Kafamı kaldırdım. Bulutlara baktım. Hiç bu kadar güzel olduklarını fark edememiştim. Gökyüzü masmaviydi. Pırıl pırıl bir güneş, sanki özgürlüğümüzü ilan edercesine daha canlıydı. Bunlar çok yabancıydı bana.
Kuşlara özenmiştim yıllarca. Cezaevinin tepesinden geçerlerken, haykırırdım onlara.
“ Beni de alın yanınıza. Özgürlüğün ne olduğunu öğretin bana. Kanatlarınızda, dolaşayım dünyayı. Özgürce…. “
Anlamazlardı benim niye bağırdığımı. Hayal kırıklığıyla bakardım arkalarından. Bildiğim bileli oradaydım. Demir parmaklıklar arkasında. Kendime sorular sorardım; çoğu kez.
“ Benim, burada ne işim var? Neden, buradayım. Suçum ne? “
Hiç birine de cevap bulamazdım. Öyle ya! Neden buradayım. Ben, bir çocuğum. Ne suçum olabilir ki!
Yıllar, birbirini kovaladı. Bu sorular ve bulamadığım cevaplarla. Küçük pencereden, görebildiğim uzaklığa bakardım saatlerce. Hikayeler dinlerdim her bir hükümlünün ağzından. Aklım ermese de, hayal ederdim yaşadıklarını.
Annemin, yüzünden hüzün, gözünden yaş eksik olmazdı. Baktıkça bana, yüzündeki suçluluk duygusunu görürdüm.
Kolay mı kaderine bir çocuğu da ortak etmek. Çoğu zaman ona eziyet ederdim ona bilmeden.
Annem, neden burada olduğumuzu, sormama rağmen hiç anlatmazdı.
“ Anne! Ben dışarı çıkmak istiyorum. Dışarısı nasıl bir yer. Merak ediyorum. Hem de çok merak ediyorum. Dışarı çıkalım anne. “
Annem, ağlamaya başlar. Bana cevap veremez. Sonra da göğsüne bastırır beni ve beni oyalayan, her zamanki şarkısını söylemeye başlardı.
“ Bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür. “
Bu şarkı, beni sakinleştirir. O köye götürür. Hiç görmediğim, koşup oynamadığım çayırlarda koşturur. Buz gibi akan pınarlarından, kana kana suyundan içerdim.
Demir parmaklıklar arasından bakar, hayaller kurardım. Ben, oradaki kadınların maskotu olmuştum neredeyse. Aralarında, saç saça, baş başa kavga da etseler, konu ben olunca; akan sular duruverirdi. Kimisi, göremediği çocuğunun yerine koyar, bastırırdı beni bağrına. Kimisi, doğmasını istediği çocuğun yerine koyar, bastırırdı göğsüne.
Kader arkadaşı olarak görenler ise lânet okurlardı kadere. Işıklar sönüp, herkes yatağa yattığında ise koğuşu, ölüm sessizliği kaplar; doksan yaşındaki bir ihtiyarın kimliğine bürünürdüm sanki.
O sessizlikte, ağlayamayanlar, gecenin sessizliğinde, hıçkırıklarını azat eder, göz yaşları çeşmenin musluğu gibi açılıverirdi.
Cezası biten hükümlünün gözlerindeki sevinç, kalanların hüzünlü bakışlarıyla harman olurdu. Giden, gittiği için sevinemez. Kalanlar ise gidenin sevincine ortak olamazlardı. Üstelik, alıştıkları o yaşamdan, farklı bir yaşama uyum sağlamakta zorluk çekeceklerini bildiklerinden, endişeleri bir kat daha fazlaydı.
Bir gün, idareden çağrılmıştı. Geldiğinde, yüzü gülüyordu. Bana doğru sevinçle koşarakgeldi. Beni sıkıca kucakladı.
“ Oğlum! Çıkıyoruz artık buradan. Çıkınca, seni istediğin yere götüreceğim. Dışarıya. Koşacaksın. Oynayacaksın. “
Çok sevinmiştim. Fakat, dışarısını bilmiyordum. İçimden “ Öğrenirim, nasılsa. “
“ Anne! Dışarıya çıktığımızda, bana uçurtma alır mısın? “
“ Almaz mıyım yavrum. Alırım tabii ki. Bir çıkalım. Her istediğini alırım. “
En sonunda, o gün gelmişti. Doğduğum bu yerden çıkıyordum. Ürkek adımlarla, kapıda durdum. Ayaklarım titriyor, kendimi az sonra çıkacağım dünyaya çok yabancı hissediyordum.
Anneme baktım. O da korkuyordu. Yüzünde garip bir ifade vardı. Elimi tuttu sıkıca. Yürüdük, yürüdük. Bir dükkana girdik. Oradan, uçurtma aldık. Bir tepeye çıktık. Uçurtmayı saldım rüzgara. O da özgürdü, biz de…
Hülyalı GönülKayıt Tarihi : 21.5.2010 22:25:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hülyalı Gönül](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/05/21/ucurtma-oyku.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)