Olması gerekenlerle, olanların doğruluğunu karıştırdık sanırım bu güne dek. Keskin cümlelerin peşinde savrulduğumuzdan bu yana, hikâyelerimize yalanlar karıştı. Yalanın karıştığı yerde, doğruların ömrünü kestik kör testerelerle. Biz olmaktan çıkıp, ben ve sen olduk ve belki de arada gezinen başka nefesler oldu. Artmadığımız gibi azalmadık da yalandan yana. Dağıldık, toz duman olduk.
Sevgiyi dilimleyip her öğünde başka bir tat gibi koyduk sofraya. Renkleri birbirine karışmış çiçeklerle dolu birer vazo vardı gözlerimizde. Yalandı o çiçekler ve alacalı renkleri. Yalandı her şey, sen gibi. Küstükçe her şeye, kendimle barışmaktan da uzaklaştım o kadar. Çırpındım, tutunamadım, yalnızdım…
Ağlarken gözyaşlarımı sileceğim yen yoktu. Çıplaktı sanki ruhum. Sensizlik çıplaklıktı belki ya da hiç olmayan bir giysiye sığmaya çalışmıştım onca anıda. Küçüktün bana veremediğin hayatla. Tırnaklarımın arasına girmiş toz taneciklerinden öteye geçememiştin sen. Ben anladığımda çok geçti. Düşmüştüm sana çoktan.
Kurtuluş için bir sancak dikmeliydim yüreğime. Rüzgârla savrulmalıydım belki. Elbet senden çok ötelere eseni vardı, bulacaktı beni. Kader dedikleri sahnede, bana verilen sözcükler yetmeliydi sanki. Yetinmeyi öğrenmeliydim geç olmadan. Tüm geç kaldıklarımı bir kenara kaldırıp, şimdi koşmalıydım.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta