akşama bir çarşaf dolusu hüznün dökülmesine birçok anlam katılabilir
iksiri bozuk bir medyum kanlı pazarları aşk iklimine dökse
yağmurda ıslanan ruhunu giyitsiz bırakır orta çağ zindancısı
hiç gereği yokken gamalı haçların gölgesinden topluyorum kendimi
(müthiş bir faşizm korkusu, korkmanın en erdemli olduğu zaman belki)
oysa global bir aşk serüvenine günlük sorunların sancısını katmıyor hayat
akşam erken gelinmiş bir evde çocuk kokularının haberi olmuyor bundan
düşlerine evli bir hüznün konacağını bilmeyen mahur bir elif gergef işlese
bin voltluk akımları taşıyan yüksek gerilim hatları yanarken hiç durmadan
masalların isli duvarlara salıncak kurduğu mısır patlağı geceler
dijital yanılsamaların albenisine kurban gidiyor farkına varmadan
resmi tarihin gölgesinin koyu gölgesi boğuyor sensizlikten bedbin ruhumu
güne düşen bir fotoğrafın negatifinde ıslanan bir tutam esrik yürek
benim yüreğim, kasımpatıların buz altında kalmasına aldırmadan ha bre kanıyor
guernica soyut bir nostaljik resim olmaktan başka ne ki hayatın zorlamasının yanında
(franco bir faşisttir elbet, bir köyü yerle bir etmekten öte bir vahşettir faşizm)
picasso, bir sosyete sosyalistinden öte bir şey değil, ayyaşın teki belki
namuslu boyaların devrim kırmızısını döküyor da, naçar kalmışlığımızın
yarına dair hiçbir düşü düşmüyor, picasso’nun devrim kırmızısından yanan tuvaline
boyaların trilyonluk kompozisyonları global efendilere meze, istesen de istemesen de
oysa devrim, bütün coğrafyalarda kızıl meydanların zapt edildiğine tanıktı bir zamanlar
ben mesela, ayda iki resim sergisi gezerim, mecburiyet gibi bir şey akasyanın altında
bir bok anlamam renklerin uyumundan filan ve hep gezgin bir karacaoğlan’dır ruhum
iki günde bir çikolata alırım çocuklarıma, her gün öperim onları yanaklarından
uzun cümleli satırlar yazarım aşkın yedi halinden bihaber, çayı az şekerli içerim
ruhumu kendimle aldatmanın kıyısında dolanmaktan aldığım keyfi anlatamam kimselere
kendisini başkalarıyla aldatıyorum sanısıyla hiç durmadan ağlar ruhum kendi derinliğinde
kendime de anlatamadığım o kadar manyakça şeyler var ki yüzüm kıpkırmızı şimdi
nasıl bir şey olduğunu düşünürüm yakamozlarından üryan bir deniz çıplak kalsa
üryan bir denizin çıplaklığına dökülen rumca şarkılar resmiyete ters biliyorum
zaten ne ters değil ki resmiyete, seni sevmemin hesabını bu yüzden mahşere bıraktım
hani cehennem varsa bir yerde, yandığımın arapça görüntüsü düşecek hayatın tuvaline
kirli yüzüyle objektife bakan çocuk kalbimden vuruyor beni, ağrı dağı’nın eteği hüzün
sen “kızımın saçlarını örsem, bana yeter” diyorsun, doğmamış çocuğa don biçilebilir belki
belki saçlarını örersin adına şiirler yazılacak dünya güzeli kızının, gülümseyen düşler kurup
umurun olmaz zehir katılmış hayatların kıyısındaki şarapnel kokularının çılgınlığı
kirpiğindeki ok yanar mı yağmur yağsa, yokluğuna çakan şimşeklerin peşinde perişanlığım
uzun cümleleri kimseler okumuyor biliyorum, kimseler okumasın sana yazdıklarımı diye
yani sırf bu sebeple; haddinden uzun cümleler kurduğumu göstermiyorum kimselere
sana söylemek bile gelmiyor içimden, kötü bir resimden başka neyim ki hayatın tuvalinde
Ayhan Sönmez
Kayıt Tarihi : 28.8.2007 23:08:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)