GENEL PLAN:
I. (ŞİMDİYE DEĞİN) SON GÜNLER
II. İLK GÜN: ZAMANSIZLIK ODASI
III’E 1. MAKİNAYA BAĞLI, BEYİNSEL GEÇİŞLER - GÖL: YERYÜZÜNDEKİ GÖL DÜŞÜ (a,b,c,d)
a. III.a(Mavi Kuş'la başlayan bölüm'de, bölümü Mavi Kuş'la kapayan..) - GÖL: YERYÜZÜNDEKİ GÖL DÜŞÜ
III’E 2. MAKİNAYA BAĞLI, BEYİNSEL GEÇİŞLER - KARŞILAŞMALARI BİR OTO-GÖZDEN GEÇİRME SEANSI
IV. ÇEVREDE BİR GEZİ
V. (DOĞANIN) SÜNGER AVCILARI
VI. BATAKLIKTA BİR KIRK İKİNDİ AKŞAMÜSTÜSÜ ÇAYI
--
BÖLÜM I.
Tüm bunlar ne için Hellingen, (1)
en çok ulaşmaya çalıştığın?
Kötülük ekip şer biçen, (inadına)
direttiği'nde yanlışa sürüklenen...
**
Yaban bir gezegene yöneldi
derken büyük, cürüf, uzayda gemi.
İnce kauçuktan gıcırtılar eşliğinde,
Bazı kapaklar aşağı açıldı:
hortum gibi yapma afetler;
o, sulaklığa hazır,
yeşil bitkilerle kaplanmış
gezegene salınmaya başladı.
Sonra bu hortum birleşti
ve dev bir dalga havada oluşturdu.
Bu şeffaf, izole tüneli
aşağıdan kimse görmedi -bakışlarında.
Ordan yukarı çıkardıklarında,
bazı deneyler irtifa ediyor.
Ama hem değil bu gönül rızası,
hem de yalnız başına
ve bilmiyor bunu niye yaptığını.
Karanlık nefret, içinde.
İnsanları dondurmaya yatırılan
bazı kapsül-kabinler hala var
ki bunlar da şeffaf, yukarıda.
Bir oda, bunlarla dolu.
O odada saklanmıştım,
cihazcıl eşyaların içinde.
Gelir ve giderdi, beni hiç görmedi.
Bütün o yıllar boyunca,
onu engellemek için
planlar üzerinde durdum.
Kafam hiç durmadı, başka çare yoktu.
Sonunda bazı çareler ürettim.
O adam ve kadınlara
bazı aşılar yapmak yoluyla
yeni frankenstein'lar
üretmeyi umdu. Dracula'sı gibi
hisetti Transilvanya'nın;
titrek, sinek gibi havada sızan,
vampir yandaşlarının...
Bilgi, her halikarda
en büyük olasılık değildir.
Güzel duyguların maharetindeyse
bir anlamdır. Penceremde
bir kelebek, dev uzay gemisinin
devasa, en büyük monitöründe.
O bir tırtıl, bir böcek,
ama şimdi oldu kelebek:
Evet, uyaklı bazı çarelerim var:
Cehennemi bir kanguru sesi
var horlamalarında Hellingen'in.
Gece denilen vakitte uyuduğu
üç sefer, doluşmuştum
yatak odasına onun.
Ve iyi gözlemledim ve dinledim..
iyicene, onun soluk alıp verişlerini.
Bazı tutarsız numuneler
bile toparladım denilebilir.
Ama işe gerçekten yaradı
ve işte; avuç içlerimde
tutuyorum artık, yıldıztozlu-tünelli
çağın ilk makro solutucusunu.
Belli başlı, bu gemide,
iki keşif o yapmış ta eskiden;
iki tane de benden yadigar.
Yıllarca, bir adada, tek başına
yaşamak zor, iki aynı bedende;
O bir insan, ben bir insan.
İkinci keşfimse, düşmana sızan
moleküller inşa etmek oldu;
siber ortamda yaşam kazanan...
Dev güneşin doğduğu
engin bir dağın doruğunun
sabahları ışık tuttuğu
eteklerden aşağı inen
virajlara doğru giderdi
her yeni başlayan gün gözlerim,
o dağa, o en yukardaki güneşe! ...
Sonra bir gün, Hellingen
resim yapmaya indi,
en aşağıdaki bir çayır
düzlük, küçük alana...
Alet edevatıyla gelmişti oraya:
Tüm bir gün izledim,
tuvali tutup düzeltişlerini
ve sabitleyişini şövalyesine
ve paleti kavrayışını ellerine
ve gelişigüzel ama özenli
irili ufaklı fırçalardan
darbelerini, yaratısı
resmi üzerine, dokunaklı...
Ne için yapıyordu tüm bunları.
Çünkü akşamüstü çayını
içtikten sonra gene döndü;
mayın tarlasına, mesaisine ölülerle.
Onları canlandırmak bile
onun için bir görev olmaktan öte,
bunu kendi bencil çıkarları
için istiyor ama işte, orda, tek.
Tek ve yalnız ve ihtiyarlamış.
Ne uğruna, bire bir elde sıfır.
Varlık içi yokluk, gereksiz dırdır.
Bu bunaltı günlerin getirisi
zaman dilimi kavrayışım,
gittim geldim o yüksek platformuna
çıkarak Hellingen'in, o uyurken.
(Kendinden başkasından habersiz
olduğu bu yapayalnız gemisinde)
Ve oradaki bilgisayarda keşfettim
keşfettiklerimi ve zaten:
Macro Inhilator mac. for stardust
ways thru intersettelar:
Gittim geldim o yıldıztozlarından
bezeli tırtıl yolu -duvarı saydam.
Ama bir gezegene, uyduya ya da
konamadım çünkü gezip görmeye
uzayda, kadarına erişebildim:
Henüz bu konularda yetkin değilim
tam olarak, onun kadar.
Ancak böyle rahatlatabildim kafamı
ve ruhumu, yıldızların bile
fink atmadığı o boş uzaya
sergüzeşt seyahatlerimde(n) ...
Sistem açıklarını etap olarak
kullandığım sanalda geliştirilen
moleküller'im ise, karanlığa
bir mermi olarak geliştirildi -
ışığın- ama ilk elde karanlık,
sonra ışığa dönüşüyor -dönüşecek.
(Böyle gelen şeyi beklemez)
BÖLÜM II.
O hareketlenerek onu
çıkartan, Zagor’u çıkartan yukarı,
o platformun ana bilgisayar’ına
bağlanarak yaşayacaklarını
“Çevrede bir gezi’de”.. ve
bu gemiyi tanıyacağı…
Bunları, o vakit nasıl bildiyse?
:göreceklerini yaşamak istedi
Ve tüm geminin içini
bir kez dolaştı Zagor.
dağın en zirvesindeki o tepeye
kadar da çıktı, gerçek
Güneş’in çehresi’ne(5) sonradan
yükseleceği… Şimdi ise
o tepede karton bir güneş
sağa ve sola, raylar üzerinde
gidip geliyor –daha da yukarı
doğru kıvrılan bir yay üzerli ….
O güneşi kırsak,
onun ardında bir oda var –
Bu şelalenin akan suyunun:
Bilim Merkezi ve Hellingen’in sırları.
BÖLÜM III’e 1.
iii.a
Samanlıktaki sazlıklar gibi;
suya dizilmiş, sudan çıkan saçlar.
Gözlemelerin Gölbaşı'ndaki, (2)
eli kulağında; ya, ner'de garson?
Olsa ne çıkar: o, komi değil ki.
Fısıltılar şekliyle tiz çığlık
sezilişleri, sezilgenleri, dizilişleri,
görünmeyen park yeri ağaçlarında
çınlıyor Gölbaşı'nın (izbece
ve muğlak biraz, tenteli alana göre)
(Ege'den dev selviler, ezine
enine, koyu yeşil zeytinlikler...)
Bir yağmur gökten boşanırsa,
kapalı alana mümkün sığınman.
Ama girmeyeceksin, biliyorsun.
Burası güzel, ve 'uç o basamak'
suya inen. Nereye, giriyor?
Or'da mı Puşkin ve favoriler ve bacak?
Kar yağdığında aylardan kışın;
donmuştu bu göl, kaskatı, ince ancak.
Anonim çocuklar ve bazı kadın erkek,
yürüyüp de oynamaya çalışıyor
gibiydi kaydırmaca buz üstünde..
kırılsa, düşecekler; dolaşsınlar.
Görebilmek için, güneşgözlüğü
takmış mıydı? ya onlar orda n'apıyor?
Çoluk çocuk, koşturmak için çabalıyor.
Şişme lastik kolluk takmış
küçük deniz çocukları yazın -
yakın plan, sığ plajda, kumun içinde;
or'dan, hoop.. pıy pıy* denize! ...
iii.b
Arabadan söyletmemek gerek gözlemeyi.
Serin, güzel bir rüzgar vursun yüzüne;
iç ferahlatıcı bir meltem, değil atıl.
Sandalyelerli o tenteliğe çık,
ulu orta yemek için gözlemeni.
Ve arka taraflardaki, her zamanki
o zincir tasmalandırılmış Çoban köpiş;
o, bigudiden dubleksler gibi ama boş
bazı Çad veya Malta yapılar'ın
arasından beklesin havlamak üzerine,
az sana dikerek o makus gözlerini.
Buzun üzerindekiler de, Gölbaşı'nda
n'aptığını bilmek oyunda ister;
ardından sazlıkların onlara bakanın.
iii.c
Gölbaşı'ndaki ışıldayan sazlıklarda,
suya som altın baskısı var
gibi -yakamozların, kıpır fıldır.
Gecenin dolunayını bastıran
sunni yakamozlarsa Park Kuğulu'da, (2)
suda, çayırda, gecenin içinde,
far faldır paldır küldür, ve otomobilerden;
(İlla ya, ilahi, e İlya;
Pyotr Ilyich, (3) bunu biliyor mu?)
o, baştaki, seyrek, kol saatsel
pil saçları misali, göl-sazlıkların.
Öyleyse, göl ve havuz, birlikte,
birbirini tuhafça tamamlıyor olmalı.
Bu algılanan bağdaşımdan mı
ortaya çıkar parktaki göl Ki havuz;
kuğular dolaşır, the swan,
ve bir tahta kahya kayık, Ay'a bile:
Tıpası yok, çıkmak için bilmek.
iii.c ½
Fırlatsan kendini, atlasan göle, küçücük
yüz kere daha ama gelsen dünyaya,
dolaş dolaş, karış karış, fersah ferah
gibi bitmeyecek eski yeni-dünya.
*
Her zamanki bir yaz’ın,
ya da panjurlu penceredeki kış’ın;
hep, nasıl olabileceğiyle ilgili:
Battal ve işlevsiz kör bir çarkı kırdık
ve dişlilerini verdik bilir-ummaz çarkın eline,
çoğaltılma asaletinde enerjinin.
Zaman tanımak aşıkların biribirine..
ne kadar gerek; işte, o kadar
nefret etmektedir, ettiğini sanmaktadır.
Havuz olan o gölün havuz halinden
Ve sazlıklarsa bu biribirinde.
Orası havuz değil, değil yani
Gölbaşı’ndaki; dalgalanıyor.
Bir süreliğine, bilinçli gibi ayrılık(sa)
Yaşam değil, kavuşmak barındırsa da.
iii.d
Evrenimizdeki çevrelerimiz,
yakın ve uzak; “paylaşım” denilebilir
kolayca ama göldeki kayığın
düşündükçe dolaştığını tıpasız;
olmaz kolay (kabullenmek cerahati) ,
dürüst ise hiç, (hiç dürüst kaçmaz)
:dünün bugünümüzün anıları,
yarınımızın ise bugünün hayalleri
olduğu gerçeğine durumlar’ı yıkmamız;
“paylaştığımız” ya da “umut kazandığımız”.
Vardır, öyledir, kazanılmaz umut
Ya da yoktur da “özerk” olur
Ama böyle(ce) , tam mükemmelleşmesi
Gerekecektir k`bu kolay olmayabilecektir.
Aradaki ‘alaşım ayarlamalar’ın
Sebep bir şey’e arz ettiği
(feyz alırken ona referans da geçtiği)
Gerçek bir önem, inanca
Bilincin olabilir yaklaşımı
BÖLÜM III’E 2.
Erie Gölündeydi ilk karşılaşma
kampını yerle bir etmek
zorunda kalmıştım, Titan'ı
saldırmıştı Kızılderili köyüne
ve bir çok yerli ölmüştü
bu yangında. Titan,
onun ellerinden, ilk
devasa robotuydu, şer neşreden.
Erie Gölü dibinde yatmakta
şimdi Titan; burda, Hellingen.
İkinci sefer de musallat
oldu yine Ottawa Adasında.
Bir kabile göç etti
ve iki kabile arasında
topraktan baltalar çıkarıldı.
Sebep yine bu'ydu. Bir
denizaltı icat etmiş, yeni.
Onun bir su canavarı
olmadığını yerliler nasıl
akletsinlerdi ki. Böyle kötücül
şeyi düşünemezlerdi, uymaz.
Sonunda, ki burda tanıştı
Zagor Ten-ay Fishleg dostu ile:
Fishleg'in zıpkını ile vuruldu
maceranın sonunda Hellingen.
Bu ona ikinci sadmeydi.
(Denizaltı canavarı, doğaüstü
değil; metalik bir denizaltıydı)
Birincisi, ilk seferde, çıkan
yangında yüzüne aldığı yara izi.
Dört kez karşılaştık, bu 7...
Üçüncü kez gördüğümde onu,
dikenli tellerle bezenmiş
bir alan kıyısından yengeç
misali süzülüp geçmekteydim -
Darkwood'a dönüş yolu'nda...
Esrarlı ışıklar ve tuhaf, öç
patlamalar'ın haberi dört yanda.
Bu sefer, bu adam, güdümlü
bir füze de yapmış, kentleri bile
tehdit etme boyutuna varmıştı.
Uzaktan kumandayla onun
yönettiği bomba, bir kaç noktaya
doğru tıpış tıpış; elde mikrofon,
Washington mest, teslimiyet Başkan.
Eline geçirdi A.B.D.'yi Hellingen.
Dostum Tonka, sağ ol yardımlarına
Skylab Bilim merkezine gönderildi
artık o, canlı canlı geçti ele.
(Başkan'ın verdiği madalyayı
ne için aldığımı bilmesem de.
Doğrusu, kabul etmeyip
yerlere ezip çiğnemek vardı ya)
Krateri de patlattım oradan ikiye,
yandaşlarının ve gizli onun üssünü.
Yazık bu adama, elektrik bile
icat edilmeyen bir döneme kıyasla.
Öyle ki senatoyla haberleşme
edeci bir kamera, roketler, füzeler,
içini kraterin, üssü aydınlatan
lambalar, aparatlar, düzenekler:
Ah, bu nefret niye, niye ki?
Derken yine olanlar oldu,
Çiko ve ben Skylab'in
tuttuğumuzda yolunu. Kızılderililer
bir bir ortadan kayboluyordu.
Ve iskeletleşiyorlardı. Hellingen
Skylab'de yoktu, kaçmıştı.
Darkwood'a döndük ve geceleyin
olanlar oldu: kuvvetli ışık!
kuvvetli ışık, gökte parıldadı,
sonra uzaylılar indi, bizi kaçırdı.
Nataani Dağı'na götürülmeden
sonra, Akronluları gördük.
Perde arkasındaki kişinin
Hellingen'den başkası olduğu
hiç düşünülebilir mi tabi...
Hellingen, Skylab'deyken,
Akronlular'la iletişim sağlamış
ve onların dillerini öğrenmiş
ve onları işgale kışkırtmış
dünyayı meğer. Bu, 4. seferdi.
Ten-Ay kaçtı, Akronlular'ı kovaladı,
bir uçurumdan düştü, Kızılderili
bir şaman kurtardı onu.
Kutsal yay ve ok verdi ona
Nataani Dağı civarlarında.
4. sefer gelişi muhteşem olan
Hellingen, yine öyle gitti
Baltalı İlah ise o ok ve yay ile
4. sefer, hem Hellingen'i
hem de Akronluları yenebildi.
Hellingen, karanlıklar içinde
cam bir kabine bindi, ışınlandı,
geride sade, elbiseleri,
karanlık o pelerinseli kaldı.
O öldü mü? Hayır burdayım.
Gemiye gelmişim. O da burda ya.
Kabuslar, düşler, karabasanlar
ile döndü beşinci sefer.
Titan'ı yeniden ayağa
kaldırmaya mı uğraşıyor
Akronlular ve o Ve bir de
Kiki Manitu göründü uzay gemisinde
Mavi seri, 41. sayı'dan itibaren...
Konuşan balık, konuşan balık!
İlgiyle izliyor. Ama Hellingen
ona çamur attı, 'alaycı baktın'
dedi Ki öyle hiç olmamıştı.
Kiki, sadece olan biteni izledi
acıyarak, az kederli ama pek.
Ne içindi tüm bu düşmanlıklar?
Baron Icaro'yla zaman atladım
ki bir önceki 4. bölüm'deki
Albay Perry, sanki hiç yaşanmadı..
ve Nataani Dağı'na dek devam etti
bu sefer, 5. sefer, kabuslarım.
Yine yenildi; bu, makus kaderi mi?
Gitar Jim'in acaip şaka anlayışı
ile zıt bir ayna yansımam,
Supermayk'la kabusvari entari
karşılaşmalarımın arasındayım.
Altıncı ve son kez
karşılaştığımızda, Kötü Ruh
Wendigo, tek tek
tüm düşmanlarımı döndürmeye
başlamıştı hayata.
İlk nasibini alan Stevens
ki ameliyatlarla yarı hayvan
yarı insan yaratıklar yapar,
Zagor'la kapışmaya hazırdır.
Sonra Zagor'a Hellingen'i
musallat eder musalla Wendigo -
akabinde bir kaç denemenin.
Edgar Allan Poe bile karışır
bu hikayemizde, ana temaya.
Herneyse, Hellingen yine yenilir
ve Wendigo onu tutsak alır.
Ona der ki, bir gün gelecek
Baltalı İlah'tan alması
için öcünü, o salıverilebilecektir.
