Camın Ardındaki Aşk
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Mutfaktaki pencerenin önünde, elimde buz gibi olmuş bir fincan çayla duruyordum. Dışarısı kışın en keskin soğuğunu taşıyordu, ama içimdeki fırtına çok daha şiddetliydi. Pencerenin buğusuna, kaybettiğim nişanlımın adının baş harfini çizdim. Parmak izi, buharın üzerinde saniyeler içinde kayboldu. Tıpkı nişanlımın hayatımdan kaybolduğu gibi...
Bir yıl olmuştu. Bir yıl. Her şeyi bir anda alıp götüren o lanet olası kazadan sonra, benim dünyam tek bir tona boyanmıştı: Yokluğunun grisine. Nişan yüzüklerimiz, hâlâ komodinin üzerinde, küçük kadife kutusunda yan yana duruyor; şimdi tamamlanamayan bir yemin anıtı gibi.
Elimi ceketimin iç cebine attım ve eski, yıpranmış bir zarf çıkardım. Bu, nişanlıma ulaştıramadığım son mektubumdu. Günlerce yazmış, her kelimeye bir damla gözyaşı damlatmıştım. Mektupta, onu ne kadar çok sevdiğimi, onunla kurduğum her hayali, hatta birlikte yaşlanacağımız o küçük kasabayı bile anlatmıştım. Ama gönderememiştim. O mektup, nişanlımın ait olduğu yere—ölümün soğuk, ulaşılamaz perdesinin ardına—gidebilecek bir yol bulamıyordu.
Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle;
aşktan ikmale kaldık...
Bak her sabah bağıran yeni sabaha,
artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş,




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta