Anadolu’nun şirin bir köyüydü Alacağ Köyü. İnsanları sevecen, sıcak ve çalışkandı. Mehmet Efendi her gün erkenden kalkar ve gündelik işlerine koyulurdu. Eşi ve kızları Asya ev işleri ile meşgul olurdu. Asya her gün erkenden kalkıp kahvaltıyı hazırlar, koyunları sürüye katar ve evi toparlardı. Sabahları çoban Ahmet’i gördüğünde anlam veremediği bir heyecan ve telaş basardı içini. Eli ayağı birbirine dolanırdı. Aslında Ahmet de Asya’dan farksız değildi. Birbirlerine, kalplerinde büyüttükleri bir aşk saklıyorlardı.
Asya serpilmiş ve gelinlik kız olmuştu. Ahmet de artık çocukluktan çıkmış genç bir delikanlıydı. Lakin bir sıkıntı vardı. Ahmet bir türlü ilk adımı atmaktan korkuyordu. Mehmet Efendinin kızını bir çobana vermek istemeyeceğinden korkup her seferinde bu sevdadan vazgeçmek istiyordu. Oysaki her sabah Asya’yı evlerinin avlusunda görünce tüm umutsuzlukları kaybolup tekrar cesaretini topluyordu.
Asyagil’in evine artık her hafta bir görücü gelmeye başlamıştı. Asya gelen her görücüyü bir bahane ile yollayıp, ailesine evlenmek istemediğini dile vuruyordu. Babası kızının bu tutumu karşısında artık sabrı taşmak üzere idi. Aslında Mehmet Efendi kızını köyün zenginlerinden Hasan Bey’in oğluna vermek niyetindeydi. Hem kızı zengin bir eve gelin gitmiş olacaktı, hem de kendisi topraklarına toprak katacaktı. Yakın bir arkadaşı vasıtası ile Hasan Bey’in kulağına kar suyunu kaçırmıştı Mehmet Efendi. Hasan Bey, oğlu ile görücü olarak Mehmet efendinin evine gittiğinde Yaşar, Asya’yı görmüş ve ondan büyülenmişti. Evlenmek istediği tek bayandı artık onun için. Misafirlik faslı bittikten sonra Asya tüm görücülere nasıl davrandıysa Hasan Bey’lere de aynı şekilde davranmıştı. Ama bu sefer Mehmet Efendi aklına koymuştu kızını bu zengin aileye vermeyi. Asya babasının bu tavrından dolayı korkmuş ve Ahmet’e bir şekilde haber vermeliydi. Ertesi gün sabahleyin Asya, çoban Ahmet için ufak bir azık ve içine durumu anlatan bir mektup saklamıştı. Ahmet yaylada karnı acıktığında güzelce Asya’nın onun için hazır ettiği azığı yemeğe koyulmuştu. O sırada çöreklerin altında bir mektup gördü. Okumaya başladığında ne iştahı kalmıştı ne de sevinci. Hayatı kararmıştı sanki. Akşam yalnız başına kaldığı fakirhanesine döndüğünde aynı mutsuzluk ile baş başa idi. Ne yapmalıyım derken akına her zaman başı sıkıştığında gittiği köyün muhtarı geldi. Muhtar onun öz babası gibi olmuştu. Annesi ile babası vefat ettiğinde ona uzun bir süre yetişkin olana kadar Muhtar bakmıştı. Muhtara durumu güzel bir şekilde anlatıp acizliğini de belirtince muhtar bu çok sevdiği genci kıramayıp Mehmet Efendinin evine görücü gitti. Asya diğer tüm görücülere davrandığı gibi değildi bu sefer. İçi kıpır kıpırdı. Heyecandan ölecekti nerdeyse ama babası sert bir eda ile muhtarı kovmuş ve aldıkları hediyeleri dışarı fırlatmıştı. Asya ile Ahmet olanlar karşısında şokta idi. Ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. Hasan Bey düğün hazırlıklarına başlamıştı. Asya’nın tüm ısrarlarına ve gözyaşlarına rağmen Yaşar ile evlendiriyordu sonunda. Düğün günü gelip çatmıştı. Ahmet yıkılmıştı. Bu akşamdan sonra sevdiği kız başkasının olacaktı. Buna dayanamıyordu. Ahmet’i böyle gören muhtar da üzgündü ve aklına bir fikir geldi. Herkesten habersiz Asya’yı evinden alıp Ahmet ile İstanbul’a yollayacaktı. Ahmet’e bu fikrini anlattığında garibim sevinçten ölecekti. Hemen yola koyulup plana başladılar. Muhtar gelin kızın evine girip Asya’yı usulca arka kapıdan dışarı çıkardı. Ahmet Asya’yı görünce önce sarıldı ve alnına bir öpücük kondurdu. Ardından hızlı bir şekilde köyü terk edip İstanbul’un yolunu tuttular. Hadise çok geçmeden anlaşıldı ve herkes köyün dört bir yanında Asya’yı aramaya başladı. Jandarmaya da haber verilmişti ama hiçbir arama netice vermiyordu. Ertesi gün olduğunda Ahmet ile Asya İstanbul’da muhtarın bir yakınının evinde saklanmışlardı. Bir yandan da muhtarın kurmuş olduğu plan duyulmuş ve Mehmet ile Hasan Bey çılgına dönmüştü. Yaşar bu durumu namus meselesi haline getirmiş ve köyden çıktığı gibi kendini İstanbul’da buldu. Uzun zaman Ahmet ile Asya’yı aradı ama hangi bir tarafa gittiyse onların bir türlü izini bulamamıştı.
Ahmet bir gecekondu bulmuş ve birkaç parça eşya ile evi düzmüştü. Akşamları evden çıkıp sabah saatlerine kadar sokaklardan kâğıt topluyordu. Fakir bir yuvaları vardı ama mutluydular. Her gün sofralarında tarhana çorbaları eksik olmuyordu ama yüzlerindeki mutluluk kadar daha tatlı bir şey yoktu. Nerdeyse bir sene olmuştu ve Asya’nın karnı burnundaydı. Birkaç gün sonra Asya nur topu gibi adını Yusuf koydukları bir erkek evlat sahibi olmuşlardı. Artık Ahmet bir aileye sahipti ve ailesizlikten duyduğu özlemi eşi ve oğlu ile gideriyordu. Ama çok geçmeden mutlulukları yarım kalmıştı ve bundan sonra başlıyordu tüm kötü hadiseler. Çünkü Yaşar nihayet onların izini bulmuştu. Bir gün her ikisi de evde iken Yaşar evi basmış ve hunharca Ahmet ile Asya’yı öldürmüştü. Kundağında duran Yusuf’u fark etmemişti. Allah’ın garip bir mucizesiydi bu. Yusuf kurtulmuştu ama o da babasının kaderi ile yüzleşmiş ve artık hem yetim hem de öksüz kalmıştı. Yaşar bu olaydan sonra babasının da nüfusunu da kullanarak hemen yurt dışına çıkmış ve orada yaşamaya başlamıştı. Yusuf’u devlet, çocuk esirgeme kurumuna yerleştirip büyüyene kadar orada yaşaması için karar almıştı.
sol tarafından kalkmış bir taze
sabah bulunsun yanında
Kent! gümüş kanatlı melek
yalancı düşler uyuyor olsun
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta