Sana geldim yüreğim ellimde, pişmalıklarım ve yalnızlığımla. Gölgem gibi peşimi bırakmayan özlemimle. Yüreğimin sesi valse başlamış dans ediyor gözleri kapalı. Sözcükler dudağımda, boğazım kuruyor. Işık dmalacıkları gibi yüreğime dökülüyor.
Yaşamadıklarımız, yaşayamadıklarımız, acılarımız içimde volkan, gözlerimden patlamaya hazır. Kaybolmuş zamanlarda dolaşıyorum. Öğrendiklerim, yaşadıklarımdan ve gördüklerimden daha farklı.
Gün kızıl saçlarını boğazın mavi sularında yıkarken tükenmiş zamanın ardından bakıyordu. Köpüklerin üzerinde mola vermiş gemilerden hüzün ve vusalat nameleri geliyordu. Ruhların çirkinliği, salgın hastalık gibi sarıyordu. Senin varlığın beni bu salgından korurken içimde uyanan baharı, belirsiz bir geleceğe alelade koşmamı engelliyordu.
Günün karmaşası, gecenin kutsanmış yalnızlığına gömülürken denizin yosun kokusuna senin kokun karışıyordu. Yanagımdaki damlacıkların sebebi vuslat mı, özlem mi çözemiyordum.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla