Üç günlük dünya Şiiri - İsmail Soytekinoğlu

İsmail Soytekinoğlu
17

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Üç günlük dünya

ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA

Boş ver gülüm, bu gün de ölmedik ya buna da şükür diyelim ve ha de gel geçmişe gidip acı tatlı ama o güzel günlerimizi biraz hatırlayalım. Biliyorsun gülüm her şey boş her şey yalan, bu kubbenin altında kalacak olan hoş bir seda hepsi bu. Gülüm, geçenlerde sana birkaç fotoğraf daha çekeyim istedim o ipek saçlarını sahilde yele verdiğin günler de ki gibi.

Dedim ama gülüm eskisi gibi aşağılara sahile inemiyorum dönerken bayırlarda yoruluyorum artık yaşlılık işte. O yüzden de bu sefer bizim yayla yolundaki çiçekli pınarımıza gideyim dedim. Hem de bize çok emekleri olan pınarımızdan helallik almış olurum diye düşündüm. Öyle ya gülüm insanlık hali, ne olur ne olamaz.

Çoktan beri gitmediğim Pınarımızın patika yollarında ki çiçeklerimiz ayaklarıma sarılıyor bunca zamandır nerdeydiniz dercesine adeta sitem ediyorlardı. Gülüm yıllarca bize yol gösteren kollarını yerlere kadar uzatmış ağaçlarımızın pamuk yapraklarını kokalaya koklaya, çiçeklerimizle konuşa konuşa geldiğim Pınar'ımızın Ağaçtan oyma su Korunu’nun içi yine kurbağa yavrularıyla doluydu.

Yani her bahar da olduğu gibi o küçük kepçeciklerimiz yine suda oynaşıyorlardı ve her şey hala yerli yerin de nasıl bıraktıysak öyle duruyordu. Ama aşırı büyüyen otlar kurunun etrafını da oturduğumuz yerleri de kapatmıştı. Belli ki bizden sonra pınarımızla bizim gibi ilgilenen kimse olmamıştı.

Küçük kepçeciklerimizi görünce senin onları suyla birlikte avuçlarının içine alıp oynadıklarını ve arada bir de yere düşürünce ölmesinler diye telaşla suya koymalarını hatırlamıştım. Gülüm hani sen pınarın öbür tarafında ben bari tarafında oturur üstümüze yıkılacakmış gibi duran çam ağaçlarımızın seyrine dalar kuşların şarkılarını dinlerdik ya işte o güzel günler gözlerimden yine seller gibi süzülmeye başlamıştı.

Geldiğimizi gören bütün çiçekler etrafımıza toplanmış kimisi sevinçten ağızlarını açmış gülüyor, kimisi de dudak bükmüş benimle ağlıyorlardı sanki. Hemen pınarımızın başındaki sahipsizlikten yabanileşmiş bal armudumuzun yaprak hışırtıları ılık esintilerimizle birlikte gelişimizi alkışlıyor gibiydiler.

Ben böyle olacağını hissetmiş külüstür fotoğraf makinemi güzelce ayarlamış yanıma almıştım. Allah'ın işi işte, tam o sırada benim gibi yalnız bir adam gelmiş geçiyordu adamla selamlaştık. Adam yoluna devam ederken gözlerini benden ayırmıyor derinden bakıyor ve gülümsüyordu.

Birden aklıma geldi ki ben tek başıma o güzel anları çekmeyi beceremeyeceğim. Öyle ya gülüm bazı şeyleri ne yaparsanız yapın yalnız başınıza başaramazsınız. Ah gülüm ah yalnızlığı hiç kabul edemiyordum. Hele de melekler böyle yardım etmese ne yapardım bilemiyorum? Çekilmeyecek dert yoktur derler onu çoktandır anladım ama böyle nereye kadar ki gülüm?

Neyse gülüm, giderken bana gülümseyen adama “Kardeşim bizim fotoğraflarımızı bir iki dakika çeker misin diye sorduğum da adam bunu söyleyeceğimi biliyormuş gibi hemen “Tabii ki,” dedi. Fotoğraf makinemi adama verdim ve sadece Şuraya bas kardeşim, ben her şeyi ayarlamışım dedim.

Ve biz seninle geçtik etrafımızı saran çiçeklerimizin tam ortasında diz dize oturduk. Bütün hasretimizle ellerimiz kenetlenmişti. Birbirimize öyle sarılmıştık ki gülüm saçların saçlarıma karışmış, bedenlerimiz sarmaş dolaş olmuştu. Adama bizi çek böyle kardeşim, ama gülümserken çek sakın gözyaşlarımız görünmesin bu resimler belki de bizim son resimlerimiz olacak demiştim.

Adam da “Peki” diyerek bir fotoğrafçı gibi bizi çekmeye başlamıştı. Çekme işi henüz bitmişti ki adam bana buradan sonra nereye gideceksiniz diye sormuştu. Ben de bu tarafa “Eve gideceğim,” demiştim, adam da “Ben de zaten o tarafa gidiyorum isterseniz beraber gidebiliriz demişti, bende çok sevinirim demiştim.

Adamla eve doğru yürürken muhabbet ediyorduk. Ateş düştüğü yeri yakar derler ya gülüm, oradan ayrıldığımızı gören çiçeklerimizin o çiçek gözleri yine nemlenmiş bize gitmeyin diyorlardı sanki. Gülüm içimden bende feryat ediyor ve ağlıyordum ama mecburen gidiyordum, çünkü oralarda kalacak ne yerim ne de kimsem vardı artık.

Eve doğru yürürken adam yorulduğumu görmüş koluma girmişti ki seninle fotoğraf çektirirken çok heyecanlanmıştım ve arada kalbim sıkışıyordu. Zaten adam yardıma ihtiyacımın olduğunu hemen anlamıştı. Sonunda eve gelmiştik, Adam'a çok teşekkür etmiştim ama adam “İsterseniz götüreyim sizi,” demişti bende “Nereye ki? ” demiştim, “Kimseniz yok mu? ” diye sormuştu, “Var ama onlar gelecekler,” demiştim.

“Ne zaman gelecekler ’ki? ” diye sormuştu, “Onlar müsait olunca,” demiştim. Adam bu sefer isterseniz sizinle kalabilirim” demişti ve ben nasıl sevinmiştim bir bilsen gülüm. Çünkü gülüm en çokta ‘akşamları yalnız kalınca zor oluyordu’ karşı duvarın dibinde eski bir kanepem vardı, boş durmakla eskimişti? “adama şu kanepede yatarsınız,” demiştim.

Küçük odamın bahçesindeki erik çiçekleri her bahar olduğu gibi yine penceremi renklendiriyorlardı ve o yüzden ben de perdemi kapatmıyordum. Bazen de yalnızlık çok belimi bükünce çiçeklerle konuşuyordum. O anlar yine çiçeklerin beyaz, mor, pembe yaprakçıkları rüzgârla birlikte oradan oraya uçuşuyorlardı.

Zor zamanlarımda beni hiç yalnız bırakmayan bahçemde ki çalı kuşlarımın neşeli şarkıları bu sefer hüzün doluydu sanki. Ben de ninemin türkülerinden birisini içimden adamdan gizli çığlık çığlığa sessizce kuşlarla birlikte söylüyordum. Hani vardı ya gülüm “Aktı gözüm yaşı sele karıştı dost eline gider seller içinde” diye söylenen, işte o dilime takılmıştı yine o anlar gülüm.

Adam arada bir kendi kendine “Kimi çağırsak acaba? Diye mırıldanıyordu. İyice akşam olmuştu ve artık yataklarımıza uzanmıştık. Ama bir yandan da muhabbet ediyorduk, ben adama “Çektiğin resimleri vermeyi unutma ha diye tembih ediyordum.
O da bana “Sen merak etme” diyordu.

Gülüm o fotoğraflarımızdan birini senin saçlarını yele verdiğin kalem kaşlı, çiçek gözlü fotoğrafınla birleştirip mezarımızın taşına assınlar diye adama söyledim. Adam da her söylediğime tamam diyor ve kimseyi ister misin gelsinler diye soruyordu. Ben de “İstemem mi, kim sevdiklerini görmek istemez ki? ” diyordum. Adama da içimden kızıyordum ne biçim sorular soruyor diye.
Ama gülüm sonunda yalanla nereye kadar diye düşündüm ve adama senin için “o öleli yıllar oldu” dedim. Adam da “Biliyorum” dedi, “Nasıl yani? ” dedim “Boş ver,” dedi. Çocukları da çok zaman oldu görmeyeli, görmeye gidecektim ama şimdi gelme dediler dedim. bekliyorum ama beni unuttular her halde dedim.

Adam da “Olsun ne var ki” bunda dedi, bende haklısın, canları sağ olsun bir gün görüşürüz elbet Allah büyüktür dedim. Ama gülüm ne olur ne olmaz yaşlılık işte, bir daha görüşemeyiz diye de çok üzülüyor ve çok korkuyordum hatta bunlar aklıma gelince her seferinde yüreğim yerinden çıkacakmış gibi oluyordu.

Adama senin için, aslında “O beni yalnız bırakmak istemezdi ama Allah'ın takdiri işte ne yapalım, nasıl olsa öbür dünyada buluşacağız, ne kaldı ki şunun şurasında dedim. Gülüm öyle diyince, olsun ne var ki bunda diyen adamın gözleri bir anda dolmuş yüzü sararmıştı.

Adama, “ne oldu ki” diye sorduğumda, “adam öbür dünyada buluşma hayallerinize sevindim dedi, ama ben anlayamadım madem sevindi niye yüzü sarardı ki acaba dedim. Ama hemen hatırladım ki gülüm artık bende yalnız ve tek başıma kaldığım zamanlar sevinince gülecek yerde ağlıyordum artık.

Allah o kadar büyük ki gülüm. Adam birden kanatlandı ve seni de çocukları da beş dakikada aldı yanıma getirdi. Bir birimize öyle sarılmış hıçkırıklar içinde sevgi yumağına dönmüştük ki gülüm yıllardır sol yanım hep ağrır göğsüm sıkışırdı ya, hiçbir şeyim kalmamıştı. Bu kadar zamandan sonra ilk defa göğsüm sancımadan derin nefes alıyordum.

Yüreğim inanılmaz rahatlamıştı, düşünsene gülüm sen ben çocuklar hepimiz bir aradaydık, buna inanamıyordum bundan daha büyük bayram ne olabilirdi ki. Adama sarılıp teşekkür edecektim ama adam yine gitmişti. Herhalde herkese haber vermeye gitti diye düşünüyordum, ama içimden de bu nasıl iştir diye de hayret ediyordum.

Dedim ya gülüm adam kanatlanmıştı, çabucak gidip geliyordu, ben de gene mi rüya görüyorum acaba diye kendimden şüphelenmeye başlamıştım. Adam herkesi getirmişti eş dost herkes gelmişti. Yıllardır kimsenin uğramadığı küçük odam düğün yeri gibiydi. Gülüm bizim zamanımızda fakirlikten düğün yapamamıştık ya acaba bize şimdimi düğün yapıyorlar diye aklımdan geçiyordu.

Derken inanılmaz bir şey daha oldu, nasıl olduysa sen de bir dakikada sırtında kanatları olan kar beyazı bir gelinlik giyip gelmiştin. öyle güzel olmuştun ki, kendi kendime bende öyle mutlu olmuşum ki yüzüm hep güler gibi duruyormuş. Çocuklar “Babamız hala gülüşünü bozmadı” diye konuşuyorlardı ki onların seslerini duymak için elimden geleni yapıyordum.

Diyorlardı ki “Eğer babamız bize dargın olsaydı biz onun ölü yüzünü güler göremezdik. evet gülüm doğruydu ben kimseye dargın değildim. Öyle ya gülüm her şeyi yaratıcı planlıyorsa sizin ne günahınız olabilirdi ki? Kısacası gülüm bu sefer gördüğüm rüya değildi, artık ölmüştüm de haberim yoktu yani yapacak bir şey kalmamıştı.

