Tambur sapı sarsılırken
Elinde bir Koca Usta'nın;
Çığlık çığlığa titreşir tizlerde
Yaprak Yaprak bir nâzenin hanım,
Sanki çözmek istercesine
Muammasını o ânın.
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
evvela düğme ilikleyip ustaya ihtiram arz olunur..sonra yeniden okunur..yeniden.
Osmanlı Devri veya başka bir vakıa konuşulabilirdi, farketmezdi. Ancak Osmanlı tarihine karanlık denemez, Osmanlıdan bahsederken karanlık dehlizlerden söz edilemez. Kelimesi kelimesine her şeyin iğneden ipliğe kayda alındığı o muhteşem imparatorluğu kendi sunumlarıyla bizlere tanıtmak isteyenlere sormalı bu tarihi belgelerin neden karanlık dehlizlere kapatılıp incelenmesine izin verilmediği. Neyse ki çok yakın bir zamanda bu belgelerin bir kısmını inceleyebilidi güvenilir tarihçilerimiz ve koca koca kitaplar yazdılar. Gördük ki şerefli bir tarihimiz var ve bizlere anlatıldığı gibi değil. Bir örnekleme yapayım. Hatırlarsanız Harem neredeyse fahişelerin cirit attığı, padişahlarında alem yaptıkları yer olarak gösteriliyordu. Tam tersi son derece temiz ve mahrem tutulmuş aile ortamıymış. Bu basit bir örnek tabi ama şimdi burada tam kapsamlı anlatmama imkan yok. Biz asıl yakın tarihimizin masum canların kanları üzerinden feryat eden iniltili sesini duymaya çalışalım ve gerçek demokrasiye nasıl bir an önce geçebileceğimizin derdine düşelim derim.
Kaleminizi beğeniyorum ama transpoze olayının bu programla ilgisini pek çözemedim.
Türk Müziğinde göçürmek de denilen Transpoze bir müzik parçasının yazıldığı tondan başka bir tona aralıkları ile birlikte aktarılması demektir. Akla da gelebileceği gibi müziğin transferi de denebilir. Bazen bir oktav kalınlığında ya da inceliğinde olabileceği gibi bir iki nota kararlarının , inceltilmesi ya da kalınlaştırılması şeklinde de olabilir. Bir parça okunurken bazen vokallerin yaptığı ya da koro halinde okunan bir parçada koro sanatçılarından bir kısmının farklı bir tonda ama aynı aralıklarla müziğe katkı sağlaması da transpozedir.
Üstadım şiirinizde bu temanın Osmanlı devri ile alakasını kurarken aklıma ilk gelen şey; saray etrafında yapılan eğlencelerdi. Şiirin hikayesini okuyunca daha bir vakıf oldum mevzuya. Keşke o ustaya ulaşma imkanı da olsaydı::))
Türk ve Osmanlı musîkisinde tambur önemli bir enstrümandır ve bende bu çalgının o davudi sesini çok severim doğrusu. Aklıma şimdi usul usul bu müzikler geldi.
Saygımla...
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta