Tahta okul çantalarımızı, o zaman oldukça bol olan oyun alanlarından birisinin ortasına yığar, topaçlarımızla(‘ayı’ derdik) iplerini sakladığımız bir yerlerden çıkarır, hava kararıncaya kadar çevirir, çevirirdik. Topacı olmayan arkadaşlarımız ertesi gün okulda şikayetçi olurlar, her nedense yasak olan bu meşgalemizi öğretmenimiz tek tek cebimizden bizzat çıkarır ve okul müdürüne teslim ederdi. Avuçlarımıza iki cetvel vurmayı da unutmazdı.
Bakkallarda bir sandığın içerisinde satılan topaçlar genelde ‘kabaralı’ ve etrafı pembe-yeşil-sarı boyalı olurdu. Amca ve ağabeylerinden ilgi gören şanslılarımız bu kabaraları söktürür, yerine sivri bir çivi çaktırırdı.
Topaç çevirmek hüner isterdi. Deneme-yanılma yoluyla bir hayli uğraşır ve gerekli yeteneği kazandıktan sonra, yerde dönmekte olan topacı, orta ve işaret parmaklarımızı kullanarak, hoop, avucumuza alıverirdik. Açık ve teknoloji kokusundan uzak temiz havada yüzlerce kez çevirmek için fırlattığımız topaç sayesinde kol kaslarımız herhalde kuvvetlenirdi.
Çarşamba ve Cumartesi öğle sonları, pazarları da tümden okul olmadığından, topaç, uçurtma, misket (buna da ‘bilye’ derdik) , ve çember, bizim kopmaz parçalarımızdı. Açık havadaki bu hareketlilik yediğimiz besinleri sağlıklı bir şekilde vücudumuza yaktırır, senede bir okulda yapılan aşılar sayesinde (o gün okuldan kaçmazsak) yatağa düşmezdik.
Bazen renkli kağıt, çoğu kez de gazete kağıdından, yapıştırıcı olarak hamur kullanılmış uçurtmalar, rengarenk ipliklerimizin elverdiği oranda gökyüzüne süzüldüğünde, bazen yumurtalı, bazen haşhaş yağlı, bazen da şekerli dürümlerimizi ısırırdık. Ve doymak bilmezdik; yanaklarımız pancar pancar yanardı...
Günümüz çocukları topacı kitap ve dergilerden tanıyor. Öğretmenler, “Öğretmenim, Hasan misket oynuyor; dersini yapmıyor,” diye şikâyet almıyor. Kaç bahar, kaç sonbahar geçti; gökyüzünde bir tek uçurtma göremedik. Birinci sınıf çocuğu, ‘Çetin, çember çevir.’ fişine yapıştırılmış, sadece çember çeviren çocuğa ait zannediyor çemberi. Ve aslını hiç görmedi; göremeyecek de...
Günümüz çocuğunun daracık odalarda oynayabileceği oyuncakları var, ağırpahalı.
Günümüz çocuğunun bir koltuğa tüneyip, saatlerce başını üzerine eğdiği tetrisleri var.
Günümüz çocuğunun, babasının-anasının içtiği sigaranın dumanları arasında da oynayabileceği atarileri var.
Günümüz çocuğunun, kendisini dört duvar arasında oynayabilme olanağı sağlayan zengin ana-babaları var.
Günümüz çocuğunun yediği pek çok besin değeri yüksek yiyeceği var ama yanakları pancar pancar yanmıyor.
Ve günümüz çocuğunun bol doktoru, bol ilâcı var. Onun için topaca, miskete, çembere, uçurtmaya hiç mi hiç ihtiyacı yok(!) .
Ve günümüz çocuğunun bilgisayarıyla, o bilgisayardaki sanal dünyası var. Oradan da çıkmaya hiç mi hiç niyeti yok.
Ama ben,uçurtmamı isterim...
Kayıt Tarihi : 6.11.2009 11:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Zaten kendisi hikaye, daha ne hikayesi bekleniliyor ki...
geldi aklıma kuyruklarını koparımdım nasılda kovalardı
beni of ya özledim o günleri
yüregin dert görmesin abim
Gönül pınarınızdan kana kana içtim
Yazan yüreğiniz hiç susmasın saygılar kaleminize
En büyük ve en uzun süren saklambaç oyununu oynadık çacuklarımıza aslında bizim yaşadığımız çamura toprağa bataçıka oynadığımız oyunlarımızı onlarla paylaşmayarak.
Onları dörtduvar arasına kollama güdüsüyle yerleştirdiğimiz zaman başladı saklambaç,hala da devam ediyor,hala devam ediyoruz saklamaya...
Seksek oynamayı,uçurtma uçurmayı,körebeyi,çelik çomağı bilmeden suni ve sanal oyuncaklarıyla güven içinde keyifli konforlu(?) bir şekilde ergenliğe zıplayacaklar.
Oyuncağımız bozulduğumuzda kendi imkanlarımzla tamir ettiğimiz zamanları yaşatmadan bozulunca yenisini alarak ebeveyn olarak üzremize düşen görevi başarıyla tamamlamış olacağız,oluyoruz.
Birgün gelecek bizlerin aktaramadıklarımız sebebiyle sorgulayacak , sitem edecek çocuklar,o zaman
Kabulümüzdür her sitemin
suçluyuz hüküm sizlerin
demekten başka cevabımız olamayacak.
Saygılarımla,
Kutlarım Yüksel Hocam...
Saygılarımla...
L. L. ERDİNÇ
TÜM YORUMLAR (5)