Şurası bir gerçekti ki komün yaşamın sosyal birlik unsurları, atalar tecrübesini, kutsal kıldılar. Bu kutsal edilenlerin, somut simge halindeki belirtişlerini de totemleştirdiler. Totemin her yerde gözeten yaygın mana (atalar gücü ve ata ruhu) gücü, simge olarak gözle görülen, temas edilen bir somutluktu. Sosyal birlik üyeleriyle, totemin temaşa etmesiydi bu. Bu dokunulmaz olanın göze, kulağa beyne, bedensel rakslarla hitap edişin, yasa konması idi. Bir yasallaşma bir tüzenleşme idi. Bu, yasal olanın dokunulmaz olanın benimsetiliş gücüydü. Aynı şekilde bu, yasak olanı, yanlış olanı, günah olanı da yasak kılmaydı.
Yani soysal öğrenmeler sosyal yaşayışla benimsetilirdi. Bir yandan da özellikle de toplumsal yaşamdaki nesnel olanın dayatmaları vardı. Ama bu dayatılanların da bir, nesnel ilişkisellik olduğu yada yasal zorunluluktan ötürü olduğu, henüz bilnip anlaşılmış ve ortaya konmuş değildi. Sadece öyle olduğu hissedilen bir zorunluluk vardı. Ve bu zorunulukların benimsetilmesi gereken bir meşruiyetleştirilmesi vardı. Bu da kutsal ve anlayışsal olan sembollerin, totem giyinişleri üzerinden genel geçerli yapılması idi.
Bunda ötürüdürki bu nesnel yasallıklar, tabii ki daha sonraları da sınıfsal çelişki öznellikleri, artık totem (çok sonra tanrılar) buyruğu olarak, sosyal birlik üzerinde yaptırımlaşıyordu. Sosyal birlik üyeleri genelde isim almazdı. O totemin adı ile anılırdılar. Domuz totemli, deve totemli, it totemli, öküz totemli, mısır, buğday, fasulye totemli olmak, ayırt edici bir özellik ve tanımlılıktı.
Deve totemli bir topluluk üyesi, akrep totemli bir topluluk üyesini, akrep olarak görüp tanımlıyordu. Aslında akrep dediği, insan kişilerdi. Her bir topluluk kendini, başka ve insan görüyordu. Ama karşı grubu da totemi ile söylemek zorunda idi. Aynı şekilde akrep totemliler kendilerini “insan” görüp karşısındaki grubu, “deve adamlar” diye tanımlıyordular. Topluluklar, ittifakı nedeniler ile yani bu totem aidiyetliklerlen zorunlu olaraktan anlaşmalara, sözleşmelere vardılar. Ve kutsal sosyal yaşantıyı birleştirmelerinin, anlaşması içinde oldular. Birleşen, iki farklı aidiyet grubundan biri olan akrepler, insanlara (deve adamlara) göre, birden insan olmuşlardı. Yani insan saymışlardı. Yani develer gibi olmuştular. Aynı şekilde de, kendilerini insan gören akreplere göre de develer birden insan olmuştu.
İşte birden bire olu veren, masalsı gerçekleşmelerin temelinde, uzun bir tarihi sürecin, adım adım olgulaşması var. İlk insan gruplarının, farklı aidi totem gruplarının, ittifakı vardı. İttifakla farklı gruplar aynılaşıyor, eşitleşiyordu. Artık birbirine kız alıp kız verebiliyorlardı. Birine göre, diğeri birden prens ya da prenses oluveriyordu. Şimdiye kadar gözüne deve görünenler, şimdi birden insan olu vermişti.
İnsanlar nasıl bir ortama doğmuşsa, o ortamı, ilkten beri genel geçer bir var oluşun sürmesi sanarlar. Hele bu sanı, günümüzdeki gibi hızlı değişme içinde olmayan eski toplumlarda da daha bir güçlü idi.
Masallar, toplumsal ilişkileniş ve sosyolojik ilişkileniş biçimlerin, kendilerine yansımasını, halk dilindeki anlatımıyla sözlü edebiyatın konusu ederler. Bunlar insanların toplumsal beceri ile bilgilenen kişilerin ön görüsü ile yapılaşmıştır. Ön görülerin vakti gelmediğinden, teorisini şekillele yayamayan insanoğlu, cadılar arcılığı ile bir küreye bakardı. Ya geçmiş, gelecek görünür olur. Ya da gelecek geçmişte görülür.
Geçmişin, gelecek görünmesi, tecrübe ve bilginin doğması ve insanın tahmin etme, geleceği kestirme ve eylemde bulunma gücünün kişilerde yetenek olarak belirmesi anlamınadır. Şimdi ortya konanların yarınki ilişkilenişleri olmasıdır. Şimdiki biçim alışların; geçmişteki alınan tedbirlerin bir devam sonucu olduğu, nedensel bağının bilgisine varmanın gizemciliği idi.
Bu bakış somutun yansımasıdır. Nasıl suda kendisi yansıyorsa, düzgün metal yüzeylerde kendi aksini seyreyliyorlarsa, akıl gücü ile kestirimlerde bulunduklarını da suda yansıtmayı deniyorlardı. Tabii her durum gibi bu da çıkı çıkarılacak bir durumdu. Su bakıcılığı, küre bakıcılığı gibi kâhinlikler, falcılıklar çıkacaktı. Bu toplumsal değişme ve gelişmedeki gücün, akil insanlarca, algısal yansımasını düşünce edip bilmeleştirmektir. Bilir olmanın yansıtılmasıdır. Bilginin yasal olanın sezilmesidir.
Yeni yeni toplumsal yapının ilk adımlarının atıldığı o dönemlerde, insanların olup bitenleri hemen anladıklarını sanmak, bunları düzgün cümlelerle ifade ettiklerini sanmak, birleşmelerin bir kaynaşma ve anlayışlarla uyumlaşan sonuçlanmalar olduğunu sanmak, tam bir yanılgıdır. Aslında alabildiğine kaosların çıktığı ortamın, düzenleşip ilişkileştirilmesi macerasıdır olup biten.
Çevresinde onlarca küçük krallıklar benzer yapılaşmalarla ortaya çıkıyor ve benzer hallerle krallıklar yok oluyordu. Bunca gözlemlerin ve anlatılanların ışığında, benzer yanlışları tekrarlayan krallıkların yıkılacağını bilir olmak, görür olmak, öyle kehanet işi değildi. Ama bunu geniş yığınlara nasıl söyler ve anlatırdınız? Nasıl olacaktı?
Mutlaka insanlarda daha önce edinilen ve işletilen, sanı kanı anıklığı üzerinde iletişecektiniz. Bu tür sanı kanılar üzerinde akıl işletebilmek olayları sindirir olabilmek, insanların en, temel mantık koyuş ve mantığı anlama anlatım olarak kategorize ediş becerisidir. Bu beceri atalar ruhu totem kutsallığının en mucize oluş temelidir. Bu, zaten sizden önce ortaya çıkmış ve kullanılmakta olan yöntemi ve sosyal, manevi otoriteyi, sizin de uygunca devinim alanına sokmanız yeterli olacaktı. Bu yeterli oluş sosyal yapılarda (halkta) etkili olduğu gibi toplumda da; şimdilik epey bir zaman dilimi boyunca, yasaların yerini tutar bir önemlilik ve gerçeklikti.
Üstelik iki yada daha fazla kutsal totem anlayışlarının zıtlıklarını aşarak bunu becermek zorundaydınız. Bu totemlere de, yeni topluluğun tüzenlenişi gibi, yeni düzenleştirme görevleri vermeliydiniz. Sümerler’in bunca Tanrı’larının anlamı ne idi? Bu verimlilik nereden geliyordu? Neden İnanna’nın sütünü içen o topluluğun kralı oluyordu? Artık yeni ittifaklarla genişleyen, daha da güçlenen bir krallığın doğacağını, suya bakıp söylemenin akıllılığı kalmıştı geriye. Bu çağlar nasihat edicilerin çağıdırlar. Bu çağların erdeme çağırıcıları çoktur. Çünkü insan bilemediği ama zorunda olduğu kurumlaşmaları sırtlanmıştı. Henüz bunların nesnel yasallığını sanısal inançlar üzerinde sağlıyordular.
Bu bir bilginin söyleşilip, anlatılamamasının, halk mantığına göre, söylenir, anlatılır olmasının yoludur. Daha insanların anlama ve anlatım güçleri ve dilleri; öyle alabildiğine gelişmiş değildi. Her toplumsal olanı, algılayıp, yorumlayıp, değiştirip dönüştürüp, yararlandıkları pekinlikteki bir bilgi değildi. Sanki bu gün bile, hala öyle değil miyiz? Toplumsal değişmelerin kaçımız farkındayızki? Yeni oluşan anlatım dillerini, kaçımız bilip kullanırız? Bilimsel araştırma ve geliştirmelerin mi anlayışı içindeyiz, yoksa inanç yapıların mı? Hangisi daha kolay ve rahat?
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 1.2.2009 10:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)