Lâçin´e
1.
kehanete göre bir gün bu şehre geleceği belliydi
elindeki yüzlerce haritadan
bir gün kaderini görüp
bilmeden şehrin kapılarından gireceği
belliydi
o hep limanları olan şehirleri seçerdi
bir gün bir limana doğru inen
bir ırmağın ona sesleneceği biliniyordu
sese doğru indi o da
kehanete göre bir gün bu şehre geleceği belliydi
ilk kez bir şehre ad vereceği
ilk kez bir aşka
kaçınılmaz son yine yaşanacakmış ama
o kısacık zamanda...
“buhara otu içtin mi hiç?
ben içtim dört iklim önce
içince pazarlığa başladım seyahat tanrısıyla
posta çantasından bir harita çıkarıp
önüme yuvarladı
haritada saydığınız gibi
başkentler üzerine yoğunlaşmış değildi
kadınlar ve erkekler vardı
binlerce tende
milyonlarca uzunlukta
ve reng-i ahenk içinde
şu anda olduğun nokta.
ne olursa olsun trenle gidiyorsun
ha deniz mi çıktı karşına
tren yolu bitti mi
uzunca köprüler yapılana kadar bekliyorsun
bu süre on yıl da olabilir
on dakika ara da
ben Trabzon´u seçtim
dört iklim önce
bir an sorsan
ya da
kendi kendime ayna nöbeti geçirsem
adsızdır derim
Aşklarım da
Şehirlerim de
ve kaçınılmazdır son
kısa zamanın çekiciliğinde bile...”
2.
zeki ve şakacı bir gezgin, duyarlı tepkileri olan
direncin son sığınaklarına da gizlice sızar
alçaklığın cisimleşmiş hali mi dersin
yoksa kendine adaletsizliğin kurbanı mı
bir bakışıyla kör eden
bir dokunuşuyla ecza veren
aşka ecza
pusula kırık
yırtık harita
yolu Trabzon´dan geçiyor şimdi, eyvah!
onun benim şehrime geleceğini
sonunda yazgımın böyle kilitleneceğini biliyordum
tam da doğum günümde başıma bunların geleceğini.
3.
Latince ve Yunanca biliyor
Zorf ve Kirkof okumuş
el sanatlarında da usta ayrıca
sahne sanatlarında olduğu kadar en az
gittiği her şehirde yapıcı bir teselli bırakırmış ardında
ve gözyaşı dökermiş örtülü, utangaç, çıplak ayaklı kadınlar
şehrin duvarlarında
ellerinde, omuzlarında, yanlarında
çocuklarıyla
biliyordum
bir gün benim şehrime de geleceğini hep biliyordum
ben onu bekliyordum aslında
buhara otu içermiş
adsızmış aşkları da şehirleri de
kaçınılmaz sonlar yaşanırmış
kısacık zamanlarda bile
güzelmiş sesi
o bir şarkıya başladı mı
büyülenir, dize gelirmiş önünde düşmanları bile
çok mu düşmanı varmış
kimsenin olmadığı kadar diyorlar
bir rivayete göre
onun için ağlayanlar düşse ardına
uzarmış buradan başka kıtalara kadar
4.
toprağın altına sızarmış gittiği şehirlerde
kimsenin bilmediği bir şey ararmış
en son Diyarbakır kalesinde
gezerken görmüşler onu
önceleri sorular sorarmış yüzlerce, ardı ardına
sonra da başlarmış Hipodoriomus´un toprağını kazmaya
tuzunu yalarmış toprağın
en derine inermiş
bulduklarından memnun olduğu hiç görülmemiş
ona sunulanlardan da
susarmış sonra
bir daha soru da sormazmış
merak edilecek hiçbir şey kalmamış gibi sanki
anlarlarmış gidecek oralardan
gözlerinde yeni şehrin sokak fenerleri
yeni limanların ışıkları yanmaya başlayınca
ne önüne serilen onca altınlar
ne ardında ağlayan kadınlar
ne sunulan iyi teklifler
hiçbiri işe yaramazmış.
5.
o şimdi Trabzon´da, eyvah
benim şehrimde
burada
kendini yaşama adamış yüreğimi bekleyen bir büyük tehlike
bir tür günaha çağrı
ya da ölüm dansı
kim hâlâ körce inanabiliyor ki ona
inanılmasa da yaşananlar aynı her defasında
o şimdi burada
ürperiyorum
çünkü kehaneti biliyorum
kehanete göre...
6.
kehanete göre bir gün bu şehre geleceği belliydi
tam da doğum günümde
önce bu şehre sonra bana ad vereceği
Hipodoriomus´un localarında onca kadınları ağlar bırakıp
terk edeceği de
hepsi belliydi kehanete göre
biliniyordu
oysa ona da söylemişti biliciler
duvarlara, ateşe ve küçük erkek çocuğuna dikkat et diye
her şey söylendiği gibi oluyordu
o gün doğum günümdü, onyedime basıyordum
halakızım ve ben çarşıyı dolaşıyorduk
biraz baharat, biraz koku, biraz kına alacaktık
ben onu beklemiyordum
ama bunca kalabalıkta onu tanıyacak mıydım acaba
tanıyabilecek miydim?
7.
alacaklarımızı alıp kumaş aramaya başlamıştık
kumaşçı top top ipekleri, satenleri
renk renk bahçeleri önümüze sermişken
o girdi içeri
söylenenleri biliyordum
anlatılanları düşlemiştim
ama bütün düşlerim az geliyordu varlığına,
bir görüşte tanımıştım, bu oydu
yazgı buydu
bir bakışıyla kör oluyorum sandım
o şimdi Trabzon´da, eyvah
benim şehrimde
burada
ad koymaya gelmiş bilmeden bir yazgıya
bilse de gelir miydi yine
bilse de yırtabilir miydi kehaneti
kendini aşka adamış
ve yalnızca aşk için yaratılmış yüreğimi bekleyen bir büyük tehlike
o günaha çağrının sesi
o ölümle aşkın dansetmesi
ürperiyorum
çünkü kehaneti biliyorum...
8.
her yanımı alevler sardı
olduğum yerde bayılmışım
yüzüme çarptıkları sular bile uyandıramamış beni
o gelip eğilince üzerime
ölüyorum sandım
dükkanın tek sedirine yatırdı beni
gözlerimi açmak istemiyordum
gözlerine düşmek istemiyordum
ve ölmek istemiyordum
ama o öldürmeden sevemezdi biliyordum
onu beklemiştim hep ama yine de
şimdi her şey bana birden bire geliyordu
çare yok, açacaktım gözlerimi
hiç çare yok düşecektim gözlerine
ve sonra ölecektim
düşümde bir hikaye anlatılmıştı bana yıllar önce
bu hikayeyi sonraları herkesler bilecek demişlerdi
ateşe aşık bir uçan böceğin hikayesiydi
ateşe sevdalanmak intihar değil miydi?
sevdanın kendisi
sevenin kendini öldürmesinden başka bir şey miydi sanki
9.
oysa ona da söylemişti biliciler
duvarlara, ateşe ve küçük bir erkek çocuğuna dikkat et diye
yazgın onlarda kilitli diye
hangi duvar, hangi ateş, hangi çocuk
hangi limanlı şehirde
sonra unutmuştu ona söylenenleri
sorular sormaya
kazı yapmaya
bırakıp gitmelere vurmuştu kendini
yeniden yolculukları
sürekli gitmelere ve asla geri dönmemelere
buhara otu içmişti ne de olsa
ve pazarlığa oturulmuştu bir kez seyahat tanrısıyla
o şimdi Trabzon´da, eyvah!
burada
gözlerimi araladım
kehaneti biliyordum oysa
hemen oracıkta kesmeliydim bileklerimi
acılar yaşamadan daha fazla
ama hayır
gözleri gözlerime değdi çaresiz
kör oluyorum sandım
felç oluyorum sandım
kıpırdayamıyordum
bütün düşlediklerim az geliyordu varlığına.
10.
elini alnıma değdirdi
kehanete göre bu ilk ateşti
sonra gülümsedi dudakları
o hayata çağrının sesi
o hayatla ölümün dansetmesi
ürperiyorum
çünkü kehaneti biliyorum
o şimdi Trabzon´da, eyvah!
benim şehrimde
burada
ad koymaya gelmiş bilmeden bir yazgıya
kendini hayata adamış yüreğimi bekleyen bir büyük tehlike.
11
bir dokunuşu ecza verdi
alnıma dokunan eliyle ateşim düştü, sakinleştim
adımı sorduğunu duydum halakızıma
Minas dedi o da sesi titreyerek
Minas diye tekrarladı
kendi sesi kendine yankılandı
o içinden tekrarladı ama ben duydum
yüreğinin yankısı yüreğime kilitlendi.
kapıdan çıkışını gördüm
daha o an ağıtlar yakmalıydım
ama ağlayamıyordum bile
ne gözyaşımın ne ağıdımın kaçınılmaz olanı değiştiremeyeceğini biliyordum
arkasından baktım uzun uzun
kimdi acaba diye düşünüyordu dükkandakiler
bense çoktandır biliyordum kim olduğunu
Ege´liydi, Prokimea dediğimiz kıyı parçasından
bana ve şehrime ad vermeye gelmişti
bir yazgıya bedel ödemeye gelmişti
kehanete göre...
“tren öncesi kısa vedalaşmalar
finbar gibi kaybolmak vardı, yapamadım
ayinleri, şölenleri ve kurbanları severim
kadın gibi bulanık gözleri de
devretmeyi de (geceyi, gemiyi, suçları)
vazgeçtim! hiçbir şey devredilmeyecek
diye bir madde ekledim son paragrafa
duyan duymayan bir ikiyüz kalabalık gelmiş
beni yolcu etmeye
karşılıklı dokunduk, çoğunu kokladım
kimselere duyurmadan
sessizlik ve yükseltinin önüme gelmesinden
konuşma yapmam gerektiğini anladım, tamam
olur, ses açtım kapattım
şakırtı anlatır burayı
o sadece fısıldayarak dinledi
uzun konuşmalar yapmadı
gezdiği, durduğu şehirler ondan söz etti
ağlattığı kadınlar tekrar ağlamak istedi
ama o kaçtı uzaklara
kaçarken ardından gelen dizelerse şunlardı:
´o gece birini öldürdü
tam söz verdiği vakitte
sokak ortasında
ölünün dudaklarından
bir koku yayıldı sahile doğru
Güzelhisarı geçip Ganita´ya kadar
böğürtlen kokusu´
başladım:
-Dostlarım Trapezüs halkı
bize mutlak huzuru verecek tanrıya isyan edin
gerçek yollar ve hayali yollar büyük Ehrimen´le vardır
baştan çıkaranı seçin
ikiyüz kişilik kavmim istediğimi yaptı
aralarında fısıldaştılar
el salladım kalabalığa
el ile tuttum tren kolunu
el kadınlarının koynuna
el kapılarından geçerek
el(veda) dedim...”
12.
“Sophokles Athena´da bir sütuna dayanmış
Teo´yu bekliyordu o trene binerken
Antigone, dayısı Thebal Kralı Kreon´a başkaldırmıştı
kardeşi Poylneike´nin ölüsü
ayaklarının dibindeydi
O trene binmişti
Antigone ölüme mahkum edilmişti
olanlardan habersiz Sophokles Teo´yu bekliyordu hala
uzaktan bir tren çığlığı duyuldu
O el sallıyordu.”
Ve tarih bütün bu olanları sonradan yazdı.
kehaneti daha on yaşımdayken düşümde göstermişlerdi
kendimi, onu ve bütün olacakları
kendimin ve onun bütün geçmiş zamanlarını
gelecekteki kuytuları
bizi bekleyen karanlığı
o gün, onyedinci doğum günümde geleceğini anlatmışlardı
yazgı benimle başlayacaktı
bakışlarını bir geceden
bir gecenin en güzel saatlerinden,
soluğunu bir rüzgardan
doğudan esen bir rüzgardan ödünç almıştı
kalbiyse bir masaldan çalıntıydı
hiç izin almadan ve hep hesap vermeden yaşamıştı
yazgı benimle başlayacak
yazgı onunla sonlanacaktı
Ve tarih bütün bu olanları sonradan yazacaktı...
on yaşındaydım
bir gece düşümde...
13.
on yaşındaydım
bir gece düşümde alevler sardı dört bir yanımı
etrafımı saran duvarlar ateş kusuyordu sanki üzerime
ve yalınayak, küçük bir kız çocuğu
gözleri tuhaf bir ışıkla parıldayarak
duvarın önünde bana bakıyordu
benim kızımdı
benim yazgımdı
yaşıtımdı ve sanki daha şimdiden yorgundu
uzun uzak yollardan esen bir rüzgarla
O göründü sonra
gözlerini gözlerime dikip ısrarla baktı içime
gözlerimi gözlerine dikip ısrarla baktım içine
onu ve kendimi
olmuşları ve olacaklar seyrettim gözlerinde
doğum günümü, beni buluşunu
benden önce yaşadıklarını
ondan sonra yaşayacaklarımı
her şeyi, evet her şeyi!
14.
o şimdi Trabzon´da, eyvah!
benim şehrimde
burada
ad koymaya gelmiş bilmeden bir yazgıya
kendini sevgiye adamış yüreğimi bekleyen bir büyük tehlike
oysa ona da söylemişti biliciler
duvarlara, ateşe ve küçük erkek çocuğuna dikkat et diye
esen rüzgarlar susturulabilir mi oysa
gelen geri döndürülebilir mi
söylenenler ya da görülenler bilinse de
insan kendi yazgısından uzağa kaçabilir mi?
15.
Ertesi gün ve daha ertesi günler
hep aradım onu
sokaklarda, çarşılarda
toprakta, havada
içimde, dışımda
yoktu
yoktu
yoksa
beni yazgımla baş başa bırakıp
gitmiş miydi şimdiden
olacak şey miydi
şimdiden
daha ölünecek onca beden
olacak şey miydi?
bir vapur bağırdı o sırada
Çömlekçi´de limanda
liman beni çağırıyordu
gitmemek olmazdı
ürperiyorum
titriyorum
çünkü kehaneti biliyorum
kehanete göre...
gülümseyerek gittim ölüme...
16.
“...Minas... Minas
uyandığımda bu ismi tekrarlıyordum
sanıldığı gibi Trabzon´da değildim
trenin içinde üç benzemezimle yan yana
gizliden gizliye soruşturuyorduk birbirimizi
kimsede tanışma aralığı yoktu
karşımdaki esmer kadın en çok ilgilendiğimdi
taze bir yarası vardı gözünün altında
göz göze geliyorduk ama yaslıydı
sanki bir lejyoneri arap çöllerinde bırakmıştı
ve korkutuyordu yeni birini düşünme ihtimali bile
gözlerim kapanıyor
kompartımandaki üç kişiyi de yavaş yavaş kaybediyorum
(göğsünde gelincikler saklı bir kadın, sırtı dönük)
hoş geldin, gelincik topluyordum sana
neden, neden yüzünü dönmüyorsun
şişşş konuşmamalısın
niçin
çabuk unutuyorsun. Shakespeare gibi bir yaz gecesi rüyanda
tutamayacağın sözler vermeni istemem
öyleyse...
sus, ben konuşurum
ya cevap almak istersen
verme, iyi uykular
...Minas... Minas...”
17.
Eee, kaçılmıyor tabii
Çarşıdan limana inen dar sokaklarda gezindim bir süre
O´nun aradığı ve bulmak için kazmadık toprak
bırakmayıncaya kadar da arayacağı taşın
ışıltıları vardı aklımın bir köşesinde
ne yapacaktı O taşı bulduktan sonra
ateşe atacaktı
ne için
belki inanılmaz geliyor insana ama...
18.
Minas...
ve ah!
Nerde kaldın?
Hem görmeliyim seni hem de görünmemeliyiz birlikte.
Yarın akşam altıda istasyonun arkasındaki kırmızı kulübede
bekleyeceğim seni.
Ama...
Sakın geç kalma.
19.
Usulcacık bir peki döküldü dudaklarımdan
Ve ah!
Oysa o toprağı kazıyor olmalıydı
ben ona bir kucak gelincik uzatmalıydım
hep öyleydi düşlerimde
düşlediklerim yine yetmiyordu gerçeğine
bütün düşlediklerim az geliyordu varlığına
20.
oysa ateşten uzak dur demişti biliciler ona...
1.Temmuz.2003 Trabzon
Müfit Semih Baylan
Müfit Semih BaylanKayıt Tarihi : 13.7.2003 14:24:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Müfit Semih Baylan](https://www.antoloji.com/i/siir/2003/07/13/trabzon-da-bir-gun-oncesi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!