Yine hüzünlü bir gecenin hüzünlü bir anı
Yüreğim aşk çiseliyor
Puslu ufkumun yalnız dağlarına
Aylar geçse de yüreğim kabullenmiyor hicranı
Aşk mı, tutku mu? Bilmiyorum ama
..
Haberin var mı? Hala çayımı soğutup içiyorum. Sanki hala ben takılıp kalırken gözlerinde, soğuyor çayım. İçerim soğuyor. Yüzümde hicranın izleri kalmış, kırmışım aynalarımı. Saçlarımda aklar başlamış oynaşmaya, alışamadım... Kendimi görmeyeli aynalarda kaç yıllar oldu. Gökyüzü turuncuymuş, turkuazmış, maviymiş, griymiş ne fark eder, hiç kaldırıp başımı bakmadım bile.
Sensiz ne anlamı olurdu ki gökkuşağındaki büyünün, bir yarım sende kalmış. Sana sırtımı döndüğümden beri, kimseler görmedi yüzümü. Hiç sevmedim vedaları. Sevmedim hiç şiir yazmaları, sevmedim sevemedim, sensizliğe böylesine itirafçı olmayı. Vedaya geldi mi sıra daha da güzel, bırakılmaz, vazgeçilmez olurdun. Sana veda etmek, kendinden ayrılmak kadar zordu sanki. Haberin olsun, kendimde gurbetçi sende mülteciyim, o günden beri.
Anlamsız bir tutku işte benimki, anlamını kaybetmiş bir aşk, gereksiz bir kaç laf... Bazı şeyler gereksiz, anlamsız, gayesiz olsun varsın, eğer sen mutlu olacaksan... Gün oldu eski bir türkü gibi dolandın dudaklarıma. Gün oldu gözlerimden sen döküldün. Varsın kimse bilmesin bu gözyaşlarının sahibini, varsın adın sır olsun...
..
Tutku başka birşey
onu aklımızda bile tutamayız.
görebileceğimiz en son sabahta,
güneşin yeni doğuş zevkine söyliyeeğimiz son söz
şu olmalı;
öküzlüğümüze ve inekliğimize doymadık
..
Elmanın iki yarısı
Yaşanan çilenin adı
Latife bir aşktı
En büyük tutku
Mutluluktan ıraktı
2008
..
Artık badem ağaçlarının gölgesi yoktu
Şimdi devasa TOKİ'lerin gölgesinde
Yapıyordu çocuklar kardan adamlarını
Gökyüzünde bulutlarla kovalaşan bahar rüzgarı
Otobanın lastik uğultularında kaybolmuştu
Yine de bir ibibik
Yuvasını bir akasya fidanına yapmıştı
..
Mor ütopyamızın yorgun coğrafyasında mutluluk arıyorum, dilimde aşk
Kaygılı ruhumun ıhlamur kokulu dağlarındayım, dilimde devrim yaşamak
İlençli söz dalaşları yalan ekranlarında, sevgisiz yüreklerde şiddet/i şahadet
Mağrur düşünüşlerin bankında umudu çiziyorum, fırçada hak, tuvalde adalet
Rüzgârın göğsünden hazzı sağıyorum, ellerimde üryan dokunuşların hazin kıymığı. Gecenin kayıklarıyla mor suları arşınlıyorum, ruhumda yalnızlık artığı. Düşlerin sıvasız odalarında hercai resimler yapıyor bir kadın, avuçlarında boşa geçmiş anların soylu hıçkırığı.
..
Bu sensiz gecelerimin isyanıydı belki de. Seni her gördüğümde yüreğime dur diyemiyordum. Nasıl bir sevgiydi bu. Bir yürek esir olabilir miydi bu kadar... aşka, sevdaya ve sana.
Bir çiçek gibi her gün biraz daha sevgim büyüyordu. Anlayamadığım bir tutku, beni ve günlerimi daha çok sarıyordu. Gemici düğümü gibi bağlanmıştık birbirimize. Dur diyemiyordu yüreklerimiz bu aşka. Sev diyordu yüreğim sev daha çok sev, hep sev.
Tek aşkımdın benim. Aşk bir çeşme olmuştu. İçtikçe içiyorduk suyundan kana kana. Ateşler sarmıştı yakıyordu... yanıyorduk. Düşmüştük hasretin koynuna. Önce bir kıvılcım, sonra ise lâvlar arasında bırakmıştı ikimizi. Sevda zifiri geceler gibi karaydı gönlümüzde. Sardıkça sarıyordu bedenlerimizi. Ulaşılmazı, çıkmazları oynuyordu aşk. Hiçbirşey avutmuyordu bizleri. Aşkın intikamı mıydı bu yoksa. Acıyla kavuruyordu yüreklerimizi.
Tutkuya dönüşmüştü zamanla aşk biz de. Ağlatıyor isyan ettiriyordu yaşama bazen. Sesini duymadığımda hüzünler kaplıyordu yüreğimi. Seni görmediğimde bir sıkıntı sarıyordu boğazımı.
Boğuluyordum sanki sevgili. Esirdim yüreğine, gelmek bilmeyen sabahlara, geçmek bilmeyen gecelere, itiraz ediyorum bu aşka. Senin olmadığın akşamlara...
..
Zannederler bu tutku geçici bir hevestir
Bilmezler bu çıkışsız bir kafestir
Seni bende yaşamak sigaradan nefestir
Bir nefes sigara ki dünyalara bedeldir
Bir nefes sigara ki Tanrı kadar eşsizdir
..
sen: adını bile bilmediğim dünyanın en güzel kızı..
sen kalbimin talip olmadığı, adını koyamadığı;
garip bir tutku..
sen:kapımın önünden kayacağı vakti belli olmayan seher yıldızı..
sen:rüyalarımın; tabirsiz, tarifsiz, emsalsiz cennet güzeli...sen adını bile bilmediğim dünyanın en güzel kızı
..
Bir tutku belki benimkisi
Alıştığım vazgeçemediğim.
Delicesine sevdiğim.
Her an her dakika
Yanımda hissettiğim.
Bir tutkusun sen
Duygularımın önüne geçemediğim.
..
Yakalandım giderken öylece kendi yolumdaın.
Atmadığın bir ağdı belki saçların.
Belkide ellerine takıldım ne bileyim
Tuttu işte bişeyler basbaya bildiğin tutulma
Tutku nedir bilirdim elbette.
Ne kadar tutkuyla sevebilirdi insan
Bilirdim sanırmışım sağol sende öğrendim
..
o benim hasretimdi
bir tutku,bir yol...
yürümekte geç kaldığım bir yol!
zamansız duraksadığım bir yol!
şimdi alev rengi yalnızlığımla
dinlemekle yetiniyorum sadece...
..
Camın bir yanında içi ısıtan sıcaklık, diğer yanda içimi donduran soğukluk…
Kışın en şiddetli soğuk zamanları olan tipili gecelerde buğu yapan tarafta oturup seninle çay içmek..
Hayatımın eksik olan boş sayfalarında seni yazmayı istiyorum. Bu gece… Yaşanmamış zamanların karalanmış sayfalarında sadece adının baş harfleri okunuyor.. Kargacık burgacık satırların arasında düzgün olan senin kalan adın…
Zaten ne yazılabilir ki senin adından başka? Eksilmek, yaşamak, gitmek, özlemek, ne kadar içine kapanırsam kapanayım kapandığım ölçüde dışarı açık olduğumu mu?
..
Bir tanrıça ile bir bilgenin sonsuz aşklarını anlatan sarsıcı bir eser.Aşkları uğruna nelerden vazgeçtiklerini okuduğunuz zaman sevgi kavramını sorgulama gereği duyacağınız bir kitap...Aşk,tutku,korku,sadakat,sevgi,hükmetme gücü ve isteğin,arzu ve şehvetin,büyünün iç içe geçtiği kitap Mezopotamya'yı ve bu coğrafya da hüküm sürmüş imparatorlukların amansız çekişmeleri,tanrıların ihtirasları gölgesinde büyümeye devam eden aşkın ve aşkı uğruna her tehlikeyi göze alan tanrıça ve bilgenin sevgilerinin mahsumiyetini sahiplenmek adına sergiledikleri çaba ve gizemi ve büyüsü sizi üç bin yıl öncesine götürdüğünden haberiniz olmayacak bile.Çözülmesi zor işaretler,iyi ve kötünün savaşı,özel bir zekadan fışkırmış bilgi şöleni...Evrensel bir destan.Kurgusu,uslubu,zengin içeriği ile okuyucusunu ilk sayfalarda büyülemeye başlayan Gılgamış ve İlikummi Destanları tadında tarihi bir roman...Sadece bir roman değil bilgi başvuru kaynağı.
Hayatın tüm gizemi ve insanın vahşi kişiliğinin çatışması yaşanırken bile aşkın mahsum kalmak için nasıl çırpındığına tanık olacaksınız kitabı okurken.Tanrıların her duyguya hükmettiği bir çağda tanrıçalığını ve bilgeliğini bir tarafa bırakıp kendilerini sadece duygunun mahsumiyetine teslim eden ve bu uğurda yokolmayı gerçek varolmak sayan iki insanın çabasının müthiş ve sarsıcı masalı.Günümüzdeki sevgi (!) olgusuna da göndermelerin yapıldığı çalışma derin ve sonsuz bilginin insanın ruhsal terbiyesini betimlerken hayatın gerçek tadını şaşırtıcı ve doyumsuz bir şekilde sunuyor.Sevginin gücünü en iyi hissedebileceğiniz masalsı ve filozofik bir eser.Yazarın kullandığı dilin samimiyetinin büyüsü de eserde göze çarpan bir diğer zerafet...
Mezopotamya Uygarlıklarını ve iç içe geçişleri,birbirlerinden etkilenmeleri,savaşları,entrikaları en iyi anlatan bir başucu çalışması.Hititlerin son dönemlerine ışık tutan kitap tanrılar ülkesinde ve gölgesinde boyvermiş bir aşkın resmini doyumsuz ve büyüleyici bir şekilde çiziyor.
(Arka Kapak)
..
ve sen aşk duğgusu olan
her renge girip belli olmayan tutku
gidemediyim yerlere götüren mutluluk gibi gel
hisset acılardan önce gelen son duraksın
bense manasız sözlerde gerçeği yazmaya calısan
ya kalem olurum yada bos sayfa gibi yalnız...
..
Ben şanslı bir çocuktum. Arkadaşlarım vardı. Onlarla hayat güzel ve kaygısızdı. Çok az plan yapar, daha da azını uygulardık. Aç olduğumuzda yer, susadığımızda içer, arkadaşlarımızla oynar, geceleri annemizin kollarına sığınır ve geri kalan zamanda büyümeye çalışırdık. Çok meraklıydık, kolayca eğlenirdik ve heyecanlı oyunlarımız, kaba şakalarımız vardı. Oyun sırasında kavga ettiğimiz zamanlar dışında ciddiyeti bilmiyorduk. Kavga ettiğimizde de birimiz hemen unutur, diğeri olayı aynı hızla önemsiz sayardı. Çocukluk işte, davranışlarımız belli bir sıra izlemezdi, mantıksız ve tutarsızdı. Hırs ya da amacımız da yoktu. Bir an önce büyümeyi hayal ederdik, çünkü büyükler sahip olmadığımız her şeye sahiplerdi ama gerçekte bizden farklılardı. Sonunda büyüdük hepimiz ama bir kısmımız onlara benzemeyi reddettik, duygusal bağ kurmayı sürdürdük, çocuk kalmayı tercih ettik.
Siz de bilirsiniz, çocukken çoğumuz bir yaratıcı olduğuna inanırdık (inandırıldık mı?) ve korkardık ondan, ona karşı günah işlemekten. Ama büyüdükçe insanların sadece kendine tapabildiğini gördüm ve bu tuhaf tapınmanın herkese acı verdiğini. Benim bir zır deli olduğumu düşünebilirsiniz. Ama bir süredir yaşadıklarım bana bunu düşündürüyor. Etrafımda “Tanrı benim” dik duruşu ile dolaşan insanları gördükçe bir süredir tanrı kavramının değiştiğini düşünüyorum. Yüzlerine bakıyorum ve bir tedirginlik, bir acaba belirtisi arıyorum ama umarsız bir gurur ile karşılaşıyorum.
Bizi bir yaratan olup olmadığını elbette hiçbir zaman bilemeyeceğiz ve birilerimiz tanrının varlığına, bir dine inanacak, birilerimiz de inkâr edecek. Çok uzun zamandır insanlar tanrının içimizde olduğuna inanmaya ve aslında tanrı benim demeye başladı. Aslında bu inanışta yapmaya çalıştıkları kendilerini övmek değildi. Özellikle pozitif bilim okumuş ve doğayı yaratanın kim olduğunu bilmese de şekillendirenin kendisi olduğunu fark eden insanoğlu Tanrının, her birimizin bir parçası olduğuna inanmanın, O’nun gökyüzünde bir yerde bizi seyrediyor olduğunu düşünmekten daha akılcı olduğunu düşünüyordu. Ama bir süre sonra birçoğu buna öyle inandı ki Egoları tanrıları oldu. http://edebiyatist.com/tanri-oldu-yasasin-ego-tutku-taskinoglu/
..
Sevgi ile nefret arasında
İnce bir çizgi vardır.
Tutku ile aşk arasında,
Kalın bir çizgi vardır.
Umut ile isyan arasında,
Tutkulu bir aşk vardır.
Mutluluk ile hüsran arasında,
..
Bir umut ışığı parlıyordu gözlerinde,
O arzu dolu bakışları esnasında...
Bir tomurcuk gül açılmıştı dudaklarında,
O tutku dolu gönül selamlaşmasında...
Yağmur çiseliyordu, o buluşma akşamında...
Eller titriyordu, o aşk duruşmasında...
..
Tutku ile bağlanandan, korktu aşk
Seviyorum bekliyorum dedikçe, sustu aşk
Açılan kucaklardan, kaçtı aşk
Sırtını dönene, koştu aşk
Vefa ile ters düştü
..
Gözlerden hep süzülür iki damla gözyaşı
Ömür geçer onulmaz gönüllerin yarası
Unutmaya çalışma zamana yenilirsin
Yıllarca unutulmaz sevginin hatırası
Ağlama deseler de önüne geçilemez
Kalplerde o hatıra anılardan silinmez
..