BÖLÜM IV. ÇEVREDE GEZİ
Ağaçların olduğu bir büyük orman
vardı uzay gemisinin içinde:
Ağacın birinin dalının teki üzeri;
Tünemiş bir mavi kuş, bükmüş
boynucağzını, bir şeyler çalışıyor
sanki belirtmeye, demeye.
Boncuk bir göz ve bu tombul bir kuş.
Ormanı katetti ve ormanın sonunda
bir su birikintisinin önü huzrunda
Hemencik, kayalar yükselir:
Ordan şelale akıyordu –sular,
çeşitli yerlerden, kayalar üstünden..
ve yosun gibi yeşil bürümüşlükler
üzerinden geçerek, çağlayan! ...
Devam etti yoluna ve güneşin
garip şekiller ihtivasına tanık oldu.
Gökte, külsü karanlığı yaran
tuhaf, alacakaranlık beyazlıklar
Yemyeşil çimlerdeki bir ev
ve ağaçları örtüyor –evde kim var?
Eve giden, yeni endüstrileşmeye
yüz tutmuş_-umsu muşamba
Avrupa`varisinden bir otoban
Patika: bir çitle çevrili tek yanı:
Neyden savunuyor yolda gitmeyen
bir arabayı ki Zagor yürüyor …
O köprü gibi şeyden gittim sonra
kıraç bir mevkiye açılan
gerçek bir köprüye varmışım.
Ufukta yine bir orman var.
Aklıma, derin mavilerdeki yunuslar
takıldı: üç tane. Ve o ormanı
da geçti Ten-ay: Kırmızı ve civciv sarı
güllerin kuşattığı bir alanı
açık yeşil yapraklı ağaçların örttüğü..
ve güllerin bittiği yerde, altından
yemyeşil gibi bir küçük alanın
ufku olduğu ve daha ötede de
küçük bir göl(et) in sezildiği
bir alana ulaşmıştı ki daha
da ötesinde de bunların
gene bazı ağaçlar yarıyordu göğü …
Koşarak erişmeye yeltendi.
Göl büyüdü, sanki perspektifen …
karşıda dağlar. Ve o, pespembe
bir gül tarlası düşündü.
Bu eylem, yunusları da hatırlattı ona.
Sarılı, mavili, kırmızılı
bazı deniz anası gibi şekiller,
moleküller gibiler –deniz üzerindeki
- dünyanın ilk başlayışındaki.
Birden sonbaharlı bir alan belirdi
Ve daldım oraya: kızarmış nar
Ve/ama yapraklardan hariç,
kenarlardaki ağaçların
gövdeleri bile yemyeşil bürümüş:
Güleç gibi kıpır kıpır mı?
Narın taneleri gibi şeffaf mı?
(sıvıdan maddeye ve maddeden gaza
geçişler, kadının doğasını anlatır,
insanlığa barışını, süper sezgisini -
anne olmadan önce sevişini bebekleri.
Çünkü bir fazı vardır insanın;
koşullar ki onu katil bile yapabilir.
Bir geçişi da vardır ki insanın,
ölse bile gam yemez, ama
'atın ölümü arpadan..' da demez,
çalışır durur hır gür, güncel ve güleç.)
Sanki bir akvaryum içindeyim de,
şeker ya da bir sakız
vermeye gidiyorum camekanın
arkasındaki manavda -tube tübe- seçmece,
Ebru’ya –arkadaşının,
bana “ilet! ” demiş olduğu (!) …
Ne biçim işler bunlar …
Gülümsüyorum ve ayrılırken;
ordan, bir izbandut görüyorum.
Sonbaharlı alandan, ‘Yer Su
ve Buz Kulesi’ndeki gibi bir manzaraya
açıldı derken Xagor, Zagor, X`ran,
Xaran: ner’de Sarmayan?
Ağaçlıklı bir orman, ortasında çimler..
En ileride, ufukta; dağlar, mavi-beyaz.
Gökyüzünde bulutlar, denizlerde balina:
Balinanın kuyruğu yukarıda;
korkudan, başı aşağıda: zıpkın yemez.
Çalılıklar dibinde bir maymun,
sanırım orangutan, almış
kollarının arasına başın, sıkıştırmış,
tutmuş, sıkı sıkı kavramış:
Küçük gözlü. Düşünüyor, neyi?
Bu, balinanın kuyruğu ve şimdi
oluşmakta olan henüz balıklar
önceki görmüş olduğum
pespembe gül tarlası’na benziyor
ve o yunuslara benziyor gene.
Melek balığı gibi bazı balıklar …
Deniz fokları da bunlara katılıyor,
yukarıdan kesif ışık ‘yüzey’ sızdırıyor …
İki yunus tekrar gözüktü.
Demek anlamlıymış bunlarda
diretmek, bunlarda karar kılmak.
Daha dostça, yan yana yüzüyorlar:
zoomlayan bunu kamera,
acaba Nikon menuel mi?
Sonra iki köpekbalığı belirdi
Ve mercanlar arasından
küçük bazı balıklar aniden feveran etti.
Hızla uçuşup bir yere yöneliyorlar.
_Boynuzlu bembeyaz mitos atları,
sekiz koldan pıhtı-gül-hüzme gün ışığı
örtüyor giderek, Merlin’in sihir sopası
elinde, bir kayaya tünemiş kendi.
BÖLÜM V.
En son: beyin frekanslarına etki edip
insanın gerçek düşlerini, yine insanın
gerçek olmayan ayrıştırmaksızın düşlerinden;
hayatın gerçekliğini gerçek olmayanından
hayatın, ayrıştıran o kulaklığı ve göz tutucusunu
çıkarttım çehremden, v.s. kafamdan …
Diddy Monosole’dan(4) inerken
(biraz bölüm III’e 1, çokça da bölüm III’e 2)
şaşkın bir ifade takınmış olabilirim.
Hellingen, yine uyanmak üzere:
Yok olmalıyım yine bir süreliğine!
Gidip bir köşelere sığınmalıdır.
Bir dar orman patikasından
plaja ineyim dedim.. yorgunluk atmaca:
*
'Yeni bazı şeyler
üzerinde çalışıyorum.
Gereğine göre,
korku, aşk, üzüntü, sevinç
ve stres hormonlarına
yoğun photon bombalamayı
(ya da neutrino)
planlıyorum –onları
salgılayan salgı bezlerine…
Düşünülen yeni nesil –
planlanan gelmesi, dinç
- telomeraz iplikçiği
Kısaltılacak olabilir
böyle bir yolla, olası.
Temel durumlarda;
seyreden, öyle, çünkü;
Enerji patlamaları, yoğun,
ışıldar evrene, gerçekleşir.
(Boğazı kesilen kuzunun,
melemeleri arasında
kasılmaları, çırpınmaları:
nereye geçti onun ruhu?
İnsanları, böyle törenlerde
atarlardı kayalıklardan
denize, okyanus sulara -
inci taratmak için onlara)
Kromozomlar, enzimler,
kök hücreler v.s.
Acaba hücrelerinde
insanın telomerase enzim
aktif olabilir mi?
Telomeraz aşınması için
telomeraz kök aşılaması:
İyi bir çözüm gibi;
kromozomların sonu
ile dna üzerinde de
çalışmaları yoğunlaştırmalı.
Hatta belki pulsarlar üzerinde…
Çünkü saat gibi tik
tak işliyor, bünyemize
bu enzim (Düşün
monoloğu 5 5569.18)
zamanı dönüşümleyerek
onu böyle geri
döndürmeyi denemeli.
Döndüğümüzde,
ölümsüzlük aşısını
ona şırıngalayarak.
(Monolog 5 5569.19) ”
: Sonra anladım ki,
Hellingen’in kaleme aldığıydı
bu monolog parçalamaları –
o enkaz geminin içinde,
banyoda bulduğum –
pardon, bulacak olduğum:
yani şimdi’ye göre …
*
Zagor’un buldu dediği, işte:
Bulacak meğer olduğuydu! !
Yani şimdi …
*
Mono 3
'Çok uzak bir ihtimal değil;
aksine, çok yakın bir ihtimal
kavuşman bana - tek sesle.
Ama yine de bu laftaki -
sadece- mantıksal
bir kurmacaya asla kanma:
anlamları duy, bunun aksine.
Yani, şöyle ki,
ben ya da sen yoktur;
Tıpkı, buna benzemez de
şu an uzak oluşum'u bir
ben ya da sen'in,
ancak BİZ'in biz'e yakın duruşu.
Siyah ve beyaz'ın
ayrı ayrı nüvelerinden
onların toplam bir bir'liğini
ayırıyor ve sonra
bu toplam ayırdığım'dan
diğer kavanozdaki
ayrı bir solüsyona
tabi tuttuğum,
'kıstas ve koz
ki titrekçesine pati-ürkek,
siyah ve beyaz
bireyler'e şırınga ediyorum.
Öyle büyük bir bocalama
olsun ki bu, böyle büyük
bir bocalama olsa da bu;
göreceksiniz, sonunda
ortaya çıkacak
yarıklar aşağısındaki
saklı kalmış...'
“.. Buysa hayat, sürükleriz onu;
onu: yaşadığımız her şeyi
ve yaşamadığımız
ama etkisinde kaldığımız her şeyi! ....
Potasyum ve sodyumun
şırıngasal etkisinde
halisünasyonel hologramlarda
ölüm deneyimleri, çizgi ötesi …
Çizgi ötesi**:
Makineda iz bırakan bir çizgi
müjdeleyen(!)
her insanın ölümünü,
sorumlu olabilir mi
o çizginin geri gelip
ani kavisler çizerek dağlaşmasından
yeniden ve yeniden! ! !
Bu bir mucize”
İşte, o an düşündüm.
Daha doğrusu,
Gemideki banyoyla yüzleşince;
Rastlayacağım, okuyacak
olduğum üç monologdan biri bu
-Divesite Jura Sveridge Bodensee:
Sararmış bir enkaz gemi duvarındaki
bu monolog da kayıtlara geçmiş.
Nasıl olmuş! ? ?
Bunu Hellingen mi,
bir devir, demiş? Olamaz! (!)
Olamaz. A aama, Karşılık
bulmuş da sonra yenilmiş
mi, karşısındaki onun,
kendi korkularına, ya da
hayatçıl kuşkulara? ? Ve herru;
Bundan mı, gezegeni patlatacak?
Ama buna gerek belki yok? (!)
Dünyanın ruhbanları yetecek mi,
Gezegen sınıfından kaldırıp
Sıradan bir kaya parçalığına
Terfiye canım şanlı Plüton’umu? ?
Çiselemeye başlayan yağmurun
Yüzüne çarpışıyla irkildi,
Bir gün ürkekçe kumsala inen
ben. Ahmak ıslatandı bu.
Aşırdığı eşantiyonları
üzerine serpiştirmeye
başlayacaktı Zagor, o an:
***
Ve her gün gözlemledim onu, Hellingen’i.
Saklandığım bilimsel odalarda;
Deney tüpleri, cihazların arasında …
Kütüphane odalarında, kitapların sıkışık arasında;
Kah da masaların ardında, çömelerek.
Karanlıkta görmesi zordur hala;
Bunu, neden bilmiyorum, ama öyle.
Ben de, merakımı yenemediğim o gün;
İndim sahile ki büyük bir gölet
Kurmuş bu uzay gemisinin içinde:
İlkin, uzaktan izledim,
suyu,
sahili,
arasından ağaçların …
Bir kadın çıktı geldi birden,
nerden?
Soyundu, giysilerini attı, ve denize daldı;
Büyük, renkli paletlerini ve
şnorkelli gözlüğünü takıp takıştırarak.
Şaşırmıştım, hatırlıyorum; orda bekledim.
Bir süre sonra su yüzüne çıktı.
Her tarafı sırılsıklamdı.
Nedense o an bile garip gelmemişti bu:
Sonra gözlüğü, paletlerini ve şnorkeli çıkardı attı.
Beyninden, saçlarından.. kıvılcımlar
başladı saçmaya
kontak oldu..
ve yere düştü
kuma, boylu boyu.
Hala cızırdıyordu. Bir süre kasıldı.
Ve sesler kesildiğinde, yeni bir kadın
koşmaya başladı,
denize doğru,
ilerideki ağaçların
içinden süzül(g) en …
Bu, geceye kadar böyle sürdü.
Sabah erken gelmiştim, 9 sularıydı.
