Bana bir yurt ver;
Dağları ellerinden,
Göğü gözlerinden olan...
Kaşların en güzel ceylanlara orman
En ışıklı yıldızlar kayar saçlarında..
İşte geldim sana, acısı bulutlara kar olan bir dağın tepesinden.
Akar suları hüzün olan çeşmelerden bir tas su getirdim sana.
İçim içime sığmadı, güneşin en zararlı tarafından baktım dünyaya.
İşte geldim sana sen yoksun...
Dünyanın en kurak yerinde yetişen, en zehirli bitkileri topladım kendim için
Çok geçmeyecek aradan
Sokaklar bastığın yerlerden yeşerecek
Bir camii girecek düşlerime
Çevresi senin mevsiminden kokacak
Martılar yine bir vapurun peşi sıra uçacak
Hangi yastıkta çiçekler açmaz saçın değmişse?
Hangi gül solar elin değmişse?
Hangi memleket kurak kalır gözün değişmişse?
Hangi yangın yakmaz gönlün değmişse?
Bak, gör ve dinle beni,
Aşk huşu içinde.
Ve sen nur gibi parlayan ay.
Nasılsın diye sormana gerek yoktu
Sen sordun iyiyim…
Kapanmadı pencerem,
Gözlerin diyorum
Gözlerim diyor
Bilmiyor zâhir kendini,
Gözleri ne güzel gülüyor…
Ellerin diyorum
Sana doğru kanat açmış bir serçe bulsam.
Tutunsam o minik kanatlarına...
Gözlerinin bulutların da, uçuşan bir martı olsam.
Dokunsam ellerimle zambak saçlarına...
Reyhan kokuna sarılsam sonra.
Elimi tut sevgili
Dönelim çocuk zamanlara.
İnanalım bütün yalanlara.
Çıkalım şarkılı yerden yükseklere,
Kuralım misketten hayaller...
Eylül geldi
Ve artık bir üşüme tuttu bizi
akşam vakitlerinde ve ağlamaklı gözlerin merhabasında.
biraz yağmurla ıslandı gözlerim...
Ve biraz yağmur kimseyi incitmezmiş...
Tut ellerimden fortuna beraber yürüyelim bu dağlık mavilikler de.
Üşüyen kalplerimizi ısıtalım sarılarak.
Bir bir alıp gidelim kederleri, denizlere dökerek...
Sen gitme fortuna neyine yürümek senin;
Yazık değil mi ayaklarına.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!