Bende içimden ne yapalım kader işte, hiç olmazsa cenazeme geldiniz ya buna da şükür ediyordum. Zaten hayatım boyunca ne kadar kötü durumda olursam olayım şükür etmek için bir sürü sebeplerimin olduğuna inanarak yaşamıştım ve hep şükür etmiştim. Gülüm o ara bana “Hadi gidelim” dedin “Nereye? ” deyince “Cennete” dedin “ama mezarımızdan gidelim dedin çünkü yolumuz oradan geçiyor” dedin.

Fakat ben bu şekilde öldüğüme de çok üzülmüştüm gülüm, çünkü hazırlık yapamamış, ne çocuklardan ne eşten ne dosttan helallik alamamıştım. Hele de ölmeden önce bir daha çocukları gidip göremedim diye yüreğim öyle dolmuştu ki gülüm ağlamamak için elimden geleni yapıyordum. Zaten ağlayıp da moralinizi de bozmak istemiyordum.

Gülüm, adam sözünü tutmuş çabucak resimlerimizi birleştirip mezar taşlarımıza asmıştı, sen çocuklara tembih ediyordun bak biz gidiyoruz şöyle yapın, böyle yapın diye. Ne yalan şöyleyim gülüm bende mahcup bir şekilde çocuklara sözler veriyordum ve onlara “bir daha dünyaya gelebilirsem eğer sizinle düşüp sizinle kalkacak, ayrılıklara, hasretlere fırsat vermeyeceğim diyordum.

Ama hataları içinde kulaklarını incitmeden çekmeye çalışıyordum. Aslında onlara benim doğru anlatamadığım şeyleri yine anlatmaya çalışıyor ve ne olur çocuklar size sığınanları terk ederek yalnızlıklara teslim etmeyin diyordum” çocuklar da üzülüyorlardı ama iş işten geçmişti, onların üzülmelerine bende üzülüyordum.

Ama ne olursa olsun çocuklar, kapınıza gelenleri boynu bükük geri çevirmeyin, size gönül verenlerin gönüllerini kırmayın” Veysel'in dediği gibi size dost diye sarılmış kolları itmeyin diyordum” gülüm tam bir filmdi yaşadıklarımız. Bu şekil de hasretlerimiz de hikâyemiz de bitmişti, son Satırlar da inşallah bu emeklerim boşa gitmez diye dualar ediyordum.

Öyle ya diyordum gülüm geride kalan neslimize hikâyemizin ve nasihatlerimizin bir faydası neden olmasın diye umutlanıyordum. Bu dünyada başaramadık ama gülüm öbür dünyada pes etmeyi düşünmüyordum mücadeleme devam etmeyi ve geride kalan neslimiz için dualarımı sürdürecektim.

Hatta kabul ederse Allah'ın huzuruna çıkacak ona yalvaracaktım, ne olur Allah'ım savaşları durdurun acılar bitsin, ayrılıkları sonlandırın hasretler bitsin artık diyecektim. Ne olur Allah’ım birilerinin haksızca fazla yemelerinden, başka insanların ve çocukların açlıktan ölmelerine müsaade etmeyin diye yalvaracaktım.

Gülüm, meğerse ölünce daha gerçek hayallerim olmuştu. Belki bu şekilde insanlığa bir faydam olur diye çok üzgün olsam da seviniyordum. Öyle ya gülüm bir imkân bulup ‘da Allah ile görüşe bilirsem belki de bu sefer hayallerim gerçekleşir ve insanlığa benim de bir faydam olur diye çok umutlanmıştım.
Hoşça kal gülüm.
.
Bu yazı (üç günlük dünya) adlı kitaptan alıntıdır.

İsmail soytekinoğlu
Yaşanmış hikâyeler.

İsmail Soytekinoğlu
Kayıt Tarihi : 26.2.2023 01:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!