'Hayattan caymayı anlayabiliyorum, ama yazıdan caymayı anlayamıyorum.”
-Murathan Mungan
Yazının erişilmez ve uğrunda savaşılacak bir safiyeti olduğuna inandık hep. Başka türlü olsa yazamazdık. Kanımca yazıdan caymamak için en önemli neden budur. Belki de “sanattan caymamak” demek daha doğru olur, çünkü toplumsal ve kurumsal baskılardan kurtulmayı sağlayan; insanın kendisini özgürce ifade edebildiği tek alandır o.
”En baskıcı dönemlerde bile insan yalnızca toplumsal boyutuna indirgenemez” diyordu Adorno.  Sanat, özellikle baskı altında iken gerçek bir kurtuluş arayışına; zaman geçtikçe de “plastik imaj çağı”ndan hızlı bir kaçış çabasına dönüşmekte. Günümüzde ise bu çabayı baltalayan tehlike oldukça büyük: Şöyle ki, sınır tanımaz kapitalizm küresel sermaye hareketlerini de denetleyerek ülkeleri hegemonyası altına alıp bundan yeni bir “kültür endüstrisi” ve “sürü psikolojisi” doğuruyor. İnsan ve metadan yola çıkarak yaygınlaştırılmış bir tüketici tipi yaratmayı amaçlıyor. Böylelikle pop-kültürün hileli pazarlıklarını kolayca oluşturuyor. Son yıllarda giderek yaygınlaşan bir biçimde kültür-sanat yozlaşmasından; sanat dünyasını salgın bir hastalık gibi saran 'aynılaştırma' girişimlerinden söz edilmeye başlandı. Çokuluslu şirketlerin dolaylı-dolaysız baskılarını incelemeyi şimdilik bir kenara bıraksak bile, “popüler marka – medya – politika” üçgeninde boğulmakta olan sanatçının bu üçlüyle yapacağı hesaplaşmayı gözden kaçırmamak gerekir. Kültür erozyonu ve yozlaşma konuşuluyorsa eğer, yeterince direnmediği takdirde yazarın da bu süreçte diğer sanatçılar gibi ötekileşmesi ve yalnızlığa itilmesi kaçınılmazdır. Yazara dayatılan bir tür 'kimliksizleştirme' operasyonudur bu. Ancak bireye ve onun yaratıcılığına bütünüyle hükmedilemediğini de görüyoruz. Dolayısıyla Adorno yerinde bir tespitte bulunuyor, çünkü sanat emekçisi karşımıza özgürlük duygusu - başkaldırı ve direniş‘in sesi olarak çıkıyor. Çözüm arayış mücadelesi daima sorun yaratan bir güce karşı verildiğine göre, güç orada durduğu sürece sanat da kendisini korumaya çabalayacak, düşünen bir varlık olan insana “insanı anlatan, insanı konuşan” olmayı sürdürecektir. Süreci iyi anlamak için eytişim (diyalektik)   kurallarını anımsamak yeterlidir.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




doğru bir saptamayla; asfalt, urizen, vertigo II, atların ölümü, balıklar, scenario, hadi ve giyotin şiirlerimde söylemeye çalıştığım bir kavram üzerine oldukça değerli bir çalışma yapmışsınız...öncelikle teşekkür ederim... başkaldırmanın amiral gemisi şiirdir benim bakışımla da...bu anlamda william blake'nin derinlemesine incelenmesinin doğru bir yol olacağını düşünüyorum...şiiri tam yakalayabildiğini düşündüğüm için...post modern kültürün bakış açısının kırılması...aslında varoluşçuluk, yapısalcılık ve post yapısalcılıkla değil..post modern sanatla olabilir diye düşünüyorum dikkatle baktığımda...hepsini içler çünkü; tarihi de dışlamadan içler... sevgi ve saygılarımla....
Kişi içindeki duyguları,gözleriyle görüp kulaklarıyla duymayı arzu eder hep.Kendisinin ya da başkasının duygularını.Şarkılar bunun küçük birer örneğidirAslında bu yazma cesaretiyle doğru orantılı bir süreç.Yazı yazmanın medeni cesaretini kendinde bulanlar bunu başarırlar ve hissedebildikleri ölçüde yazarlar.Bunu başaramayanlar da başkalarını okuyarak bu noksanlıklarını telafi ederler.
Yazılarında şiiri tercih edenler bana göre kelimelere daha çok anlam yükleyip onları tahayyülatında geniş bir açıyla görmek isteyenlerin bir ifade tarzıdır.Hayal gücü diğerlerine göre hep bir adım öndedir şairlerin.Bu bana göre hayatın bir gerçeği.
Otobüste ,yürürken , yağmurda ıslanırken hatta ve hatta başkasıyla konuşurken dahi hep içenizden birşeyler fısıldamak bunun en belirgin bir ifadesi olsa gerek.
Teşekkürler.
Saygılarımla.
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta