1992 de dünya ya geldim.Üniversite eğitimini Akdeniz üniversitesinde tamamladım..
Koşmalıyım
Saatlerce nefessiz
Geçen zamana inat
Aşmalıyım örülen duvarları
Sabahın köründe,gecenin yarısında bölünen
Uykularımı...
Gidiyorum yeryüzüyle gökyüzünün mavi olduğu;
Denizin de umut dalgalarının kıyıma vurduğu
Senin hasretinle yandığım bu şehirden,
Oysa ne kadar da alışmıştık birbirimize,
Dilsizdi yüreğimiz,gözlerimiz konuşuyordu
Uzaklara dalıp giden hayallermizdi
Yüreğim ölü düşlerin mezarlığı,
Diri diri toprağa gömülen,
Sahipsiz bir mezarlık
Hergün bir biri ardına gelenlerle dolu,
Kiminin avucunda cam kırıkları
Kiminin avucunda ise bir tek saç teli,
Bize yüz çeviren kutsallar masumiyetlerimizi de aforoz etti,ve bizde yurtsuz cesetlerimizle çocuksu düş'leri yurt edindik...
Salgın bir virüs gibi taşıyorum kaburgalarımın arasında seni... kimi sevmeye kalksam sen bulaşıyorsun,
Avuç içimde açan bir intihar çiçeği gibi gözlerin,
Ruhuma bu kadar işlemişken nasıl kesip atabilirim gülüşünü,
Uğruna binlerce kez ölmeme rağmen hâlen hayattayım gerçek anlamda ölmem için kaç ölüm gerek söyle;o kadar ölelim.
Sen sağır,ben lal'ım...
Beni mısraların buz gibi soğukluğunda bıraktın,
Beni kendine çeken karanlık,tüm çabalarıma rağmen kurtulamadığım,bir o kadar soğuk ve keskin gecede,fenerle kendimi arıyorum. Bir bekleyişim de kalmadı. Artık güneş bana karanlığı anımsatıyor. Bu öyle bir karanlık ki bahara,aydınlığa, yaşamaya giden bir yolda barikat gibi dimdik karşımda duruyor. Önce hayaller ölür sonra insan ölür dipsiz karanlık kuyuda. Kalabalıklar içinde varım ama yok gibiyim. Benim karanlığım hep olmayacağını bile bile hayal kurmaktı ve bu da bir sonu hazırlıyor.
Karanlık sevincimin üzerine karabasan gibi iniyor. Galiba bende bu durumu kabullenemiyorum. Sevgiden kurduğum köprüler ben üzerindeyken yıkıldılar.
Bir boşlukta rüzgarın eşliğinde sessizce aşağıya kendimi bırakmak istiyorum dünyanın en kurak toprağına. Benim karanlık gecelerime gizledigim susuşlarım özlemim var. Içimde ki karanlık kanser gibi gittikçe büyüyor her yanımı sarmış durumda ve ben bişey yapamıyorum,yanlızlığa doğru ileriyor zaman. Belki de sona gelmişimdir...
Sen yokken ben olur olmaz gülümserdim,
Mıh gibi tavana çakılıp kalmazdı gözlerim,
Şiirler yazardım acıdan yoksun gecelerin sessizliğinde,
Sen yokken ben bu kadar yoksul değildim...
Sen yokken ben türküler söylerdim,
hasretinin boyverdiği yollarda,kuşlar bile beni dinlerdi...
Bir geceydin düşlerime,beynimi kemiren sorulara ve korkulara boğulmuş...
Elbet sabaha gebeydin her gece gibi,sonsuz ve sabahsız olmanı beklemek anlamsızdı...
Ve düşlerimde yanlızca bir gece olarak kaldın.
Güneşi vurduğunda zaman ve karanlık demir atarken koynuna,
dağıldı yüreğimin mürettabatı ıslak ve davetkâr kentin sıcak iklimini andıran gözlerine...
Geceden bir soğuk duygu acizliği kaldı düşlerimin dudakların da,
Vardığım sonrasızlık,içimdeki sonsuzluk arzusunu dizginliyor...
Öncenin öncesinde ve sonranın sonrasında yaşamak gerekiyordu oysa;sonsuzluk değilse bile an'ın en derin çatlağında yaşamış olacaktık.
Ama biz ya hep erken öldük ya da geç yaşadık. Ne bir milyon öncesinin ateşine dokunabildik,ne bir milyon yıl sonranın son nefesini içimize çekebildik. Çünkü biz hep varolanla yetinir varolanı tüketir,varolanı varlık olmaktan çıkardıktan sonra kendi etimizle beslenmeyi alışık hâline getirdik. Bütün çağların en büyük günahkârı ve suçlusu olmayı kendi aklımızla seçtik ama işlediğimiz günah ve suçların önüne geçme isteği uyansa da içimizde,o erdemi gösteremedik. Çünkü bu bir korku döngüsü. Tek farkı şu ki kendimizi yeniden yaratmayı beceremedik. Biz sadece döngünün kendini tüketen halkasında çakılıp kaldık. Ne sonraya ne önceye ne de an'ın sonsuzluğuna giden halkanın en derin çatlağına ait olabildik. Biz sadece bir gölgeyiz. Kendi gölgesiyle kavga eden bir başka gölge...
Sevda...
Gözlerde yitip giden bekleyişin adıydı,
Boğazında düğümlenen cümlelerin,
Kilit vurulduğu dudaktı,
Zemheri gecelerin karanlığında,
İçine çekilen dumandı,sevda...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!