- Sevgili Sude Son'un isteği üzerine aşağıdaki yazımı antoloji'ye gönderiyorum. Denenem, kendisine ithafımdır.-
Zaman zaman gazetelerde, kadın haklarına yönelik yeni çalışmaların veya yeni düzenlemelerin yapılacağına dair haberler okurum. Ya da televizyonda dinlerim. “ Kadınlara yeni ekonomik ve sosyal haklar verilecektir. Kadın hakları korunacaktır, vs.” Bu konu ile ilgili haberlere hiç ama hiç sevinmem. Hatta bu haberlere sinirlenir, kendi kendime söylenirim.
Bu haberler bana havanda su dövmek gibi gelir, ya da su üstüne yazı yazmak. Çünkü bir tasarı halinde olan bu çalışmaların ya kâğıt üzerinde ya da karar aşamasında kalacağını bilirim. Yaşadığım tecrübelerle sabittir bu. Kadın hakları için çalışacaklarını söyleyip, Kadın Haklarından Sorumlu Bakanlık kuranlar, bu bakanlığın başına getirecek bir kadın milletvekili bulamazlar, tutarlar, bir erkek milletvekilini kadın haklarında sorumlu bakan yaparlar. Seçimlerde kadın milletvekili adaylarını seçilemeyecek sıralara koyarlar. Bu durumda siz inanabilir misiniz ilgililerin kadınlara yeni haklar vermekte samimi olduklarına?
Bildiğim bir şey daha vardır; o da biz kadınların, bu hakları almaya henüz hazır olmadığımız, çoğumuzun kaderci olduğumuz, kendimizi bildiğimiz andan itibaren erkeklerin gerisinde kalmaya razı olduğumuz gerçeğidir. Biz kadınlar bu hakları almak için çaba sarfetmezsek veya verilmiş olan haklarımızı kullanmayı bilmezsek, başkaları bizim için hiçbir şey yapamaz. Zaten kimsenin de bir şey yaptığı yok. Biz kadınların da aslında hak falan istediğimiz yok. Çoğumuz ezildiğimizin farkında bile değiliz. Törelerimizi, geleneklerimizi sürdürmek adına, hele hele “ Elalem ne der! ” korkusuyla geri planda kalmayı sürdürüp gidiyoruz. Nereden mi bu sonucuna vardım? Anlatayım:
Televizyonda izlediğim bir programda bir köylü kadına “ Kocanız sizi döver mi? ” diye sordular. Ne cevap verse beğenirsiniz? Aynen şöyle: “ Kocam değil mi? Döver de, sever de...Bir başka kadın da; “ Kocam beni hiç dövmedi. Bir kabahatim olsaydı döverdi.” diye yanıtladı aynı soruyu. Yani bir suç işlemediği için koca dayağı yememiş. Eğer suç işleseymiş, kocası elbette dövermiş. Böyle düşünen bir kadının nesine kadın hakları?
Eşinden dayak yemeyi kendisine yakıştırabilen, bundan şikâyeti olmayan bir kadına ne hakkı vereceksiniz ki! O, kendine yapılan haksızlığın farkında bile değil. Çünkü o ailesinden öyle gördü. Babası annesini dövüyordu, onu da kocası dövüyor. Bu duruma yabancı değil. Kendisi ne ilk dayak yiyen kadın, ne de son. Bunu belki de bir gelenek sanıyor, töre sanıyor. Hani derler ya “ Elle gelen düğün bayram.” diye, onun gibi. Kendisi gibi yüzlerce, binlerce kadının dayak yiyor olması; dayak yiyen kadının içine âdeta su serpiyor. Bir yanlışın binlerce kişi tarafından yapılıyor olması, o yanlışı doğru yapabilir mi? Bir şey ya doğrudur, ya da yanlış...Dayağını yediği kocasının onu sevmesi ise, bir lutuf. Karısını severken iyi de, döverken kötü mü? Böyle düşünüyor...
Yine aynı programda bir erkeğe sordular, “ Karınızı döver misiniz? ” diye. O da; “ Lâftan anlamazsa ne yapılır abi? Arada sırada oluyor.” diye cevapladı gülerek. Programda aynı sorunun yöneltildiği kişilerin büyük bir çoğunluğu; erkek iseler, eşlerini dövdüklerini, kadın iseler kocalarından dayak yediklerini söylediler. Kısacası, erkeklerin ve kadınların çoğu, kadının eşinden dayak yemesini doğal karşılıyor. Hak eden kadın yer dayağı, oturur(!) .
Bu akşam çıkar giderim
Hesabım kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim
Sen zahmet etme yerinden