su gibi akıp giden hayatı? Ağız dolusu güldüğü zaman elbette ki, kahkahalarından yükselen şarkıyı pervasızca göğe savurduğu zaman... Uçurtmasının kuyruğuna saçındaki kurdeleler gibi sevinçler bağlayıp da, kıpır kıpır serçeler gibi uçurduğu zaman... Ama kara kara ellerce uçurtması vurulduğunda değil!
Bir sabah ağaran güne karşı ansızın açılan perdeler gibi, tüm griliklerini ne zaman aralar gökyüzü? Gökyüzünün gözünü de alır mı güneş, bakar mı gözlerini kısarak bilmediği bir geleceğe doğru? Yağmur kendi ıslaklığından ıslanır mı bir anı sağanağında? Rüzgar kimi zaman üşütür mü kendini de, yalnızlığının gölgesine saklanarak? Savaş tozu dumana katmışken ve çocuklar silahların duman duman katranından soluk bile alamazken gün nasıl utanmadan aralar perdelerini?
Ağrılı ve adı kendinden meçhul sağır bir sessizliğin
Ölmek günlerine inat gülümseyen sonsuz bir maviliğin
Daha hiç görmediğin ülkende açan koyu kırmızı güllerin
arasındaydı yüzün Liloz...
Cebinden düşmüştü umutların bir yerde
Hangi kaldırımın kuytuluğundaydı bir avuç gömün
Yüzün buluşmalı umutla Liloz,
Yüzün asırlarca beklediği bir ömrün...
Başı karlı bir dağın serinliğine rehin düşsen de
Bir gün kırlangıçlar sevdalısı olacak göğünün
Bir papatyasın sen aklığı kendinde saklı
Üşüyorsun ama ellerin nice sevdaların sığınağı!
Bir insan kendi gözlerine ne zaman yabancı kalır? Gözleri gördüklerine inanmak istemediğinde belki... Bir insan ne zaman kendi ellerini hissetmez olur? O eller bir çocuğu asırlardır okşamamışsa, ellerinden doğan dünyaya dokunmamışsa belki... Bir insan kendi ömrünü kendi dışından nasıl adımlar? Mümkün müdür başka ömürlerin ışığında var olmak?
Kar kendi soğukluğundan ne zaman üşür? Akşam usul bir perde gibi kapanırken üzerine günün... Semtin en yoksul sokakları soğuğun en adaletsiz kollarıyla sarmaş dolaşsa ve kar yapayalnız yağıyorsa üşür elbette... Yalnızlığının hırsından mı bunca soğuk kar? Kapısı zorlukla aralanan bir evde, soğuktan titreyen parmaklarıyla ıslanmamış bir odun bulmaya çalışan küçücük bir çocuğu görür de kendi soğukluğundan daha çok üşür kar... Kar kendi kalbinin üşümesini engelleyebilir mi?
Sabah serinliğinde sevinci söyleyen çığlıkların
Şehr-i İstanbul'da vapurların ardısıra koşan martıların
Rüzgarlarında hayat kokan kardelen açmış dağların
arasında kalsın yüzün Liloz...
Belki bütün dallar ıslaktır yaşam sağanağında
Sonbahar belki bütün dalları sarartır
Sen yeşil bir bahar dalı kal Liloz,
Yeşilliğin hepimizi ağartır...
Herkesin unuttuğu bir kış akşamının tenhalığında
Senin kalabalığın usulca umudu anlatır
Bir kış güneşisin tüm buzların eridiği
Kanayan günlere gülden şarkıların indiği!
Kederin yitik acıların matarasından süzülen damlalar gibi sağılıp gitsin isterdim, Fırat'ın asi suyunu matarana kana kana doldurabilmen için... Düşlerin yanıp gitmesin isterdim, sen sürgünlere çoktan yol almışken yakılıp giden köyün gibi... Elini kardeş bir ulusun dikenleri artık sana batmayacak bir kızıl gülü gibi tutarak, gül kokularını süt mavisi gökyüzünden kara üzüm saçlarına taç yaparak...
Meltem KayaKayıt Tarihi : 5.11.2008 00:55:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Meltem Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/11/05/umuda-mektup-3.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!