Gönülden örüldük, ilmeğim; dürüm,
Canlar toplantısı; her şiir düğün.
Kadir Yeter. TRABZON.
..
Okumamak elde mi? Can, şiirle yatıyor,
Şiir; gözlüğüm benim; hayât, O’nla akıyor.
Kadir YETER. TRABZON.
..
Yeşil çimler bitti, üstüm- çevremde,
Yeniden dünyâya, bir fayda verdi.
TRABZON.
..
Gönül, Ay misâli, toptan yokolmaz;
Rüzgâr estiğince, özleniverir.
Kadir Yeter. TRABZON.
..
Çiçek kokusu sindi,
Ayrılamazsın şimdi,
Çoktan geçti İkindi,
Beklerim; Âşık Çepni...
Kadir`e uğramadan,
Çayın` yudumlamadan,
Yeter`e uğramadan,
Gitme sakın, Â` Çepni.
..
Kaçmıştım yatağımdan; uyanalı,
O beni hâlâ daha or’da bilir;
Emilen kan çoktandır hortumunda,
Son gelir, çöken sisten beni bilir! .
05.10.2016 TRABZON.
..
Beni de ziyâret et; gel, beni de gör
Seni özlüyorum Cumhuriyet Treni
Yurdumu dolaştın Bin kilometreyi aştın
Seni özlüyorum Cumhuriyet Treni...
Atatürk gördü seni bize lâyık
Yetmiş yıl bekledik seni özledik
Hakkımız değil miydi ne kusur ettik
Trabzon bekliyor; gel, Cumhuriyet Treni.
..
Kaybolan günlere ağla,
Yaşayalım, gel bu akşam,
Hiç mi, sevdâlar çekmedik,
Benimle ol, akşam- akşam…
Gölgeler kayboldu, gitti,
Sevgilim, bu akşam- akşam,
Gel, gönlüme- dön sîneme,
Gündüzüm olmadan, akşam.
..
Nur saçılır karanlıktan, siyahta gizlidir renkler,
Gün ağarmadan gör tanı, kandil akşamı- akşamı...
İşleyen uzuvlarını, her bir fabrikanı tanı,
Sessizlikler içindeki, çınlatan ses çıkartanı!
Çatışmayan trafikte, örtüşürler kat- kat üste,
Üçyüzaltmış derecede, ters çalışan fabrikanı! ...
Nur saçan karanlıklardan, siyahtan doğar tüm renkler,
Gün ağarmadan Vatana, yan kandilce, akşamları! .
..
Otur, bir daha düşün, yumrukla başını döv,
İstersen tek başına, aynada kendine söv!
Deniz bittiği yerde, kayık kuma dalacak,
Utan da kendine gel, kör şeytan aldatacak…
Fâtih’in Torunusun, başın hep dik kalacak,
Çelik- çomak değil bu, esâret ağlatacak…!
Sen mahkûm değilsin ki; ananı ağlatacak!
Bu vatan sana muhtac, sahipsen; batmayacak…
Bu Vatan; Şehidliktir: “Al Bayrak” Dalgalanacak.
..
Bırak! ... süsleme artık, kızıllık kaybolmadan,
Pek çoğu boşa aktı, testiye su dolmadan.
Sandığında çillenen, çeyizine gün değer,
Kim, kimin nasîbiymiş; anlaya ömür değer.
Sustum ya bilmez miyim? ... eteğindeki taşı,
Salımı suya indir, emir ver: “gâib taşı”.
Yaşasam diyecektim: Nasîbimdir bu güneş;
Allah’ım ayırmasın, yılandan yılanı eş! .
04.4.2014 TRABZON.
..
Cilt egzama ilâcı, kuru yaprağı çaylı,
Otuzbeş metre boylu, dalları yere yaylı,
Ateşini düşürür, ağrıyı keser haylı,
Salisin gligozit, reçine cevher paylı…
İştâhımızı açar, kanamayı durdurur,
Vücûddan atar o’nu, mikropları öldürür,
Kuru söğüt kabuğu, kökler suda haşlanır,
Bedenden belâ gider, can huzurla yaşlanır…
..
Bir yolcu, ağır adımlarla tek- tek,
Derin gözleri ile usulca süzülerek! ..
Bir yolcu, eskili elbiseleri perişan! ..
Bir memleketlisini, arar gözleri, üzülür.
Yerinde yok! İçini çekerek...
Bir yolcu, özel edâsı ile yardım için gelen,
Derdini anlayanlardan, istemeden- güvenerek,
Bir yolcu geçti, usulca, bakkal! .. Bakkal,
..
Sabunu erittim karıştı suya
Sevgiyi erittim karıştı OY’a
Asâleti koru. karışma Toya
Güvendim. Güvendin. Boş atma OY’u...
Üç Kasım’da gelsin huzur Ülkeye
Çok çektik... Tüp yok. Boş tencereyle
OY’u kullanırken yolun nereye
Güvendim. Güvendin. Boş atma OY’u...
..
Sanmayın! ... sayfalarda, kalır da fark edilmez,
Beyninin düşündüğü bile kayıttadır hep,
Acısından- acıyı, ayırıp- hük’medilmez!
Başa gelenler elbet, vâk’ olur cümle sebep! ...
Kırma mazlum gönlünü, pâdişah bile olsan!
Solmayan çiçek mi, var? ... sirkeden ter’se sebep?
Deryâ bir yudum değil! ... içemeyecek darsan!
Hak dağıt, hakkını ver, kanından- kan’sa Edep! ...
..
Bu bir görev zinciridir, benden önce de vardı,
Allah bu milleti korur, sebebi vardır,
Öksüz ya da yetimin âtisi vardır,
Âkif’im. Âkif’ler oldum, süzmeyen bilmez! ...
Bak şu gence, uykudan kalkmış yazıyor,
Daha sabah doğmadan, gönlünde yaşatıyor,
Bu bir inanıştır, kalbim; kalbinde atıyor,
Âkif’im. Âkif’ler oldum, özleyen dönmez! ...
..
Hediyelik pek-çok çeşit; Reyon’da,
Gülün; her rengi var, sağı- solunda,
Çamların bol, bin-bir çeşit yolunda,
Trabzon Parkısın; Üniversite...
Dünyâ’da her dilden, insan var sende,
Uzak- doğu öğrenciler; kalbinde,
Ordu’dan Rize’ye, Gümüşhâne’de,
Ne büyük kitapsın; Üniversite...
..
Kafam çok karışık, aklım gidiyor,
Gören dostlar, bunu, benden gizliyor,
Kusurlar örtüldü, herkes gözlüyor,
Saç- sakal karışmış demek; söz m’olur? ..
Yaptığım yanlışın, doğrusun’ söyle,
Azıcık incit de, fayda ver öyle,
Dökülüp- gidiyor, yanlışlar; yere,
Arkadaş yermeyen özler, dost m’olur? ...
..
Sütunlar ters aşağı, büyümekteler boy- boy,
Kendi öğretir- diker, sökülen etlerini,
Uçmaktan daha hızlı, yıldırımdan daha toy,
Saatler- yıllar eder, asırlık işlerini...
Sendelemez yönlere, dönse her nereye ay,
Gözleri ışıktandır, Lazerler birer elçi,
Sevmesin, çalışmaktan ilkeli birer kobay,
Sonsuz- başsız nedir ki, doğmadan doğar belki...
..
Çocukluğumda sattım simidi ‘garnal’ ile
Bugüne bakıyorum, dede olmuşum bile...
Şimdi bu arkadaş da simidini satıyor,
O kadar lezzetli ki yemeği aratmıyor...
Bana uğradığında iki simit bırakır,
Her gördüğümde çocukluğumu hatırlatır...
Tâze, gevrek simitler garnalını süslerler,
..
Bir bilen olsa beni,
Bir güven olsa bana,
Toplasalar meyvemi...
Bir emek verilseydi,
Bir cevap verilseydi,
Bir güven verilseydi,
Devrederdim; bilgimi...
Bir bıçak kesse beni,
..
Kendini seyrettirir,
Kurakta sabrettirir,
Boşalınca semâdan,
Topraklar, nebât verir…
Kar yağar yorgan olur,
Donarsa kıtlık olur,
Gökten düşen Rahmetle,
İnsanlar, kısmet bulur…
..
Ne egzos dumanı, ne yerlerde çöp,
Kuşlar, zehirlenmeden gezecekler,
Sessizlik içinde bulunmuş şehir,
Eğil! Eğil de alnından öp! ...
İstiap haddi var herşeyin,
Sen yükledikçe çökecek!
Sınırsız sanırsın şehiri;
Aldığı fazlalıkları, er-geç dökecek! ...
..
Beklemekte nicesi, sabah erken- gün akşam,
Sinirler kilitlenir! Varmaktır; asıl meram,
Bir yöne bakınarak, gelir binecek sıram? !
Ömrümün kaç saati, gelir- geçer dolmuştan! ...
Kimse demesin niye? Çeken bilir yolları,
Keskini mazlum eder, düşüverir kolları,
Mos-mor olur elleri, yüzden solar alları,
Perişanlıkla erir, Dolmuşun Mahkûmları! ...
..
Mârifet; sahipliyi değil, sahipsizi korumak,
Yolun orta yerinde, çiçekleri ıslatmak.
Bahçendeki çiçeğin; sana vardır faydası,
Büyüklerim, ne demiş; ‘İş, kişinin aynası’...
Ağaçlar kurur orda, kimse düşmüyor derde,
Nerde çevre sevgisi, kalan bir- iki ser’de.
Bilsem gülmeyecekler, gülerse de gülsünler,
Taşıdığım sularla, nebatlar büyüsünler...
..
Formika- tahta ile
Oymalı kenarlıklar,
Gece- gündüz onlarda,
Uyur küçük varlıklar...
İshaller, ateş, sancı,
Nice telâşlı günler,
Şimdi, boyumca oldu,
O yaramaz düğümler! ...
..
Kar düşer toprağına, temizlenir dalları,
Beyaz gelinlik giyer, rûyâda ak kolları,
Isınıverir hava, şişer kuru dalları,
Geğneşip- uyandıkça, çiçek dolar kolları...
Gelinlik çıkartılır, çiçek döner meyveye,
Döl almış hâmiledir, devreder geleceğe,
Kolları ağırlaşır, daldan ağır meyveye,
Tohumdur ana gâye, oğuldur geleceğe...
..
Üstünde, yırtık basma! Kimsesiz bayramlığı!
Üzümsüz, çökmüş; asma! Garipler Mezarlığı,
Yassılaşmış mezarlar, Boztepe batısında,
Öyle küskün ki, O’nlar; köşesiz yatışında! ..
Birkaç, başlıklı mezar, sanki! Hatırlayan var,
İsmiyle mûteberdir, gerçek garip; mezarlar!
Transit yol geçmez ki, yolcu; Fâtihâ’lasın,
Yerlisi de pek bilmez, yolunu ki; ulaşsın! ..
..
Kapılar açılarak, beş yerden Trabzon’a,
Hava, kara,denizden; karadan üç tarafa.
Arkasında yaylâlar, önde Karadeniz’im,
Dağlarım kar beyazı, masmavidir denizim.
Kırlarım; menekşeli, insanları; neş’eli,
Bir defa gelsen bize, oluruz bir hemşehri.
Sazımla, kemençemle, şâirim, yazarımla,
..