Tahta okul çantalarımızı, o zaman oldukça bol olan oyun alanlarından birisinin ortasına yığar, topaçlarımızla(‘ayı’ derdik) iplerini sakladığımız bir yerlerden çıkarır, hava kararıncaya kadar çevirir, çevirirdik. Topacı olmayan arkadaşlarımız ertesi gün okulda şikayetçi olurlar, her nedense yasak olan bu meşgalemizi öğretmenimiz tek tek cebimizden bizzat çıkarır ve okul müdürüne teslim ederdi. Avuçlarımıza iki cetvel vurmayı da unutmazdı.
Bakkallarda bir sandığın içerisinde satılan topaçlar genelde ‘kabaralı’ ve etrafı pembe-yeşil-sarı boyalı olurdu. Amca ve ağabeylerinden ilgi gören şanslılarımız bu kabaraları söktürür, yerine sivri bir çivi çaktırırdı.
Topaç çevirmek hüner isterdi. Deneme-yanılma yoluyla bir hayli uğraşır ve gerekli yeteneği kazandıktan sonra, yerde dönmekte olan topacı, orta ve işaret parmaklarımızı kullanarak, hoop, avucumuza alıverirdik. Açık ve teknoloji kokusundan uzak temiz havada yüzlerce kez çevirmek için fırlattığımız topaç sayesinde kol kaslarımız herhalde kuvvetlenirdi.
Çarşamba ve Cumartesi öğle sonları, pazarları da tümden okul olmadığından, topaç, uçurtma, misket (buna da ‘bilye’ derdik) , ve çember, bizim kopmaz parçalarımızdı. Açık havadaki bu hareketlilik yediğimiz besinleri sağlıklı bir şekilde vücudumuza yaktırır, senede bir okulda yapılan aşılar sayesinde (o gün okuldan kaçmazsak) yatağa düşmezdik.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.