I
Kurnamız delilik gergefi,
Sökük elbiseye düşen eyer ipleri.
Münacat takımın, fecrilik alabildiğine büyüdü,
Naze bulutları ayaz tırmalar.
Daha yirmi ömür var, bu tavsama çitlembik ne
Dalga boyu saydırıyorsun tam durulacakken
—billurdan bozma aboşalar —
Ulan bildik serap buralar, azıcık dinle bari.
Memleket orospuları tez eyaletlere süregelmekte,
Tivli yalanlar ölünce, kakılır ananımıza avradımıza.
Peygamber sabrı önce, gerisi Nemrut ortancaları.
II
Kanırtılmış ezik portakal,
Bırtı bırtı kekremsi yalauz.
Tavşan dişli yabani piçler,
Sonrası zifiri yol ayrımları.
Hadilerin, eğer’lerin burgağında,
Bilmem ara, sonra belki, yahut şimdi,
Parmaklarını çaldılar, kalem tutamaz artık.
Aktar-ı hükümran barut tozları,
Kisve neticesinde buluyoruz belamızı.
Gavur paşalardan olma,
Halkına ekmek olasın.
III
Putreller kaygan örnekte,
Olmuyorsa zorlama karaya hamsiyi,
Deniz çöplük, yosunlar kanser boyalı,
İncelik mi muhafazakarların denyoluğu?
Kendiliğinden kalkınırcasına nar tanesi,
Sulara serilmiş oymalı cüreti.
Tütün kokulu, çelebi bakırlı çocuk..
Sandalın ahşapları kıpırdadıkça,
Havalanıyor şiddet,
Ebruli tayın yelesi,
Yamalı şal gibi dizine vuruyor.
Nedir bu kadar telaşlandıran?
Yüzler, bugün köpek yüzyılının hatları...
IV
Kör yalınayak taşıdığın,
Hep gerdanlık takar koca mahremiyete.
Karnında biriken boklu nem,
Sürüsüyle koyunlar takozlanır cahilliğe.
Ağaçtan fışkıran kabuk,
Kendi kökünü kemirirken usulca,
Bizim ellerimizde sıkılan ipler,
Kördüğüm olur yabancı uyruğun ucunda.
Uçurum, bakıla bakıla büyür,
Beslenir delik deşik evlerinizden.
Kanatlarınız zingilli ziyarat,
Teker teker soyunur yıldızlardan.
Balık kuyruğunu silkeledikçe,
Thompson kabarıyor gururunda,
Ha bire sıçrıyor köpükler, ses seda yok.
Bak! arşınlık bölge bile yok yolun sonunda,
Ama milyar yıl varsasyon birikmiştir.
Nice Pir Sultan'ların başı hangi zulme eğildi?
V
Şafak sökerken, sırtında kuzu,
Kısır döngüde geçer, sarı mavi dumanlar.
Ekstra kurur dudaklar, yazın kavurur,
Ve kel aynak, kumcul olma telaşında.
Gözünü dik de gel, sor o çırak kıza:
Cevap verir güvercin ürkekliğinde,
Ama çatık kaşlıdır bostan bekçisi.
Sıcak bir kavun çatlar mıydı şu vakit?
Tatlılıkla mı dönerdi başın,
Yoksa çatık alnında asılı kalan
Köylü kasket gibi ağır mı olurdu?
Bir avuç menekşe tuttur yakana,
Unutma sapını; unutma hiçlenen doğayı,
Ne de o tek gözlü feneri sırtında İbrahim'i.
Avuç avuç dolacak kara dutlar,
Bir köylü kurnazlığıyla göz kırpan,
Yarı çatlak testilerden abdal yunuslara sızıynan.
VI
Frenlemesine yavaşlar dağların rengi,
O ilk milliyetin yastığa yaslanışı gibi,
Zaman giderken kuyudan çekilen ibreler,
Ölgün gövdeye kokusu alınır örseye.
Bunu söyleselerdi, aydınlık yalan diye,
Ama ne çakal ne de hamam taşı,
Bir başka arayışın ayzek duruşu,
Gaz yağından içeri süzülen çeyrek ışık,
Fırınlarda sabun tahribatı, cephelerde aç askerler.
Kapı kapalı, biley deniz var ardında,
Yola çıkan her adım boş, geri dönemez,
O çekik, dili hunca, katır tırnaklarıyla bırakmaz,
Anıtları tutan elleriyle, hoş güdülen öküzler.
Sor, o tezgahtara cellat suratlıları,
-Kadıköy'de olsa habersiz koparırlar kelleni-
Ve yazılan dinsel kitaplar, isyana karışan celaliler.
Yani ne desek zor, aydın, hür, cezriye, memleket,
Açık beynelmilel Türkiye, karda yürü izini belli etme,
Adama bakarlar, hunharca yüzyıl gülerler yeminle...
Kayıt Tarihi : 4.2.2025 12:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!