Karambol toplumundan bilim toplumuna geçene kadar; “Kamuoyu, kim bağırıp çağırıyorsa onun sesini duyar. Farkı görmek için kamuoyunun önünde bir ölçü yoktur”.H.İNALCIK.
Toplumlar büyüdükçe, bilim geliştikçe, yönetim yaşamın ana etkileyicisi oluyor. Olaylar giriftleşiyor, zaman daralıyor, yanlış yapıldığında giderilmesi çoğu kez mümkün olmuyor. Ayrık toplumlar birbirleriyle yarış içindeler. Yapılan her yanlış veya gerekli olduğu halde zamanında atılmayan her adım, yarışta geri kalmaya yol açıyor.
Yaşamın bireyseli ile koca topluma hız verme olasılığı kalmadı. Çünkü insan toplulukları uçsuz bucaksız coğrafyalara yayılıyor ve milyonlarca bireyden oluşuyor artık. Yönetimin etkinliği devreye giriyor. Yönetim gücünü ve yeteneğini nereden sağlayacaktır büyük toplumlarda. Önceden saptanmış, kanıtlanması, tartışması, değişmesi mümkün olmayan dogma kurallarla, gelişmiş toplumu yönetmenin ve günümüz insanını mutlu etmenin hayal olduğu bellidir.
Bilimle, düşünle, eleştiriyle sürekli değişim ve gelişime ayak uydurarak yönetilmelidir insan toplulukları.
Toplumları yönetme, yönlendirme, insan yaşamını düzenleme bilime dayalıdır artık.
Bu amaçla ülkeler, yani insan topluluğu organizasyonları, yöneticilerine yol gösteren bilim organları oluşturuyorlar.
Her ülkenin böyle bir organı yok. Birinci sınıf ülkelerin var, sürünenlerin yok.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta