Çocukluk zamanımızda lambalı bir radyomuz vardı. Okuldan gelince, annemle beraber oturur onu dinlerdik. Mis gibi tarhana kokusu gelirdi mutfaktan.O zamanlar televizyon falan yoktu.Tek eğlencemiz ve dünyaya açılan penceremiz radyomuzdu.Radyo tiyatroları çıkardı. ‘Keçi ibrahim,meeee, sağdan say,soldan say’gibi sözler hala kulaklarımda.Duygulanarak ve ağlayarak dinlerdik.Sonra türküler çıkardı. ‘Kara tren gelmez ola….’ Evimiz tren yoluna yakın olduğu için trenin düdük sesini duyardım. Ankara’dan aldığı yolcuları Sincan’ a getiren kara trenin sesiydi bu.
Tren çok önemliydi bizim hayatımızda o zamanlar.Kömürle çalışırdı kara tren.Bazen ufak tefek kazalar olurdu.Tren adam kesmiş diye bir kara haber yayılırdı ortalığa.Tren çocukluğumuzun efsanesiydi.Gücün semboluydu o.Şimdi ne trenler çıktı. İki başlı, elektrikli trenler, hızlı trenler vs.
Severim treni,o insanları birbirine kavuşturur.O insanları birbirinden ayırsa da, tekrar kavuşturmak için ayırır.Tren nereye gideceğini, yani hedefini çok iyi bilir. Yolda giderken duracağı yerler bile önceden bellidir. Kafasina göre hareket etmez tren.O intizam ve nizamın esiridir.Nerde ne yapacağı veya ne yapmayacağı bellidir.O yüzden de güven telkin eder etrafındaki insanlara.O gücü sonsuz olana dayanmıştır.Gücünü ondan alır.O sayede aşar zorlukları ve varacağı yere varır.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta