Leyla’yla mutat ‘hayat ve memleket sorunlarını değerlendirme’ konuşmaları yapıp, “nasıl sancılı, yorgun bir ülke burası” diye iç geçirirken haliyle söylenmeye başladım: “İnsanlara sıradan bir pazar günü bir gazetenin kültür-sanat sayfasında edebiyattan, sanattan, müzikten, felsefeden, sinemadan, resimden bahsetmek tuhaf mı olur acaba, diye düşünmeyeceğim bir yerde yaşamak istiyorum galiba.” Sonra bir an cazip gelen o fikre de pek bayılmadım. Neden kaçıp gitmem gerekiyor. Evet, her güne nedensiz ölümlerin içimi yakan berbat acısıyla başlamak istemiyorum. Yaşadığım bu ülkenin tekinsiz ortamı beni de herkes gibi fena halde üzüyor, hırpalıyor ama gitmek istemiyorum. Her türlü acıyı siyasetin arkasına saklanarak çoğaltanlara, “Tam da sizin yüzünüzden bir yere gitmek istemiyorum. Ben bu coğrafyanın, bu kültürün, bu toplumun, bu tarihin beğendiğim ve bazen hiç beğenmediğim yanlarıyla bir parçasıyım. Burada kendime benzemeyenlerle birlikte yaşayabilmeyi hayal ediyorum mümkünse” demek istiyorum. İnsan her daim böyle sağlam ve kararlı duramıyor tabii. Malum, yine o en zalim haftalardan birisini yaşadık...
Yazmayı planladığım her sözcüğün karşılığı acının ve öfkenin yanında eksilecek gibi geldi bana. Sipariş ettiğim kitap paketini açarken gözüm televizyondaki şiddet ve cenaze görüntülerindeydi. Sokaklarda taşlarla, sopalarla, silahlarla koştururken basit bir hayat tasavvuruna bile sahip olamadan ölümün koynuna girmeye hazır görünen çocukların, içlerinde saatli bir bomba gibi taşıdıkları çarpıtılmış aidiyet duygusuyla nasıl ‘hiçleştiklerini’ düşündüm. Bilmiyorum, belki sadece tanık olduğum şiddet değil, o paketin içinden çıkan bir kitap da ‘aidiyetsizliğin’ manasını hatırlamama sebep olmuştur.
Özgürleşmekten korkmak...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta