Eğitimin temel amaçlarından birisi de insandır. Bedensel geriliği olmayan insanın zorunlu bir eğitime tabi olması bunadır. Eğer eğitimin konusunu insan olarak alır isek, sosyal yaşam alanında inançsal eğitimin amacının da insan olacağı açıktır. Bunun dışında inançsal eğitim, pek pek bir şey, gerçekleyemez. Söz gelimi inançsal eğitimi bitiren birinin cam macunu dahi çekemez olması, bu eğitimin üretim amaçlı olmamasındandır.
Söz gelimi bizim dinimizin eğitimsel faaliyet yürütmesi ile imam hatip yetiştirir olması, bir üretim ilişkisi değildir. Buradan, imamın cenaze yıkar olması, namaz kıldırır olması vs. sosyal ve halksal alanın aidiyet ilişkisine denk düşerdir. Değilse toplumsal alanın bir emek değiş tokuşuna denk düşer yükümlüleşme değildir.
Eğitim, hem toplumun hem sosyal hayatın bir dilidir. Eğitimin somut ve soyut, şimdiki halde ve geleceğe yönelik pek çok amaçları ve planlaması olur. Toplum dili olarak eğitim, birçok amaçlarının yanı sıra, bir temel amacı da, toplumsal bir amaç için üretimin sağlanmasıdır. Yani toplumda eğitimin amacı üretimdir. Tekniktir. Toplumun teknik olma eğitimi ağır basar. Hatta teknik eğitim özelleşerek, mesleki eğitimlerine de dönüşür.
Mesleğe istediğiniz gibi tanımlamalar getirebilirsiniz. Ama bu tanımlarınız afakî, temelsiz bir mantık olmaktan kurtulmaz olacaktır. İnsanların toplumlaşması ile meslekler ve iş bölüşümü, mesleklerin karşılıklı yükümleşmesi ortaya çıkmıştır. Yani meslekler toplumsaldır. Temel mantık devinme alanınız budur.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...