Totema*
Bulduğu antikçe yolu takip etmeyi başardı,
varacağı noktaya kadar hissiz…
Yağmurda çamurda, batakta, öyle ya böyle;
doğal oluşmuş bir derin orman patikası
ve bu yolun geleceğe serpiştirecekleri…
Kalın sicim ag düstü o yüksek ağaçlardan;
lifleri saf pamuktan inşa, güzelim …
Götürdüler şaşkını şefin çadırı önüne;
Saf Türk Safarici, sen ne arıyorsun buralarda
Şef emri verdi: “Bağlayın sıkı onu toteme! ”
Böylece, danslar başladı, başladı şenlik.
Köyün kadınları, nice yemekler yaptı;
döktüler ince maharetlerini bir bir.
Yeni bıyığı terlemiş genç oğlanlar,
genç kadın adaylarının hamarat ellerinden
yemek beğendirilme yarışına sokuldular.
Sergi, acayip bir söz kesme ayini mi bu?
Sonra çözdüler Dr. arkeolog İren’i,
oturttular Büyük Şef’in çadırının önüne,
tahta kap uzattılar önüne yemesi için.
Böcek ve çiyan gibi bazı abuk şeylerin
iç karın duvar kas bölgelerinden Özen ile
sıkılarak çıkartılan ve başka işlemlerden
de geçirildikten sonra şuruplaştırılmış bir sıvı
ile kabukları ki sırtları yumuşatılarak;
bu, daha önce hiç görmemişliği yaratıkların:
hazırlanılan bu menü ne idi Önüne konulan.
Yedirmeye çalıştılar ama kadın çok diretti.
Apar topar götürdüler; yapraklar
hafif hışırdarken artık: kazana tıktılar.
Şef’in emriyle gene harekete geçen yerliler
kaptı kırmızı boya mızrakları bu sefer,
Manitu’larının yam yam dansına başladılar.
Gönderilmeye başlandı çocuklar
sırayla, Bulmaya Kazanın altına,
yakılacak kof tersinmesi odunları.
‘Kendi başlarına mı yapmışlar bunları?
Çok ilginç bir yemek tüme vardırtmışlar;
İğrençti gerçi asla yenilmez ama olsun.’
diye aklından geçirdi kadın o an.
İren o gün yeni bir şey daha öğrendi.
Artık ordan kaçmak için plan düşünmeli.
Geceye dönerken bir akşamüstü baharı,
günün ertesine kadar yaşatmaya
karar vereceklerdi onu, gökte Ay belirdi;
sözü kesilen gençler mutlu, umutlu,
haşarı ve çabuk, şevkli, düşünmeden …
etraflarında neler döndüğünü bilmeyen …
Totemistan burasıydı, kadın bilecekti.
Ertesi gün onu çadırdan çıkarıp saldılar
kaçmasına falan gerek kalmadı.
Meğer söz kesme töreni böyleymiş, bir şaka.
Gitti Dr. İren ve bunları bir kitap yaptı …
Sonradan kulağına gelen haberlere göre,
Şef çocuklara anlatmaya başlamış
olan biten her şeyin asıl iç yüzünü:
“Bakın” diye mistik başlamışmış…
Kulak kesilmişler: “O konuk vardı ya,
iki şey üretti kendisinde, asıl yiyecektik
Ama yemedik: 1. Bir değer biçti her şeye karşın,
anlayışına ters kalan yaşam tarzımıza.
2. Yeni bir şey daha öğrenmenin
de vardı keyfine. 3. o bir kadındı,
ama bunu demeye bile değmez artık
çünkü düşündüm: Biz ki biz, biz biz;
o öğrenebiliyorsa ben de öğrenebilirim.”
“Biraz daha adaptemizi geliştirebilirsek
daha uygar yaşamayı öğrenebiliriz.
Kendimiz için…” Soranlar oldu Büyük Şef’e:
“Nasıl bildin? Onun bunları düşündüğünü …”
“Nasıl mı bildim. O sıra Ay beliriyordu.
Ben de bunu fırsat bildim ve ona danıştım.
Bu, doğadır; doğanın kendisi –fırsatçılık aksi…'
'Düşünen kişi, doğan’ın büyüsüne doğru yolalır;
doğan doğadır aslında ve bahsettiğimiz büyü, bilgi.
Doğaya dürüstmüş o bu burada, anlaşıldı.
Ve bu tür merhameti görünür kapsamsalın;
çabacı, kendine de değerini verendir.'
-
*Yenmesi için önüne konan yemeğin adı, bir türetmem oldu :)
Orijinal şekli cic.blogcu’da, Viner hand ITC’le 14 font yazıldı
Kayıt Tarihi : 5.7.2007 14:12:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!