Ne zaman İstanbul giyinse yüreğim ve seyrine dalsam tüm heybetiyle yalnızlığımın, mecalsiz bir dilencinin kirlenen sakallarının rengine bulanır düşlerim. Şimdi hangi iskeleden atsam sevdayı, hangi köprüden itsem, kanadında onlarca kesik uçamıyor eskisi gibi!
Ne zaman İstanbul giyinse yüreğim, sen düşüyorsun yüreğimin yanı başına. Miras bıraktığın bu yalnızlıkla hangi sahilinde yeniden dirilsem olağanca gücümle yine sevda düşüyor sevdanın yanı başına tökezliyorum! Sevgilim mi İstanbul oldu, İstanbul mu sevgilim bilmiyorum. Ey yalnızlıklar şehri, düşlerimi geri ver!
Manzaranın sırrında kaybolurken tüm yalnızlığımla bir martının kanadına takılıyor gözlerim. Sonra bir çocuk koşarak geliyor ve simit atıyor martılara. İşte o an çocukluğuma dönmek istiyorum ama… Çocuk sesimle çağırıyorum beni gelmiyor!
Ne zaman İstanbul giyinse yüreğim, aldanmış bir aşığa takılıyor gözlerim. Soluğu gözyaşı kokan, unutulmuş saatlerde yalnızlığın eşiğinde kaybolan.
Ne zaman İstanbul giyinse yüreğim, sus diyorum yüreğime sus! Sen incindin kimse incinmesin! Oysa ne günahı vardı ki İstanbul’un onca şaire ayıp olmaz mıydı şehr-i sevdayı suçlamak?
Ne zaman İstanbul giyinse yüreğim, söyleyemediklerim düğümleniyor boğazımda. Ben susuyorum sen konuş İstanbul...
Göçmen hıçkırıklar sesleniyor ruhumun derinine. Uç diyor İstanbul ban haydi uç yapabilirsin. Neden uçmuyorsun?
Uçmayı sorma bana İstanbul, kanatlarım kırılalı uzun zaman oldu.
Sen bana miras bıraktığın hüznü ve yalnızlığı sor!
Sayfalarca anlatayım...
Kayıt Tarihi : 5.1.2024 22:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu Şarkı Bizim Olsun Kitabından bir bölüm
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!