1- Et Le décès est né
Bir beyaz mevsim gösterince kendini
delilik sokaklardan koşarak kaybolur
kağnılar daha da sertleşir bayırlarda
mavzer sesleri sürekli duyulur.
Ayalara doğru kök salan bir saray var
dile gelmeyi bekleyen geniş kasıklarda.
Vücud-u mahiyeti her gün türüyor
türüyor ve günün sonunda yeniden yaratılıyor.
derinleşiyor bu sayede sarayın taşları,
kumları iyice serpiliyor gelecek günlere.
ve bir dişli neden inletiyorsa kaldırımları
aynı sebep meydana getiriyor
saray efendisinin oğullarını.
İnsan, anadan ve babadan çoğaldıktan sonra
kır gezmelerine ve kutuplara hazırdır artık.
seraplarla bitişen ilk oğlandı
doğdu sabah rüzgarıyla çarklara çaktırmadan.
seraplarla bitişen ilk oğlandı
dünyaya dirilik tutturmasıyla meşhurdu sarayda.
naili revana sairlik addedemiyordu bir türlü
bıkmıyordu gündüzleri erişmekten yıldızlara
boyuna yürüyordu ve saçlarını tarıyordu
ve çakısını unutmayı ritüel belliyordu sokağa çıkmadan
her kavgadan sonra dudağına bir genç kız dudağı konduruluyordu.
Bu büyük ağabeyden sonra gelen ortanca oğlan
talisizlik biliyordu dünyaya uğramayı.
sövgüsü tazeleniyordu Allaha karşı
ne zaman sabaha bir güneşle uyansa
Eğretiydi kısa yolculuklarda birbirine dolanan omuzlar.
Eğretiydi ona göre bütün ayakları tabiatın.
Gündüzleri ağaçaltlarında, saray basamaklarında
ve çatıkatlarında
asırlara galip gelmişçesine uyurdu.
geceleri bilinmezdi saray ahalisince ne yaptığı.
Fakat söylenegelen oydu ki
bu tuhaf ortanca erkek çocuk
geceleri gizlice uyanır, uyanır ve ağzını
saray mizabına dayardı.
Sarayın üçüncü evladıydı sürekli rüyalar gören
Görmek, ne büyük bir inandırıcılık.
ne büyük bir sevişmek, savaşlarda edinilen.
kitaplara sığınırdı bu genç tutuşmak için dünyayla
akran biliyordu yaratılmışlığı, yıpratılmışlığı
ve Rodion Romonovic ve Piskarev kadar aciz
ve militanlar kadar bütündü.
Saray koridorlarında biteviye yürür,
içtenlikle yüzüyle ve parmaklarıyla sohbet ederdi.
Korkunçtu, çünkü çekingendi suratı.
Derindi, onun gözleriyle birleşenler
durduramıyordu kendini onun saçlarında dağılmaktan.
Güçlüydü, çünkü hangi kız ona dokunmaya niyetlense
bir diken batıyordu sahralarına, topraktan taşan.
Ve bir kız, sarayın en küçük evladı
alınganlık, varlığa noksanlık katıyor
doğumu sırasında toprak
dünyaya gelmesi için bu gençkızın
oluş sebebini istemişti saray babasından.
kızın doğması için anası verilmeliydi.
Nitekim öyle oldu
kız goncalanıverdi anasının ayaklarından.
Tabiatı eksik bıraktı doğumu.
Hangi gün elini taşlara sürse
efsunkâr kokular yayılırdı saraylara
Bu gençkız yıllara yürürken
dokunduğu her bedene yumuşaklık ilave etti.
Geçiştirilemezdi ne varsa ellerinde.
Erilliğe uzanıyordu o bembeyaz kolları.
Fakat kız onbeşine varınca
alem bir karşılık olarak babasını istedi.
Çünkü on beşine girerken bir kız
yeni bir gök yaratılmış demektir.
nefessiz bırakır bu gök babaları.
çünkü çekilmeden babalar toprağa
kızlar boyunlarını fark edemez.
Düştü yataklara saray babası
sarayı kuşatıverdi bir giryan hal
haller içinde görünmedi gölge
gündengüne soldu sarayın duvarları.
Günler böylece hasta babanın çevresinde geçti.
zaman serpilirken yine bu yaşlı adamın yastığına
saray kadınlarına kızının çağrılmasını söyledi.
Kadınlar bir telaşla dolandılar sarayda
aradılar, aradılar aradılar
nihayet gençkızı ceviz altında buldular.
“Babanız seni çağırıyor ey eteği dünyaya bulaşan”
bunun üzerine gençkız, yavaşça doğruldu
saçlarını, saçlarını ve dudaklarını düzelti
ve yürüdü babasının ve göklerin başucuna.
Eşikte birleşince babasıyla gözleri
ürkeklik rüzgarı sırtına dokunuverdi
bu dokunuşla boğuşamazdı hiçbir insan
ilmekler, urganlar, ademiler
hepsi şüphenin karnından vuzuh ettiler.
perişan kız adımını gerisingeri atacaktı ki
“kızım” diye dile geldi baba
“bu gunude halde tükeniyor babacığın.
tükeniyor, av mevsimi gelmemişken daha
bu biçare adama bir şey söyle
bir şey söyle ki yıkılmak zevkini ölmeden tatsın”
Kız, yavaşça yatağın ucuna oturur,
babasının ellerine, ellerini koyar
uzun zamandır beyninde dolaşan sesleri tekrarlar, tekrarlar:
“Can nice ayrılır tenden
Ten nice ayrılır candan
Ayak ayak nerdübandan
İn eyledi zaman bizi”
bir heyecan furyası başlamıştı kızda
neresinden yükselivermişti bu sözcükler gençkızın.
hangi azgın beyindi ki o ayak sesleri duyulmaktaydı.
Acaba yerine getirebilmiş miydi bu sözler
yıkılmak zevkini yaşlı adamın?
Hayır, çünkü babalar göçüvermez in surlarında.
yalnız yiğitlerin işidir o in içinde kendini gidermek.
“Devam et” dedi babası
“devam et, devam et
yık beni bu duvar aralarında
yıldızlara kanımı dağıtıver”
yıkmak meselesi, eşlik ediyordu yıkılmaya
sultası yıkılacaksa eğer bu diyarların
bunu gençkızlar kıvrımları yapacaktı.
gözleri dalıyordu alnına babasının
bir buğulu, bir giryan, bir sinmiş soluk
işgal ediyordu memelerini gençkızın:
“Bağıran çağıran aciz bülbülüm
Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm
Karac'oğlan der ki imdatçın ölüm
Mezardan gayrı bir yol bulamadım”
sükûnet sükûnet sükûnet
Babeuf, Lorca, Gramsci…
Yıkılmak bilmiyordu bu yaşlı adam.
Yıkılmıyordu, nasıl yıkılacaktı
nasıl yıkılırdı ki aklından yumrukları çıkarmayan
Babası kaldırıp ellerini, koydu kızının yanağına.
“haydi, haydi, geçir harfleri omuzlarımdan”
Bunun üzerine kızcağız,
erkliğini terk etmeyen bu adamı
neyin yıkacağını kestirmişti.
Camın ardındaki dağlarla biledi gözlerini
yazgısı göründü önce
ardından patikalar, uzun uzun ağaçlar
ve yağmurlar yağmurlar yağmurlar:
“Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.”
Hiçbir şey
dağlayamazdı kuvveti dönülmemiş bir yol kadar.
varlık vuku bulurdu çünkü
asfaltlı yolların taşlarıyla.
gidememek, varamamak, dönememek..
ağır geldi saray babasına.
Ölemediyse de o gece
bir yıkılım hazzı gömleğine yapışmıştı.
iyice gömüldü derinine suların
günler böylelikle geçti
bir baba ve üçoğlan kız.
Şimdi bürüyordu ölüm serhatlarda çocukları
uykular gittikçe ağırlaşıyor
gittikçe dayanıyordu okyanuslara.
Yine böyle gecelerin birinde
rüyaların içine düştü gençkız.
yarasalar ve tilkiler ve baykuşlar
sığınlar, kurtlar, deniz canavarları
sulardan ve göklerden fırlayarak
bu kıza ulaşmayı başarmışlardı.
hepsi birden dile geldi
kapılarak efsununa bu saray yaprağının:
ey asırların ve diyarların yasa koyucusu
ey her buluttan dünyaya arta kalan
ey karanlıklardan ve kapılardan ve ağaçaltlarından
ateşten, balıktan, saatlerden ve kumrulardan ve
kadınlardan uzayan.
Su gerektir yaşaması için babanın.
Haydutlardan ve avcılardan ve vurgunculardan
geçerek varmalısınız dağın en ucuna.
Orada bir su var hayat verecek babanıza.
Bir testiyle, büyükçe bir testiyle gitmelisiniz,
doldurun testiyi oradan akan suyla.
Sonra, sonra bu büyük saray bahçesinin toprağına
Dağdan getirdiğiniz suyu dökün.
işlesin toprağın en namuslu mevkiine.
bütnedilsin kökleriyle bütün alemin.
Ya sonra?
sonrası dile gelmiyor.
yaşamak çünkü dile gelmez bu diyarlarda”
Sabah olur olmaz ağabeylerine koştu bu kız.
anlattı ne söylendiyse gece kendisine.
evlatlar için bir dağ yolu gözüküyordu artık.
bu maceraya en büyükleri atılacaktı önce.
Hazırlıklar yapıldı, erklik kuşanıldı.
Daüssıla mündemiçti bu yazgının.
Her şey bir babanın doğumuyla başlayabilirdi
Fakat sakınılır birçok kez toprağın yalanından.
kimin aklına gelir akrep denilince zaman
kimin aklına soba denilince Zola.
ölüme yakındır hayatın elini tutan
ve masallar anlatılır
ve şairler gitgide kazınır yumruklara.
Kayıt Tarihi : 29.7.2019 14:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!