TUTKİ BİR KENTTEYİM
Hani bir dünya var, enleminde, paralelinde yaşadığımız. Şimdi bu dünyanın bir
yerinde, sensizliğimin koluna takılan tekilliğimin yol-yordam göstererek beni
götürdüğü yere gidiyorum. Ya da gidişlerimi hesaba katmazsam, hep bir yerdeyim.
İşte orada, sahne kurulur ve spontane bir tiyatroda oynadığımızı sanırız. Veya
sanılanın iplerinde sallanan birer kuklayız. Çünkü kendimizi dikkate alıp,
kendimizden saymadık. Sen bırak onu, varolanla yetinerek ağırladığımız bir
misafire yaklaşır gibi bile yaklaşamadık kendimize.
Ve hep bir yanımızda duran kendimizin mağlubiyetlerine hayıflandık, sadece...
Bin bir sorunlarımızın ötesinde, boşu boşuna kafamızı ağrıtan türlü türlü
sorunlarla uğraşıyoruz. Derdimizden, ideallerimizden çok kimin gölgemize,
sesimize, giyinişimize, sözcüklerinin şomluğunu bulaştırdığını merak ederek,
katmerli çözümsüzlüklerin ağına yakalanan bir kelebek misali çırpınıyoruz,
yorulana dek. Aslolan çare; bizi tekilliğinde, mağlubiyetlerin takatsiz
bıraktığı o yakın uzaklığımızın kapısı ardındaki ellerini uzatsan yakalayacağın-
ben'imizin bekleyişini görüp, ona gitmektir. Biliyorum, orada kalbimin
destanında en parlak mısranın, en değerli imgesinde, benim yolumu gözleyen sen
varsın.
Sen, efkarımı dağıttığına inandığım, sisli çarem, avuntum adını verdiğim
sigaramın gri dumanından suretini gördüğüm sen! İstemesem de beynimi
kurcalayıp, hayatıma, düşlerime hükmeden, inkar etmeye gücümün yetmediği sen
varsın. İhmal ettiğim benliğim, seni düşüne düşüne kendimden sıyrılıp sana o
kadar benzeşti ki, anlatamam. Biliyorum, bu bir övünç payesi kazandırmıyor. Sana
vereceğim değer, aramızdaki ayrılığın ve aynılıklarımızın
belirginleştirilmesinden sonraki sahiplenişte yatar. Başarı, o incecik noktada
yaratılması gerekenin ertelenmeden yerine getirilmesindedir. Sana, dirençsizce
teslim olmak yıkımım, soyu tüketilen uyum mevsimimiz...
.................................
Tut ki, bir kentteyim, bozuk yolları, yılgın yıllara emanet edilmiş, en eski,
yerli yabancısıyım.
Korkunç çekememezliklerin neşterinde kanıyordu gülümsemem... sonra... Yanıyordu
kalbimin yamacındaki bozkırlar. Sus desem, susmazdın. Ağlıyordun. Ve gözlerin...
gözlerin ikimize de başkaldırmış iki çılgın nehirdi. Bedenine sardığın o ince
tüllü gecelerin teni, saçlarının serinliğinden Ürperip titreme krizine
tutulmuştu. Gözlerin, ıslak haliyle ışığını damıtıyordu yıldızlara.. Ben, yaz
gecesinin birinde, dam üstü göğü yorgan belleyip uzanıp yatmaya çalıştığımda,
yıldızlardan en parlağının sen olduğu inancıyla iki ellerimi birbirine kavuş
oturup, dualar okuyordum..
Hazirandı, ya da aylardan herhangi bir ay. Çürüten ve kahreden tedirgin
huzursuzluğun ayakları altında eziliyordum, inliyordum. Mutsuzluğu, ayarı düşük
kuruntular ve kuşkular besliyordu. İçime bir şeytan salmışlardı, yedi başlı bir
şeytan... Sen üzüldükçe, yüzüme kırışıklıklar düşüyordu ve orada şeytan
büyüyordu, dünyanın, dünyamızın bir kıyısına savuruyordu. Kentler, ovalar ve
suratı kızıllaşan dağlar tutuşuyordu. Kırağı kaplamış sesinin duldasında
çaresizliğim bir kelepçeydi. Ben, kelepçeyi ellerimde bir sabır taşına, bir
tespihe dönüştürmeye çalışıyordum.
Ah ah! ! Kırma yetisinden yoksun olsaydım keşke. Kendimi o zamanlar kurda, kuşa yem
etseydim. Dedim ya içimin denizine bir şeytan salmışlardı. Benim, adama benzeyen
yönlerimi yontup, beni zimmetimden çıkarıyordu. Belki de ilk kez aramızdaki
mesafeleri o kadar yakından hissettim. Aramıza bir güz salıp bağdaş kurmasına
neden olmuştu.
Aramızda yabani otlar...
Yanılgım vardı, birimizin; ama birimizin haklı olduğunun peşinden dolaşma
yanılgısı... Yanılgım, şimdiki zamandan çok yarının basitliklerine büyüklük
atfedip, çakılıp kalmamdı. Ve sonra her şeyin dengesini kuracak olan sevgiye,
söz hakkı tanımamam... Her şeyin adilce çözücüsü ve ilacı oydu. Ter içinde
kalmış azmi peşime takıp, hoşnut kalacağım konağa götürecek olan da.İşte
sevgi öfkesinin sisleri arasında soludukça tersliklerin dizisi başlıyordu
kurumaya. Denizimle birlikte şeytanda sayıkladı mı ve sonra öldü mü kaldı mı
bilmem ama ben sana dönmek için yüzyıllara dönüşen saniyelerimle boğuşuyordum.
…………………………
Tut ki hala o kentteyim. Bir fırtınanın terkisine
atlayıp koşuyorum çocukluğuma, anılarıma...Şimdi tuzla buz anılar, kırık
cam parçaları. Bileklerimi kesip saniyesinde yüzlerce kez intiharlık hallere
dönüyorum. Kesilen nefesim, göğüs kafesimi zorladıkça alnından ter damlaları,
yanağımdan süzülüp ıslatıyor kabzasını suskunluğun... Ve ben bir belanın
celladıyla söyleşiyorum. N e soran memnun ne de cevap alan. Gerçekler ikimizin
de kemiklerini sızlatıyor.
Kül anonim bir ağıdın nakaratında sere serpe dağılmış.
Bu kent, riyakar gündüzlerin çarmıhında yalnız dürüstlere pusu kuruyor. Yalancı
üzüntülerle sırtlar sıvazlanıyor.
Pencerelerin kenarına gagası zedelenmiş güvercinler konup zeytin dallarını
bırakmıyor. Bütün pencereler bedbinliklere açılıyor.
Pencerelere yaklaşmayın.. yaklaşmayın!
Konmayacaksa güvercinler açmayın pencereleri, Pandora'ın kutusundan bütün
kötülükler içeriye, içinize, içinizden dünyanıza yayılır.
Örtüyorum pencereleri siyah perdelerle. Kükreyen aydınlığım, kanımı yudumluyor.
Ben razıyım. Ah! Bir de aydınlığım doyabilse.
.................................
Tut ki bir şehirdeyim.
Şehir, hayatımın köklerine sızmış. Köklerim,
o şehrin şahdamarından emziriyor gününü ve yarınımı. Ben bıraksam da ardımda
kalıyor yüreğim.... Kaçak kaçak
sularında yüzdüğüm, çağ çağ sularında ürkek bir yakamoz. Hüzünle
okunurken rüzgarın peşine katarak hudut tellerinde mahsur bıraktığı bir mektubun
. kaderinde mürekkebi dağılmış satırlarındayım. O satırlar ki, yazgımı
barındırır bünyesinde.
Aynalarda, arındırıp desenli mendillerde sakladığım bakışlarının ilk nüshası da
artık okunmuyor. Oysa uykularımın katili genç kızların utangaçlığı kadar masum.
Sadece uykularının süresi kadardır ömrüm. Ve ne çarpmaya ne de toplamaya
gelmiyor ömrüm. Aynalarda bir nehrin çığlığında Nergisler büyüyor. Ben
bulutların ardından mat bir çizgi gibi ilerliyorum. Hatırlıyor musun? . Benim
gözlerimle sen de bana bakıyor musun? Bilmiyorum... monotonluğumda saniyelerin
yüzyıllık sancılarını fark edebiliyor musun?
Dizleri uyuşmuş bu şehir beni hissetmiyor. Bana dair üç maymunları oynuyor.
Görmüyor, duymuyor, bilmiyor! Benimle kalsa... ya ağlarken 'gözleri
sürmelerinden olanlar', göz yaşlarından bağırlarındaki matemi bir ormana
dönüştürenlerin farkında mı?
Tınılar kulağıma çarpıp, duvardaki resimlerde buğulu bir sessizliğe dönüşüyor.
İhmal edilmiş günlerin dağınıklığında demlenişim, kıyıya vuran anlamsızlıkları
çağcıllaştırıp yaşamsallaştırmaya çalışıyor. Ben gibi düşünüp yaklaşmayan
korkaklar kuşkularıyla gözlerime bir akvaryuma bakar gibi selamlayıp türünün son
örneği gibi yadırgasalar, bir dipnotlara gömülmüş kitap gibi suskun ve muamma
olunmaz mı? :.
...........................
Kayıt Tarihi : 9.2.2007 22:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!