Saat Çini vurdu birden: pirinççç
Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
Kasketimi eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.
Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Zaman zaman fikirlerimiz çatışsada Kemal İspir hocamız çok güzel açıklamış.Sağolsun varolsun.Selam.
Şiiri ben yazmadım. Yorum da yapmadım. Sadece açıkladım.
Demek ki SOLCU AŞKI böylesi bir şeymiş. :)
Bir de siz açıklasanız da yararlansak?
Not: Solcu değilim.
Sayın Onur Bilge,
Zaman zaman bir fısıltı gazetesiyle “İNSANIN İÇİNİ GÖSTEREN GÖZLÜK” yapmışlar ve piyasaya sürmüşler, diye millete yayarlar. Vatandaş ta “Aman Allah’ım!.. Şimdi ne yapacağız, zırhla mı gezeceğiz? Ar, namus kalmayacak millette…” sızlanmalarına, söylenmelerine başlardı…
Eh be kardeşim. Muhteşem bir yorum yapmışsın. Cemal Süreya’yı belki çok iyi bilenlerden, okuyanlardan biri de olabilirsin. Ben kendi adıma yorumuna, ne yorumu muhteşem tahliline bayıldım. Enfes buldum, dersem abartmamış olurum inan ki? Çünkü çok muhteşem, akıcı, etkileyici bir üslup kullanmışsın.
Ama be kardeşim, şiiri iki bölümde değerlendirirsek eğer, 1. bölümde nasıl bir aşk ki ülke aşkı, şairin ifadesiyle “orospu kadın aşkı”na benzetmiş. Siz de ne güzel uydurmuşsunuz bu aşkla vatan, ülke aşkını. Aşüfte, hafif, yosma, dilber vs değil. Dosdoğru ırzına geçilen, suları saçlarından süzüle süzüle Akdeniz’e, Karadeniz’e akan tam bir erotik hatta pornografik bir aşk. Ne güzel bir teşbihle severmişiz meğer biz bu ülkeyi. Ha, bu konu ile ilgili şunu da söyleseydin eğer; vatanını, ülkesini işte böyle sevenler de var ülkemizde… Böylesine ırzına geçercesine, iliklerine kadar sömürürcesine (somururcasına şiirin ruhuna daha uygun düşer) sevenler de var.
Şair, kimseyi hedef almadan kendini anlatıyormuşçasına “TARİZ”de bulunuyor.
Neden olmasın derdim, belki o zaman…
“TELMİH” gözlüğünü çıkarıp bir daha bakar mısın?
İkinci bölümde belki biraz daha memleket var gibi. Sonuç mu, yine o doyamadığı, unutamadığı egzantirik aşk, erotik aşkın son noktaları, bitti yazmayan pornografinin boşalım hali…
Her şeye rağmen “TELMİH” gözlüğünüzle çok güzel değerlendirmişsiniz.
Şaire böylesine güzel şiiri için, size de telmih gözlüklü yorumunuz için tebrikler.
Hayatın var olan bir gerçeğini dile getirmiş şair. Bu yönüyle çok başarılı olmuş. Aşkı da çok güzel anlatmış. Maşuku, yosması Çin işi miydi bilmem ama derinden etkilemiş şairi. O da duygularını vatan aşkıyla birleştirmiş ve vatanımı da işte böyle seviyorum, mavi Ummanların en derinine dalar gibi. Islak ıslak akan ırmaklar gibi…
Saygılarımla..
Böyle zorlama bir yorumla bu şiiri kimseye ne sevdirebilirsiniz Onur hanım ne de beğendirebilirsiniz.Sizinle aynı fikirde değilim.
Beğenen malum zevatlar da siz açıklamanızdan sonra
beğenmekten vazgeçebilirler.Bu yönden belki yorumunuz hayırlara vesile olur.kimbilir? Saygılarımla.
Bu şiir, TELMİH dolu… Hemen hemen her dizede bir iki tane var. Telmihlerle örülü bir şaheser… İmgeler ve anımsatmalarla inşa edilerek bulmaca meraklılarına sunulmuş. Satır satır açıklamak, ilmek ilmek sökmek, örülenleri ve anlamak…
Anlamak, içindeki aşkın türünü önce… Bir kadına duyulan aşk paravanının ardına bakmak, usulca ve görmek VATAN nasıl, ne kadar, ne sonsuz sevilirmiş!..
YALNIZ AŞKI VARDIR AŞKI OLANIN derken, aşkları arasında VATAN AŞKI da vardır ki tarifi öyle zor ki başka nasıl anlatılabilir?
'Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutmadım...'
Bu dizeleriyle cinselliğin uç noktalarında gezinir görünürken, aslında aşkının, VATAN aşkının sonsuzluğunu sergilemeye çalışmaktadır.
Şimdi şiiri açıklamaya geçebiliriz.
ÜLKE
Saat Çini vurdu birden: pirinççç:
Saatin çınlama sesiyle Ç sesi, ÇİN ve pirinÇ çağrıştırılmış. Önemli bir söyleme başlanılacağı zaman bir gonk duyulur ya… Hâkim kürsüye vurur. Ya ikaz edecektir ya çok önemli bir şey diyecektir ya da karar bildirecektir. Ses kesilmeli ve herkes onu dinlemelidir.
Bir şiir şöleni… Kalabalık mı kalabalık… Fısıltıların uğultuya dönüştüğü, insanların yanlarındakilerle ortamdan uzaklaştıkları an… o zaman Cemal SÜREYYA sahneye çıkmış, yavaş yavaş mikrofona doğru ilerlemekte… Fakat konuşmalar kesileceğine artmakta sanki… Sanki umursanmayacak gibi anlatmak istedikleri… Gözler ararcasına halka bakmakta… Kendinden emin bir hareketle mikrofonu kavrayıp dudaklarına yaklaştırırken:
“ÜLKE!..” demekte…
ÜLKE için o kadar çok şiir yazılmış ki! Duyarak veya duymak zorunluluğu hissedilerek… O farklı olmalı. Başka bir TINI ile başlamalı şiiri. Öyle bir tınıyla ki uyuyanlar uyanmalı!
Öyle bir kibrit çakmalı ki tüm gönüller o aşkla yanmalı! Hem öyle bir yangın ki orman yangını… Döne döne, dolana dolana, YURT SATHINA yayılmalı!
İşte o TINI, ilk dizede! Ç yankılanmakta, salonda Ç I T yok… Sessizlik…
Saat Çini vurdu birden: pirinççç
...
ÜLKE, ÇİN ve PİRİNÇ…
Türkiye, Çin ve yiyecek… Açlık ve tokluk… Varlık ve yokluk… Yani EKONOMİ… Her şeyden önce GELİR EŞİTLİĞİ…
“Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan”
UYKU, uyanmak… Uyandırmaya çalışmak, şairin işi… Uyku beyaz. Pirinç beyaz. Yol beyaz… Yatak çarşafı, nevresim, yastık kılıfı beyaz… Hayaller beyaz, bembeyaz…
“Kasketimi eğip üstüne acılarımın”
Kasketin inmesi, NAMUS mefhumu… Utanmak… Halimizden, namus meselesiymiş gibi utanmak… Varlık, namusun da garantisidir. Yani kimseye muhtaç olmayacak kadar… Bir memlekette fakirlik gırtlağa dayanınca namusunu satmak zorunda kalan analar bile olur. Hemen hemen her köşebaşında rastlanan kadıncağızlar… Ki adları AYŞE, FATMA, HATİCE… Bilinçli insanlar için bu durum, YÜZKARASIDIR!.. Kasket, acıların üzerine eğilir. KAPATABİLECEK Mİ? Kimbilir?
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
“Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.”
Mutluluğa hasret çocuklar… Enginliğine, mutluluğun… MAVİ, sol görüşün simgesi… UMUT rengi kabul edilen… Ummanlar gibi… Ufuklara özlem… Oysa:
”Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman”
Belki de annesi dans ederdi salaş meyhanelerden birinde… İniltisinde sızlarken içi, vicdanında engerekleşirken çocuğuna anlattığı yalan ve inerken gözyaşları yanaklarından… Dans ederdi incecik bedeniyle… Dans ederken uzardı vücudu, derdi, yazgısı… İçinde hep aynı sızı… Yoksulluk, umursanmazlık, dışlanmışlık… Daha dahası… Bunlar hep alınyazısı…
Seni ben de severdim başka erkekler gibi ama onlardan biraz farklı… Kendini ne kadar zarif sevdirirdin! Yalnızlığıma misilleme yapardım sevginle… Seninle avutmaya çalışırdım kalbimi. Bilmeni isterim ki ben seni… Başka severdim… Başkalarının anlayamayacağı gibi…
”Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa”
“Yalnız aşkı vardır aşkı olanın”
AŞK gelince başka hiçbir şey kalmaz. AŞKI OLMAK, sevgilisi olmak… Kimdir sevgili? VATAN…
”Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan”
VATANI kaybetmek, vatansız olmaktan çok daha zor!
“Sen yüzüne sürgün olduğum kadın”
Bulunduğumuz topraklara Orta Asya’dan geldik. Sürgün değildik ama göçebeydik. Vatan arıyorduk. Buralarda yurt tuttuk. Öyle bir yurt ki bu topraklar; göz göze geldiğimiz herkes kardeşimiz. Düzlüklerin, ovaların (alnın) çocuğum, ağzın (koyların, körfezlerin, deltaların) sevgilim; dokunduğum her yerdesin. Tuttuğum ne varsa, senin ellerin… Üretkenliğinle, doğurganlığınla karımsın. Önün arkan, sağın solun… Her tarafın bana ait, benim, yalnızca benim! Her türlü cilvenle, nazınla benimsin! İşte bütün bunların bunların bunlarınla, her şeyinle SONUNA KADAR, SONSUZA KADAR BENİMSİN, BENİM ÜLKEMSİN!..
KARANGU: Asya’da kullandığımız dilimizi çağrıştırmak için kullanılan, oralara olan bağımızı anımsatan, KARANLIK, SİYAH, KARA anlamlarına gelen burada KARASEVDA anlamında kullanılan bir sözcük.
Seni unutmam mümkün mü? Sesin kulaklarımda…
“Ormanların gümbürtüsü başıma vurur.
Nazlı yârin hayali karşımda durur.”
Ormanlara (halkına) doğru konuşursun sanki. Bana seslenirsin. En gizli, en yasaklanan sözcükleri dilime getirirsin. Şu KARASEVDAN, şu acayip şu Asyalı aşkın yok mu!.. Nefesimi kesen, beni zehirleyen... Kuytularında yaşadım, o kısa, o korkunç hükümdarlığı. Yüreğim yerinden çıkacak gibiydi saçlarının akıntısına kapıldığımda. (Nehirlerimiz anımsatılmış.)
Yüreğim o aşkla nehirlerce çağlayarak akar, Karadeniz'e karışırdı, oradan Akdeniz'e… Oradan da daha büyük sulara akardı… (Burada da üç kıtaya yayılmış halimizi anımsıyor ve anımsatıyor. Tekrar olabilir mi? Hayal ediyor.)
Ayışında minarelerinin seyrine doyum olmaz. Burası bir İslam ülkesidir. Adım başı Kur’an-ı Kerim satılır. Herkesin alıp okuyabileceği kadar çoktur, hemen hemen her evde vardır ama kimse anlamına inmek ve bir Müslüman’a yakışır şekilde yaşamaya yanaşmak istemez. Sokaklarda hâlâ ölüm kol gezer! Kardeş kardeşi vurur.
Ölüm, gencecik insanların yüzlerine bir çeşit sevgiyle, VATAN sevgisiyle uçar, gelir. Ölüm gelir, çocuk denecek yaştaki çocuklara. Gerek kurşunla, gerek kararlarla…
Ölüm kokan o sokaklardan ben de çok geçtim. Damağımda ölümün dilinin yosunlu tadı… (Teneşir, tabut, kabir, mezarlık… Kan, ıslaklık, rutubet, yosun kokusu…)
Önce buğulu (biraz uzaktı) sonra cam gibi parlak (sonra burun buruna geldik ölümle) sonra buğulu yine (yine teğet geçti).
Bir takım tavşanları andıran (aslında korkaktılar) bir takım su hayvanlarını (zararsız, güçsüz…)
Pazartesi günlerini (Okulun, işin başladığı günler… Yeni bir maceranın… Aynı tedirginliğin başladığı…) ve haftanın öbür günlerini (Diğerleri de aynıydı.) Yani salı çarşamba perşembe cuma cumartesi… (Hep aynı terane…)
Bir başak, Konya Ovasını anımsatır. O başakta o Konya'da ÜLKEMİ ararım. Ben şimdilerde her şeyi EKONOMİYE bağlıyorum iyi mi? Altın ölçüyü, çift ölçüyü ve malı mülkü, parayı pulu, altını… Karşılıksız para basma yetkisini… Fırat'ın suyunu, Palandöken'i, Erzincan'ın düzünü, asma bahçelerin dibini, Antalya'nın (DOĞDUĞUM, YAŞADIĞIM YER… TOPRAĞIM!..) denizini, o denizin dibini, beş türlü yengeç yaşayan sularında; çağanoz, adi pavorya, çingene pavoryası, ayı pavoryası, bir de çalpara… Bunlar da Akdenize kıyızı olan olmayan, yine de denize kıyısı olan, vaktiyle bize zarar vermiş beş ülkedir.
Ne kadar duygusal olduğum iyi bilinir. Hüznü ben körüklüyorum. EY GÜZEL VATAN!.. Sen, kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim ilacımsın. Yokluğun gırtlağıma kadar geldi!..
Bir zamanlar şölenler verilen toprakların şimdi sahipsiz kaldı.
”N'olur ağzından başlıyarak soyunmaya”
Konuş artık! Anlat derdini! Biz de rahatça konuşabilelim! Anlatabilelim, aydınlatabilelim çevremizi!
”Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme”
Akından akına koştuğumuz zamanlardaki gibi yeniden fethedelim seni!
“Çık gel bir kez daha çıkıntılardan”
Üç kıtaya hâkimken, daracık bir alana sıkıştın. Çevrendeki girintileri, çıkıntıları zorla, aş, yayıl, eskisi gibi!
”Çık gel bir kez daha bozguna uğrat”
Güçlen ve tekrar titret tüm dünyayı!..
Benden bu kadar... Tarafsız bir dille açıklamaya çalıştım. Akıl karıştıran yerler varsa, sorabilirsiniz.
Mutluluklar…
Onur BİLGE
bu şiiri yorumlamak ,şaiirin neler söylemek istediğini anlatabilmek sanırım şairin iç dünyasına özgü bir durum olsa gerek. tabiki değişik çağrışımların herkes tarafından hissedilmesi mümkündür. fakat net olarak bu böyledir. şu şöyledir. diyebilmek ileri iddacılığa girer.şair iç dünyasının labirentlerinde gezinirken aldığı hazzı ,o gizemli yangınların dehlizlizlerinde uyandırdığı yeni keşifler ne derece kağıda düşmüş bilemiyoruz. deminde söylediğim gibi bir nehir gezintisi yapmış, biraz rüya boyutunun iz düşümünü, birazda hayatın varoluşculuk penceresinden harmanlayarak bu gizemli şiiri tamamlamıştır. şiirler hissettiklerimizi tam olarak anlatmaya yetseydi heralde herkes bir şiirle yetinir bu kutsal metinleri tapınağı olarak kabul ederdi.aciz insan algısı bu hayat döngüsünde neleri ifade edebilir..tabiki yaşamaya dair ne varsa aksettirecekleride ondan ibaret olacaktır. bunun ötesi suyun dibinde şarkı söylemek gibi.. gargaralara örülü abis nağmeler sinsilesidir. ve selam .
Seven ; sevdiğini , bir meleğe benzetir
Ona hürmet eder , hal ve hatır gözetir...
Bunun sevdiği , binbir çeşitten bir örnek ;
Alnı kardeş , kıçı orospuyu özletir ...
Komünist taktiğidir ; derler ki , bizden olanı sınırsız övün ...
Bizden olmayanların ; aklına , fikrine , yazdıklarına sövün ...
Bu yüzden Türk şiiri kızıl çirkeflerde yıkandığını sandı ;
Ey BAHA denen kızıl , şiirin bu haline bakta sevin ...
YALNIZ AŞKI VARDIR AŞKI OLANIN
Cemal Süreya, erotizminin sınırlarında dolaşmak ve dolaştırmak, hatta o sınırları yıkıp kalıntılarını dahi ortadan kaldırmak ister. Onun için aşk, erotizmle iç içedir. Üvercinka ile anılır. Aşkı, cinsel yakınlığın dünyayı unutturan yalnızlığında aramış.
YALNIZ AŞKI VARDIR AŞKI OLANIN der ama…
'Ama kadınlar, Tanrım,
Öyle sevdim ki onları,
Gelecek sefer
Dünyaya
Kadın olarak gelirsem,
Eşcinsel olurum'
***
HÜKÜMET
'Bu hükümet
Pir Sultan'a pasaport vermiyor,
Onu anladık.
Yunus Emre'ye de
Basın kartı vermiyor,
Onu da anladık.
Ama bu hükümet
Ferman çıkarmış
Karacaoğlan'ı
Otobüse bindirmiyor.'
***
Edebiyatı, toplumun yapısını bozmak amacıyla kullanır gibi görünürken, gizli gerçekleri gözler önüne sermeye kararlı olduğu anlaşılmaktadır. Bir kadına değil, aşka âşıktır ama onun bu hali, toplumsal olarak yaşanan bir âşıklık ya da çapkınlık halidir.
1931 Erzincan’da doğmuş, 61 darbesi, 12 Mart muhtırası, 80 darbesi gibi çalkantıları derinlerinde hissetmiş, bu hissediş esnasında, ironik bir dille yaşadığı süreci anlatmış, o süreçle adeta içselleşmiştir.
Cinselliğin tabu olarak görüldüğü toplumumuzda yaşanmakta olan, düşüncesine göre doğal karşılanması gereken bir olguya toplumun ayıplayıcı yaklaşımının yadırgatıcılığının farkına varmış, gizli gerçekleri ince bir alayla örüp şiirle ilan ederek, yok saydırılmaya çalışılan erotizmi gün ışığına çıkarmış, inadına, uç noktalarında dolaşarak boy göstermiştir.
Bazı erotik ayrımları dile getiren ilk kuşak, Servet-i Fünuncu'lardır ama ötesini yazanlar İkinci Yeni'cilerdir.
Mesela, 'İngiliz' adlı şiirindeki kadın, sevgili ya da eş değil, kolay bir kadındır. 'Kolay Meryem'in, üç türlü duruşundan bahsederken, ortadan yazmak yerine, toplumda yaşananları alaya alıp içten içe öğünerek kendisini anlatmayı tercih ettiğini göstermiştir.
'Ayakta duran kadınlar olur ya
Meryem bunlardan
üç türlü ayakta duruşu var
Birini yalnız bana kullanıyor
- Güzel mi bari
- Hem de nasıl'.
CEMAL’in C sini atıp tekrar düzenleyerek ELMA haline getirmiş, yine kolay kadınlardan bahsetmiş:
'Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum'
Onların aşkla alakalı olmadıklarından, ruhsal açlığı gideremediklerinden söz, belki de şikayet etmiş. Öylelerinden intikam alırcasına şöyle demiş:
'Başka evlerde karşılaştık
iliğinden öptüm seni'
Evliliğin, insanın doğasına ters düştüğünü ima etmiştir. Evliliğin, aşkı öldürdüğünü… Evli kadın veya erkeğin gözünün dışarıda olabildiğini…
'Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer
Onunkine polis.
Yasadışı bir aşk,
Evlenmeyi
Hiç mi hiç düşünmüyor.'
'Oysa koca da ne benim kollarım var'
'Soy bir portakal yedir bana dilim dilim
Ben Uzunminareliyimdir doğma büyüme
Ne yapıp yapıp denizi görmek isterim'
'İki ses, iki bakış, gelişir nasıl
Tek bir cümle gibi, sözlere karşın
Sivri topuklar nasıl ortasına
gömülmüştür belleksiz halıları'.
'Hafta Sekiz'
'İstanbullar geminin altında
Kadınları sorarsan onlar da öyle
Şişeler de geminin altında, Güzin'de
Allahtan beni kimsecikler görmüyor
Canımın istediğini yapıyorum
Çırılçıplak sularda yıkanıyorum, utanıyorum
Güzin utanmak istiyor ama nerde
Nasıl utanacak bu boş şehirde'
***
'Üzerinden sevişmek, kadınım,
Sigaranın, Asya'nın, omuzların,
Üzerinden aile fotoğraflarının
Eller nasıl duygandır nasıl yalın'.
'Üzerinden Sevişmek'
Hatta evli kadınların bile çapkınlık yapmakta olduklarını ispatlarcasına yazdığı şiirler de vardır.
'Kadınlar uçtadırlar
Hele evli kadınlar'.
'Dostluklar İçin Düzyazı'
YALNIZ AŞKI VARDIR AŞKI OLANIN der ama…
ÜLKE adlı şiirinde...
Sabredin biraz. Geliyor. :)
kurgulanmış bir şiir değil..kendini bulduğu ilk ırmağa atıvermiş.sonrası debilerin ve ivmenin işi...bazen bir şelaleden düştüğüde olmuş, ama toparlanmış hemencecik ..incinmiş azıcık, cisimlere saklamış kırılmış yanlarını...ama yinede tek parça ulaştırmış şiirini.. o engin denizlere.
Bu şiir ile ilgili 65 tane yorum bulunmakta