*
Teçhizatları yanına katan,
Darkwood’lu Ten-Ay, hısımı Süpermayk
Ama –Zagor kabul etmese de.
Çünkü böyle bir çağa gidecekti dünya.
Şehirler, gökdelenler: …
Gece fenerinin altındaki
Gibiydi her şey: Alt ve üst göstergeleri
İhtiva eden ‘Dalış b.sayarı’;
ne derinliğe daldığınızı gösteren.
Basınç dengeleyici,
‘basınç dengeleyici regülatör’;
yeni nesil, bozulması zor.
Yüzünüze yapıştırdığınızda,
Maskenin hava almaması lazım:
‘dalış maskesi’. Ve daldığımız kostüm,
‘dalış elbisesi’; kabarcıklar barındıran
Islak suit –kollarının bilek kısımlarında
Sıkıcı aparatlar var bunların,
Su, bu sayede girmeyecek …
Paletleri de unutmadık,
Hızlı burgular halinde kıvrılmak için:
Kambur balina’nın yüzgecinden
imge siyah paletli …
ile ağzımızda ‘ahtapot’,
tübün ağza yerleştirilen,
hava damıtılan kısmı ciğerlerimize.
Ağırlıklara alışmak gerekecek.
Hepsini sırtlandı Zagor Ten-Ay:
Regülatörü tüpümüze monte
Edip kontrolleri yaparak,
Hafif kambura yatırıyoruz,
Ağırlığa alışmak adına …
: Hellingen’in bir dalış odasından
Fondiplemiştim bunları, bir süreliğine.
*
Gece, girmeye karar verdim:
denizde, Aşağıda bir sır bence olmalıydı.
3 tane kadın öyle girmişti suya.
Ve ardı ardınca yığılıyorlardı -
çıktıklarında
- kuma.
Aradan bir saat geçince,
hep bir tane daha geliyordu.
(Sonradan anlamlayacağım üzre,)
Onun da almıyordu poozitronik beyni;
(işte, böyle) Yığılıp kalıp,
kendini bilinçsiz imha …
Şuursuz,
çünkü bu robotlar Hellingen’in olmalı.
O da, n’ptı’nı bilmiyor ya buralarda.
Saç ve tandırların altı yanıyor
Olmalı bir mağra-mutfak’ta.
Ve çok yukarıdaki bir tavanda;
“Üç, fazla büyük olmayan,
‘taşa gömme-doğal pencere’”:
Yufka oklavalayan kadın rahatlıyor,
Dumanın pencerelerden kaçmasıyla:
Yumuşak tüfün aşağıya oyulmasıyla
Oluşturulma, birbirine bitişik kaya-evler.
Şirin bir İskandinav turisti,
Turistlerden bahsederek ki
Kendini onlardan saymıyor belli,
Eğlendirmeye çalışıyor, girişken, cilveli;
“Sıcak-Anadolu
‘Kapadokya
kadın-burdaki-aşçıları’nı”. Türkçe biliyor.
Batığı keşfetmek bunlardır sanki.
Kayadan oyma mutfak rafları,
Ekmeğiinen pekmezi ve
Halil İbrahim Sofrası:” Naar Beldesi”.
Kayaların içine oyulmuş
mutfaklarda açılan kuyular’da
pişirilen kuru fasülyenin
tadı bir başka tandırda!
İşte,
girdim baktım, aşağıda gördüm,
uzun süre önce sevdiği biri varmış.
***
İşte monolog seyir defteri, derin denizde
bir uzay gemisinin içinde:
Gary Sinise Impostor yüzmeye alışıyor
sanırsın uzay gemisi havalanır
İken ``sen kızıl kızarmış Mars’tan
``düşeş, Mission to Mars …
Görmüştüm bu resmi:
İsviçre’de, Bodensee, Diveside Jura;
(denizaltında, bir gemi
enkazının içince..)
Antik bu banyo, gene bu banyo!
(Sular altında, o diğerlerinin
Bırakacakları Hasankeyf’i
denmiş bir yeri mazide, gelecekte mi
insanlar keşfedecek? Bundan mı
yıkıyorlar orayı?
: Zaman göçeri
–Hellingen- ölen
sevdiği için yazmış olmalıydı
o monoloğu,
kim bilir kaçıncı… ****
Zaman göçeri, ölen
sevdiği için yazmış olmalıydı
o monoloğu,
kim bilir kaçıncı…
BÖLÜM VI.
*
Gözünü kısıyor bakıyorsun yatarken:
‘Işık ışınları apansız çıkıyor’;
Ve apansız, çıkıyor –ışık ışınları.
Biraz daha kısınca, üstten çıkan demet
Kalıyor sadece –alttaki kayboluyor.
Daha küçük parçacıklar
Kaplıyor etrafı, acayip süzgeç …
Derken en çok kısıyorsun gözleri
Ve tam gözün önünde bir plazma,
O beliriyor işte -sanki bir duvar
-sol ile sağı ayıran gibi …
Geri plandakiler artık oluyor gözükmez.
Öldüreceği yerlilerin kabile
şeflerinden duymuştum toplantılarda;
evrenin yaklaşık 90%’sini
kaplayan, büyük, kara madde’yi
yok edecek bir silah geliştirdiğini …
Ama nedense bundan vazgeçti sonra.
Merhamet kırıntısı mı dersiniz?
Eğer Hellingen bunu yapsaydı;
Gelecek, istikbal ne olurdu?
Galaksileri ve sistemleri tutan birarada
…
: Gecenin serseri bir saatinde, geceyarısı;
Yine, sallanan iskemlesinde uykuya yatmış,
Elindeki kitabı düşürdü düşürecek
Bir pozisyonda horlamaya başlamıştı.
Nerden bilebilirdim onca süre beklediğini –
Yıllar boyunca, birbirini takibeden gün ve gece.
Küfürler eşliğinde el tabancasını çıkarttı.
O ışın silahını bana doğrultmuştu.
Saymaya sövmeye zorladı beni bile.
Ben bu zıpır budalaya ne deyim şimdi.
İstemiştim, hayatın çirkefinden arındırmak.
Ama silahı ateşleyemedi, yapamazdı da.
Çünkü bu gemide olmasının,
kendine çıkan bir anlamını bulmalıydı.
Beklemesinin ve saldırmamasının, bunca yıl,
anlamı kendince bir temize çıkmış olmalı.
Işın tüfeği ancak hala onun elinde.
O ise gemisinde, ben ise aynı gemide
bir hücre hapsinde –isteğimle beklemede
olduğum- şişko Çiko’nun fotoğrafı,
tuhaf kotumun cebinde bir yerlerde.
Kapı ardlarına vurulacağı yeri ve zamanı
bilir Zagor Ten-ay! ! Hayatın ve insanların,
vakit geçirilecek bir zamanı yoktur fuzuli! ! !
Eskiden pul biriktiriyordum,
değerlenen ve cımbızla alınıp koyulan;
şimdiyse denizbalıklarının pulları -
bir kavanozda, eline verildi hücresinde ona;
oynaması için, bir süre & bir süre …
Sanırsın, Huckleberry, çilek reçeli
çalıyor bir kaşık, anneannesinden saklı
gizli, o mutfak rafı üzerli.
(Ballı balık pulları, daha güzel, pırıl…
Yer değiştirme bu, olsa olsa, yalnızca …)
Kapıda robot tutan bir nöbet; pardon,
nöbet tutan bir robot var –yaklaştırmaz
ama kaçırmaz da, kilit vurulmuş kapıdan.
Hellingen’le randevular bitmeyecek;
Ta ki, buradan çıkana ve onu sıyırana dek
bu karanlık gökyüzünden merhametin! ! -
çok değil- bir gömlek daha yukarıdaki
beşiğine ki biliyor ki orda zindanlar yok,
kilit altları yok, denizaltındaki o banyoda.
Ama o kişi artık öldü, yaşayanı burada.
Karton bir güneş var Hellingen’in
Uzay gemisinin içindeki zirvesinde dağın;
Metalik hörgüçler üzerinde ilerleyen,
Ardında kalıntı bir bilim odası saklayan.
(Sanki hayale bir şelale de; geçiversen
arkasına, bir de n`öreceksin? ?)
Güneşin rayları paslı; güneş capcanlı! !
*
İşte, bu güne çıkan’ın bir önceki günü,
Yine, gizliden gizli, dolaşıyordum,
Doğa barındıran bu gemiyi
Daha yakından tanımak amaçlı.
Küçük bir bataklığın eriştiğimde
Yamacına, bazı hayaller belirginleşmeye ….
Birden, önümde bir sandalye belirdi!
Hellingen’in her zamanki(si) ’ydi bu.
Hellingen, sallanarak oturuyor,
Purodan çıkan olduğunu sandığım
Dumanlar, arkaya doğru karışıyordu
Havaya, yani doğru onun arkasına …
Birden bana dönük olduğunu fark ettim
Ya da bir hile yapmıştı, evsahibi.
“Ee, nasılsın bakalım …” diyerek
Seslendi, kısık sesiyle ama tok.
Ürkerek biraz: ‘Ne yani? ’ cevaplayarak
Durumu, olay örgüsüne anlam
Veremediğimi anlatmışım sanırım.
“Endişe etme, baştan beri biliyordum.”
‘Peki.. Nasıl…” Nasıl bilebilirdi?
Sonra bir sandalye uzattı ve
Oturmamı sağladı, öyleyse vaaz vakti:
Amerikan 4 rakamı şekli stilinde
Oturuyordu, bacak bacak üstüne
Ancak ellerini veya onlardan tekini
Kavuşturmaksızın, atılan bacağa
Fakat, beni sandalyeye buyur ettikten
Sonra öyle bir kavuşturdu ki kolları
Ve öyle de derin derin sezmeye başladı.
Bir hakimiyet oluşturmaya çalışır gibi
ve korunmaya muhtaçmışçasına sanki,
algıladığım onun jest ve mimikleri.
‘ Yürürken omuzlarımı, sırtımı v.s.
pek hareket ettirmeye öyle özen
de göstermem. Bacaklarımsa hızlı gider.
Var mı senin kararlı duruşundan
Buna bir öneri, düşüncen nedir? (!) ’
Bu laf karşısında biraz şaşırmış
Olacak ki, hemen kollarını indirdi.
‘ Böyle popüler olacaksan, gene de
Hiç olma’ dedim ona: ‘gene de’yi
Bilhassa kullandım –uygulama babında
- böyle herkesten, geri kalanından Arz’ın
Habersiz yaşayan, geleceğin
Popüleri bir Hellingen’i herkes bilmez
Şu anında onun çünkü ne de olsa.
Ama jest ve mimikleri, dedim ya
Yine de çok rahatsız edicice saldırgan.
‘Sen garip bir yaratıksın, adamsın.’
‘Gidiş yolun ya o ya da bu’ dedim ona.
‘Neden değişmeyi denemiyorsun? ’
Sinirlenerek ayağa fırladı ve gözleri,
Gözlerinden elektrikler başladı saçmaya!
Gerisin geri yerine oturdu ve
“Dünya’yı yok edeceğim, en yeni bir silah
Üzerinde çalışmalarım yeni neticelendi.”
İşte, bu lafına çok şaşırdım
Çünkü hiçbirinde başarıya ulaşamadın.
(Donald Duck gibi orijinal ing. Vraklayan
Bir şeysin, ama hep öldün
Hep de canlandın, zıplayıp hortladın.)
“..bu gece seni bekliyor olacağım.
Deneme olarak Pluton’u kaldıracağım
Ortadan, görmeni isterim” diye devam etti.
İşte, bu gecenin ertesi gününün
Gecesi idi, o ışın tüfeğiyle saldırışı.
Demek ki, bir gece önce, konuşmuşum
Onla; ertesi gece ise, bundan
Habersizmişim: zamana hakim olmalı.
Boyutlara değil ama zamana hakim.
Ama bir şeyi hatırlıyorum, ben de
Aşarak belki zamanı.. Ki o da şu(ydu) :
Hücreme kapatıldığım o ertesi gecenin
Bile sabahında taa, bir robot
Kahvaltı servisi için yollandırılmış.
O bana ulaşınca, bir şey fısıldadım
Kulağına ve sonradan öğrendiğime göre;
Hellingen’in hazırladığı bir lokal
Sisteme göre çalışan bu özel
üretim robotlar, birbirlerine bir ağ ile
bağlıymışlar, telepatik bir ağ gibi bir şey …
Hepsi susmuş o sözden sonra, o fısıltıdan …
Pozitronik beyinleri çapraştı, ve kesişti de.
Şimdi Hellingen’le biz bize kaldık.
Bir şekilde buradan çıkıp
yüzüme bakmasını sağlayacağım
ki kaçmak için adil bir lüksü de kalmadı
Ya da gelecek kendi rızası
ve ne kadar da büyücüymüş gözüyle
görecek, öğrenecek bakalım …
Baltan kemerimden sarkıyor olsa da;
şimdilik, burada onu bekliyorum …
(Şaşırma ve heyecan meziyetlerine
yetebilme kabilinden belki.
İlgi uyandırıcı bir sürprizdi,
çenesi düşük ve çokça, obur ama kaç kez
Çiko Felipe Ceyetano’nun
Kurtarışı ormandaki hayatımı)
*
Yeryüzünü yok edeceğini dile getirişi
safhasından sonra, biraz daha
katlanmıştı insanoğlu konuşma lüksüne:
'Bak.' dedi ve pelerinli ceketinin
içinden bir küçük kutu çıkardı.
Bir fısıltısıyla açıldı kutucuk
iki insan görüntüsü dolaşıyordu
artık dışarıda, bataklık hemen
yanına yer etmiş çimenliklerde.
'Bunların biri Homo Erectus
denen cinsinden, diğeri ise
Homo Sapiens, 50 bin yıl önce
yaşadı; Erectus ise 200 bin
ila 5 milyon yıl sınırında durur.'
'Başlayın! ' diye emir verişiyle
Hellingen'in iki bu insan görüntüsüne;
Birden şakımaya başladılar.
Ama Zagor merak etti, hırlıyor
Sapiens, neden? diğeri ise susuyor hep.
Sonra Erectus üzerine hamle yaptı
Zagor'un, atlamak, parçalamak
ister gibi vahşi bir hale büründü.
diğeri, olanlara şaşkın baktı,
neden sonra Baltalı İlah'ın
gözlerinin içine bakarak süzmeye
başladı onun tavırlarını, kokladı.
'Bu nedir? gerçek mi, hayal mi? '
'Bu hologramın gerçekleşmiş hali.'
'Gelecekte Tesla tohumlarını
atacak bu görüntülerin, yani
geçmişinde çizgi roman bir hayatın.'
diye sözüne devam etti Hellingen.
'Burada gördüğün Homo Erectus,
Homo Sapiens'ten daha yaratıcı
bir konumdadır çünkü zaman işliyor
ve önce varolan bir üstünlük
taşır hep sonradan gelecek olana.
Dilin altınca, iki santimlik
bir organelimsi yaşar insanda -
U biçiminde. O olmasa konuşur muyduk,
merak ederim çok zaman hala.
Erectus'un antisimetrisel hareketleri,
yani onun Sapiens'e göre
daha içgüdüsel atılımları;
Betelgeuse yıldızının Sirius B
yıldızına ölçümü gibidir.
Sirius B, çoktan ölmüş bir beyaz cüce
iken Betelgeuse henüz kırmızı dev
aşamasında olup yokolmasına ramak
kalmıştır, yani artık ışık veremeyecek.
İşte, bundan Erectus antisimetrisel.
Dediklerimden bir şey anladın mı? '
Kutucuğu kapatarak, iç cebine koydu.
Duyduklarına şaşırmış ve/ ama anlam
vermeye çalışan Zagor az sendeledi.
'Ama burdayım! ' diye cevapladı sonra.
'(Ölümden konuşan, hep ölüm var der.) '
'Betelgeuse, Sirius B'yi tanıyor olmalı.
Demek ki Erectus'taki az o farklılık
Sapiens'e az değişik sirayet etmiş
ama etmiş çünkü ikisini de
aynı kutuya koymuş olduğunu farkettim.'
Sinirlenen Hellingen, elindeki
çay bardağını fırlatıp attı uzağa.
(Homurdanırcasına büzüştü köşeye,
sonra gereksiz bir şeyler geveledi:
“Evrenin içindeki madde miktarının
evreni bükmesinde düşünülebilecek
olası bir uzay-zaman'ın kendisinin de
genişliyor veya büzülüyor
olabileceği kurgu`salı’nda;
uzay-zaman'ın her birimiz için
farklı aktığını düşünecek
olursak ki öyle, o zaman
en mantıklı çözüm, oturup
etmemek hareket hiç diye düşündüm.
Çünkü eski sevgilim
de şu an mezarda.”)
Devam eden Zagor, yakaladığı Hellingen'i
:'Bunu sen de biliyordun aslında! '...
-
Akın AkçaKayıt Tarihi : 27.11.2006 21:26:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Uzun bir sürece yayılmıştı. Sonunda bitti. Böyle bi şiir Zagorlaşan bir karakter burada mevzu bahis, ama aslında alakası yok tabi. Bu karakterin, düzeltilmeye çalışan karakterle de alakası yok, o da ayrı.. Ama belki, yine de hataları olabilir… İlk, denilebilecek bir şekil. Arkaplansı: http://web.deu.edu.tr/berent/zagordoc/ asıl açıklamalar diğer sayfada olacak sevgiler can dostlar (bu yorum en son okunursa bence daha iyi) TSÇDBKD’lerin anlamını bu serinin ilk şiirinde açıklamıştım; daha açarsam, tarih içinde yanlış olagelmiş bazı hataları ayrıştırıp tekrar bir araya getirmek denilebilir temelleri, ya da en azından buna uğraşmak. Sonuç olarak burada düzeltmeye çalıştığım şey ya dabirinsan. Okuyucuya açık 6. karşılaşma resimli romanda en sonuncuydu. Şiir tamadı: Helligen'le Randevu 08 ’06, 08:01 & 08:02 /7. karşılaşma:Bir resimli romana devama katkı’ya atfen, ayrc. dengesizlikleri içten sonsuza kadar sökmesine düşünülen ‘bir ZAMK’..
![Akın Akça](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/11/27/tscdbkd-leri-helligen-le-randevu-7-karsilasma.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!