Ruh ufuksuz yaşamaz.
Dağlar ufkunda mehabet,
Ova ufkunda huzur,
Deniz ufkunda teselli duyulur.
Yalnız onlarda bulur ruh ezeli lezzetini.
Bu ufuklar avutur ruhu saatlerce, fakat
Bir zaman sonra derinden duyulur yalnızlık.
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
saygılar.
YAĞMUR – KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ’NDEN ALINTI İLE ŞİİRİ OKUYALIM…
Gerçekten bir ayağı mazide, diğer ayağı atide olan, hem Osmanlı hem de bir Cumhuriyet dönemi şairidir Yahya Kemal. Osmanlı şehrinde ve Osmanlı topraklarında doğan muzdarip şair, hayatının büyük kısmını Cumhuriyet Türkiyesi'nde, doğduğu ve özlemini ta iliklerine kadar hissetiği, o çok sevdiği Üsküp'ünden, Rumeli'sinden uzak olan bir başka Osmanlı şehrinde, payitahtta yaşamak mecburiyetinde kalacaktır. Yine hayatının büyük bir bölümü o muhteşem maziye duyduğu özlemi dile getirmekle geçecek ve özellikle bu mazi iklimi içinde kendi dünyasını dolduran özel kişiler ve olaylar büyük bir yer tutacaktır. Cumhuriyet tarihinin adeta en titiz şairi olma özelliğini taşıyan Yahya Kemal'in zaman zaman şiirlerini yakından incelediğimizde, arkasındaki ruh hâlini bulabilir ve onu şiir yazmadan önce yaşadığı, duyduğu hisleriyle baş başa yakalayabiliriz. Onun 'Ufuklar' şiiri bunlardan birisidir. Onun 'Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım' adlı eserinde zikrettiği bazı pasajlar, bir kısım şiirlerini daha iyi anlamamız açısından hayli kıymetli bir hatırattır bizim için. Yahya Kemal eserde zaman zaman şiirlerinin arka planını sunmakta ve hangi şiiri hangi ruh hâliyle yazdığının ipuçlarını bazen açık, bazen de gizemli bir sır perdesiyle açıklamaktadır.
Şairin hayatına yön veren çocukluk dönemi Rumeli'nin Üsküp şehrinde geçmiş ve on üç yaşına kadar beraber yaşadığı annesinden ayrılmanın verdiği hüznü bir ömür boyu içinde taşımış ve bu ızdırabı uzun yıllar sonra dile getirmiştir. Bu ayrılığı hatıralarında geniş bir şekilde anlatan (s. 3–10) Yahya Kemal, 'Kendi Gök Kubbemiz' adlı şiir kitabında da 'Ufuklar' adlı şiiriyle hayli duygulu kelimelerle bu hislerini dile getirmiştir (s. 94–5).
Ufuklar şiiri bir yönüyle mistik-tasavvufi bir hava taşırken diğer yandan da hayli hissi ve dokunaklı bir üslup taşır. Şiirin başlığı gerçekten ufuklu bir şair ile karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından isabetli bir tercihtir. Şiirin bir diğer kelimesi de esasen ufuk sahibi insanlarla etrafındaki insanlar arasındaki bağı gösteren sevgidir. Peygamberler etrafında kendisini seven çok az insanla mutluydu. Çünkü birbirlerini seviyorlardı ve bunda da samimiydiler. Az bir topluluk arasındaki sevgi alış verişi, ilişkilerini belirlemekte ve bu da onları mutluluğa ulaştırmaktadır. Yahya Kemal onların sevgisini bir taraftan olağanüstü kabul ederken bir taraftan da kendi sevgisiyle ilişkilendirmektedir. Nitekim Hz. İsa'nın havarileriyle, Hz. Muhammed'in de ashabıyla olan özel sevgisinin bir benzeri de kendisiyle annesi arasında vardı.
Sevgi, Yahya Kemal'e göre bir ufuk meselesidir. Ufku olan insan sevebilir. Çünkü ancak ve ancak ufuk sahibi insanlarda 'bulur ruh ezeli lezzetini' Her ruhun bir ufku vardır. Zira hiçbir 'ruh ufuksuz yaşamaz' ya da ruh, ufku ölçüsünde ancak yaşayabilir. Nitekim gerçek ufuk sahibi ruhlar onun gibi dağ ufkunda heybet, mehabet ve azamet hissederler. Dağlar onlara büyük bir cesaret verir. Dağlar güvendir, ululuktur. Büyük ufuk sahibi insanlar dağlara bakınca ancak böylesine hisler duyar. Ova ufkunda da derin bir sükûnetin verdiği eşsiz bir huzur hissedilir. Zira alabildiğine düz ve yeşil bir zemin o insanların ufkunu büyük bir mutluluğa taşır. Aynı insanlar denize baktıklarında da sükûnetin verdiği teselliyi büyük bir hazla ruhlarında duyarlar. Ruh bütün bu ufukların meydana getirdiği dünyada güven içinde ve huzurlu bir hayat sürer.
Yahya Kemal, bu üç ufku daha çocukluğunda yaşamış ve bu boyutları hayatının pek çok anında hissetmiş bir insandır. Etrafı dağlarla çevrili Üsküp'ün büyük ovası yanında deniz misali büyük Ohri gölünün verdiği teselli ona, bütün bu hisleri bir arada yaşama imkânı sağlamıştır. O, uzun sayılmayacak zaman dilimi içinde bu ufukları gözleriyle taramıştır; fakat bunları daha sonra sadece hisleriyle, büyük özlemler içinde anacaktır. Yahya Kemal'in o rakik ruhunu bu ufuklar saatler boyunca avutacak, ne yazık ki Üsküp'ün ve çok sevdiği Rumeli'nin diğer bölgelerinden, o güzel topraklarından uzak olmak onun derinden yalnızlık duymasına sebep olacaktır. İşte o zaman ruh kendine bir ufuk arayacak, ancak bulamadığında büyük bir üzüntü yaşayacaktır ama bütün bu ufuklar bir yönüyle maddi hayatı yaşayan insanların maddi ufuklarıydı. Yaşayanları mutlu etmekte ancak manevi ufka uzanmadığı müddetçe de geçici bir tablo arz edecek ve geçtikten sonra, onda olduğu gibi herkeste derin duyulan bir yalnızlık hissinden başka bir şey bırakmayacaktır.
Yahya Kemal'e göre esas ufuk manevi olandır. Zira manevi ufku engin ve alabildiğine sınırsız olan insanlar tabiatıyla sınırsız bir ruh huzuru yaşamaktaydılar ve bu insanlar da peygamberlerdir. Manevi ufku sınırsız olan bu insanlar dünyada iken çok mutlu bir hayat sürmekteydiler. Zira görünen dünyanın ötesinde bir ufka sahiptiler.
*Dağ ufkunda mehabet yanında Yaratıcının azametini ve gücünü, kuvvetini görebilmekteydiler. Yine Ova ufkunda ebedi huzuru, deniz ufkunda da Yaratıcının sonsuz tecellilerini bulabilmekteydiler.
Şair, onları her ne kadar bahsin üstünde gösterse de gerçek ufuk sahibi insanların onlar olduğunu ve ruhun ufuk ararken onları rehber edinmesi gerektiği gerçeğine de ince bir geçişle işaret etmektedir.
Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed (s. a. s.)'in ruhlarında bu büyük ufku yakalamasıyla birlikte mutluluğu da yakaladıklarını ifade ederek, onların havariler ve ashab ile birlikte bir taraftan sevgi, bir taraftan da engin ufuklarıyla huzuru bulduklarını dile getirir.
Yahya Kemal, ruhun ufkuyla ilgili mistik bir değerlendirme yapıp peygamberlerin ufkundan, ruhi yapılarından ve çevresinden bahsettikten sonra kendi ruhunun özlemine getirir sözü.
*Onun ruh ufkunda özlediği insan doyamadığı annesiydi elbette.
O, bu ufku bir yakalamakta bir kaybetmektedir. Üsküp'ün o yalçın dağları, ovaları ve teselli veren uzak denizleri hep annesini hatırlatmaktadır. Zira annesi de Üsküp'ü çok sevmektedir ve oradan ayrılma sözünün edilmesiyle birlikte hastalanacak ve kısa süreli ayrılıktan sonra döndüğü Üsküp'te ruhunu teslim edecektir.
Küçük şair, annesinin kendisine duyduğu büyük sevgiyi ve özlemi anlayacak ve buna karşılık verecek yaşta değildir henüz; ama hissetmektedir fakat karşılık verememektedir. Annesi herkesle birlikte onun da kendisiyle yeterince ilgilenmemesinden muzdariptir. Bu ızdırap, onu önce yatağa, sonra da mezara götürmüştür. Yahya Kemal annesinin öleceğini hissetmiş ve öldüğü gece onun yanındaki odada yatmayı istemiştir.
Gece, rüyasında annesinin ölümünü ve ölüm sonrası yapılanları görmüş ve korkuyla uyanıp yanına koşmuş ve rüyasında gördüğü hadisenin aynen gerçekleşmekte olduğunu dayanılmaz bir acıyla şahit olmuştur.
Artık, o çok sevdiği annesi yoktu. Bu acı gerçeği on üç yaşında olmasına rağmen büyük bir olgunlukla kavramış ve çocuk yaşta hayatın içine birdenbire girmiştir.
Annesi ölmüştür; babası ailesiyle pek fazla ilgilenmemekte ve o ise ne yapacağını bilememektedir. Na’şın yanından hemen uzaklaştırılır ve başka bir eve götürülür. Sürekli ağlar ve ancak etraftakilerin annesinin onu cennette beklediği sözleriyle biraz teselli olur.
Ertesi gün bahçede cenaze kalkmadan önce annesinin na'şı kendisine gösterilir. Tarif edemeyeceği bir acıyla yaklaşır ve yüzünü müebbeden hayaline nakşetmek için kalbinin bütün kuvvetiyle ona bakar.
Annesinin o sabit bakışı aradan elli dokuz sene geçmesine rağmen Yahya Kemal'in kalbinde bir yaradır.
Annesinin o semavi ve gülümser gözleri, artık bakmaz olmuştur bu bizim dünyaya.
Yahya Kemal'in gözünde, dünyasını belirleyen engin ufuklar artık yoktur ve onun yaşadığı dünyaya kapalıdır.
İşte Yahya Kemal annesinin ölümünü bu şekilde ifade eder ve her insan gibi, her ruh gibi annesini özler. Hayatında her insan gibi sıkıldıkça, daraldıkça annesi gibi gerçekten dost olan insanların ufkunu arar ve canan dediği insanların ufuklarıyla teselli olmaya çalışır.
Bugün vaktim olmadığından Yahya Kemal gibi bir dev’e, o koskoca dağ’a, o mükemmel ötesi sanatkâra, büyük şaire değerlendirme yazamadım.
Benim için Yahya Kemal, bir hazinedir, idoldür, üstattır.
Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun.
****
Not: “UFUKLAR” şiiri ile ilgili bu yazı;
Yağmur – Kültür ve Edebiyat Dergisi’nden alınmıştır.
Hayatta maddi ve manevi değerleri bu kadar sıcak ortamda anlatan çok çok anlamlı bir şiir.Ruh ufku ve dağ ufku kıyaslaması,veya ya dost ufku ya canan ufku. oldukça müspet şiirdi.Tam puan +ant. Yazara rahmet diliyorum. Saygılarımla.
Üstada Allahtan Rahmet diliyorum. Ruhu özlemlerine kavuşmuştur İnşaallah. Tebriklerimle
Ufuklar ufak olmamalı hayat da insanın ufku ne kadar geniş olursa o kadar enerjik olur ruhu hasret sarar ve dengini arar toprağın suya hasret çektiği gibi nasıl ki çanak anten uyduyu görmedikçe görüntü veremezse ruh da yansıtıcıyı bulmadan arar durmadan evet ölümlüler özler sevdiğini durmadan kalbin de gözler
bu şiir gerçekten çok güzel.tamamınıjn yayınlanmasını umuyorum.bence insanın özlemlerini anlatıyor.üstadın ruhu şad olsun.devamını istiyoruz....
Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta