Dar, darbe
Halka irade
Vur sende
Özgürlüğüne
Bir sağdan
Bir soldan
Bir oradan
Bir buradan
Yasaklar
Her yerde
Özgür irade
Düşün neresinde?
Baskı önlensin
Darbeler engellensin
Darbeciler yargılansın
Adalet yerine gelsin
İstekler orta yerde
Sözler düşüncede
Taraflı hedeflerde
Test samimiyete
Karşı çık darbelere
Darbe benden yana
Darbe senden yana
Olursa insanlık adına
Samimiyet kalmaz ortada
Fikirler özgür ise
Yasak konmaz düşünceye
Darbeler yapılmaz iradeye
27.06.2009 – İzmir
Mehmet ÇobanKayıt Tarihi : 27.6.2009 00:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bugünlerde ortalıkta siyasiler birbirlerini samimiyete çağırıyor. Haydi, 12 Eylül darbecilerini yargılayalım diye? Peki, gerçekten darbeciliğe, darbelere karşı mısınız? O zaman haydi, Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki bütün darbelerin yargılanmasını sağlayın. Halkın iradesine karşı yapılmış 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden başlayın. Sonra 12 Mart 1971 muhtırasını… 12 Eylül 1980 ihtilâlini… 28 Şubat darbesini… Mahkemeye sevk edin… Yargı önüne çıkarın. Bu ihtilâllerde mağdur edilmiş insanların, fikirlerin, halk iradelerinin adına bunu yapın… Tek parti döneminde İstiklal mahkemelerinde yargılanan fikir suçlularının haklarını arayın… Mesela Nazım Hikmet Ran’ı 1923-1938 yılları arasında 11 kez yargılayan ve vatan haini ilan eden tek parti (chp) düşüncesini yargılayın. Mesela İskilipli Atıf Hoca’yı fikrinden dolayı idama mahkûm eden düşünceyi yargılayın. Eğer bunları başarabilirseniz o zaman samimiyet testinden geçmiş olursunuz. Ancak, şu darbeyi bize yakın olanlar yaptı, haklıydılar… Şu darbeyi bize karşı olanlar yaptı haksızdılar… Yuh olsun onlara, yargılansın, adalet yerini bulsun… Şu fikirlerin yargılanması, fikir özgürlüklerine aykırıdır… Şu fikirlerin yargılanması adaletin gereğidir diye inanırsanız… Siyasi, fikri söylemlerinizin “samimiyet testinden” geçmemiş olursunuz. Yaklaşık altmış yıllık ömrümün kırk yılını ülkemdeki siyasi kavgaları seyrederek, toplumun içinde yaşayarak geldim. Ne yazı ki, darbelere karşı olmak… Fikirlerin yasaklanmasına karşı olmak… Gibi düşüncelerde, ne ülkemdeki fikir adamları, ne de siyasiler asla samimi değillerdir. Bugüne kadar samimiyetlerini ispat edecek işler yaptıklarını görmedim. Gördüğüm tek şey, her düşünce, kendine yönelen baskıya yandım Allah diyor… Diğerlerine gülüyor… Oh iyi olmuş diyor... Bu ülkede gerçekten fikir özgürlüğünün olabilmesi için, asla tartışılmazların, dokunulmazların, değişmezlerin olmaması gerekir. Zira zaman değişiyor. Düşünceler gelişiyor. Hayat her an yeniliklere aday oluyor. Ama biz, bir dönemin düşüncelerini aydınlık, çağdaşlık kabul eder ve orada kalırsak… Kabul ettiklerimizi tartışılmaz, değişmez, dokunulmaz kılarsak… Çağ aydınlığa gidiyor değil aksine, karanlıkların en zifirine gömülüyor demektir.
Yorumlarının özünde vardığı sonuçla ilgili bir kaç şey eklemek isterim
Ülkemizde dokunulmaz, tartışılmaz ilan edilen 1923-1950 arası tek parti dönemi ve arkasından gelen çok partili dönemlerde yapılan askeri darbelerin mantığı aynıdır. Değişmez.
Büyük Millet Meclisinin salonuna 'egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' yazan bir iradenin, milletin vekillerini askerin komutları arasında görmek istemesi çok gariptir.
Ne yazık ki, Tek parti döneminin mantığını taşıyan CHP aydınları, 12 eylül'e sürekli karşı çıkarlarken ki haklılar, 27 mayıs'ı, 28 şubat sürcini ve tek parti dönemini alkışlamaktadırlar.
Bu garip tutumu gerçeklik peşinde olacaklar için örtüştüremiyorum.
Ülkemin Tek parti dönemini kutsayan aydınlarının, Nazım'ı 11 kez yargılamaları, son yargılamada vatan haini ilan etmelerinin arkasından bugün Nazım'cı olmalarını açıklamak zordur.
İstiklal mahkemelerinde tek parti anlayışına aykırı her türlü düşüncenin yargılanmasını açıklayamazlar.
Bugün bir parti aynı şeyi yapsa fikir özgürlüklerinin bittiğinden, yokluğundan söz edeceklerdir.
Ne yazık ki ülkemde çifte standart yorumlar, gerçekler üzerine gözlemler çağdaşlığa, bilimselliğe asla uymaz.
Benim yanımdaki kutsaldır anlayışı her zaman öne çıkıyor.
Elbette yargılamaların olması darbeleri önlemez.
Zira darbeleri yapanlar, halkın egemenliğinin kayıtsız şartsız olduğuna inanmazlar.
Halkın egemenliğinin kayıtsız şartsız olduğuna inanmayanlar, halk üzerinde istedikleri gibi iktidar olmayı düşleyeceklerdir, özleyeceklerdir, ellerine fırsat geçirince de uygulayacaklardır.
Halkın çoğunluğunun düşüncesiyle örtüşmeyen, sayısı azınlık düşüncelerin, çeşitli güçlerce desteklenerek güçlüymüş gibi hareket etmeleri ne yazık ki ülkemizin siyasi yapısının görüntüsünü çiziyor.
Halkın çoğunluğunu aptal sayanların alkışlandığı ülkemde, çarpık kendindeni kutsayan, halkın seçimlerini ötekileştiren yorumlara girmesi kadar doğal bir şey yoktur sanıyorum.
Ancak bende, güncel olan konuya ilişkin kendi mütalaarımı ortaya koymayı, konunun zenginleşmesi bağlamında yararlı görmekteyim.
Hiçbir düşünme, inanaç, olay ve olgu kendi sürel tarihi koşullamasından bağımsız var olamaz. Buna rağmende tamamende ona ram değildir.
Soyut olarak darbeye karşı oluruz. İnanların yoksulluğuna , savaşa vs. karşı oluruz. Ama bunlar biz karşı olduk yada olmadık diye süre gider var oluşlar değildirler. Ama ne hikmetse sürer giderler! Neden acaba? Nesnel toplumsal somut ve soyut (kültür) bağıntılar sağlanmamıştırda ondan.
İngiltere'de neden darbe olmaz? Pakistan, Türkiye, Suriye Endonezya, Nijerya, Güney Afrika, Güney Amerika ülkeleri vs. yerlerde olur?
Her konjonktürelin bir ön koşul zamanı vardır. Örneğin Cumhuriyetten önce meşrutiyet, ondan öncede mutlakiyet vs. yönetim zaman süre durum şartları vardı.
İngilterede halk Magna Karta'dan(1215) beri siyasetle azçok ilgienip katılımcı demokrasinin oluşması bağlamında şartları sürekli olgunlaştıra geldiler. Her koşulu belirleyemediler ama yönetenlerinde aheste aheste her dediği dedik, çaldığı düdük, olmamaya başlayan bir birikme ile bu günü koşullayıp belirlediler.
Oysa bizde genel siyasi kült, susmak, itaat, büyüğe ulul emre bağlılık, destursuz adlarını dahi ağıza almama idi! Onlar işlerini bizden iyi bilirlerdi!
Bu yüzden katılımcı bir yapılaşma ve bunların koşlları olan saikler, bizim toplumda sivil bir varoluşla gerektirilemedi.
Sosyal olaylar ve doğal olaylar, aynı yasal koşula boyun eğdiklerinden; ortam boşluk kaldıramazdı. Sivil insiyatif susturuldukça, askeri insiiyatif bunun yerini aldı. Tarihimizde hele hele yakın zamanlarda birinci ikinci meşrutiyet gibi oluşumların açıktan yada arkasında sivil olmayan güçler vardır. Bunlar Osmanlının gününden beri bir çeşit açık gizli kurumlaşma meşruiyeti kazanmışlardır. dahil oldukları olaylarda ahali hiç şaşkınlık duymadığı gibi alkış tutarak beklentisini onaylamıştır. Sosyal gelişememe şartlarımızdan dolayı böyle bir misyonu ahali olarak zımnen askere yüklemişizdir.
Buda bir yasal zorunluluğun yerine getirilememesinin kendi haline kendi mevcutları ile başının çaresine bakması işidir. Yani sistemin kendisini denetleme düzeltme hareketinin bizde sivil kültür ve tutum olarak oluşamaması yüzünden, sistemin aksamalarını düzeltme kontrol mekanizmalarını yanlış olarak ve tersten asker üslenmiştir. Zamanlada bu oluşmanın yolunun kullanımı bizde yeni bir işlev (yapay) kurumlaşmaya yol açmıştır. Sanki sivil yönetim olarak her şeyi başardıkta darbeler bunun üzerine gelip oturmuş gibi değerlendirdiğimizde kendimizde, aynaya bakarak düzeltme hareketi yapmış olmuyoruz.
Elbette hoş ve doğru değildi. Ancak tarihi ve süreçsel nesnel gerçeklik ve tekerrüri oluşlar bu ve bundan kaynaklıdır. Çözüm, olguları, yanlışlıkları anlama, olayları yorumlama ve dönüştürmede buradan çıkarılıp üretilecekti.
Aydın ve sorumlularımız buralara kafa yorup, buralardan çözüm üretip, sosyal oluşumu kendi mecrasına döndüreceğine,kısır döngü ile alabildiğine bir darbeye karşı oluş yarışı başladı! Bu karşı oluşlar, hiçbir çözüm üretemediğinden, sen çok karşısın, hayır ben dahaçok karşıyım! Ben o zaman da karşıydım, şimdi de karşıyım! ben ozamanda karşı olduğumu yazdım vs. vs. kör döğüşü,kayıkçı döğüşüne dönüşmektedir. Oysa bu darbeler karşı olmadığımızdan yapılıyor değildir...
Ve eyyamcı bir tutumlama ile, hiçbir akıl koyuş çözüm önerisi konmamaktadır. Bunun en somut. örneğide, askerleri sivil hukuk yargılarsa bunu önleyeceğimiz yanılsama ve yanıltmasıdır. Bunlar elbet gerekli şeyler ama bu alanda hiçbir sonuç doğurmayacak yanılsama ve yanıltmadırlar. Bir aydın bu kısır döngüye düştümü aydınlık üretemez. Üstelik böyle güzel bir girişimi başarsanız dahi, sizin kimse bilip duymadan, tartıştırıp haberdar etmeden güncelliyor olmanızda bir başka darbedir. Darbeye karşı olark darbe yapma çıkmaz sokağı, gol atma kapasitesidir. Darbede habersiz ve sesiz, sizin güncel yararınıza olur, mantığı ile yapılır. Bunu unutmayalım! Bunlar göz önüne alına.Bu nedenledir ki aydın yazar çizer aydın kadrolar, bize ulaştırılan, bizle hergün buluşturulan konuşmacı tv kadrolarıyla, hiçbir üretim yapılamamakta, hiçbir değişim başlatılamaktadır. Aksine bunları dinledikçe dahada kararmaktayız.
Yine İskilipli Hoca, Yada Nazım gibi şahsiyet değerlere yapılan haksız uygulamaların eleştirel önünü açıyor olmanız darbeleri önler bir tutum olmayacaktır. Bu yargılamalar yapılmıyor diye darbeler var değildir. Sizce suçlar ceza olmadığı için mi varlar? Ve de bunlarla darbesel zeminleri ortadan kaldırabilir değilsinizdir. Bunlar oyalanma, bir intikam duygusu tatmini olmaktan öte gitmeyecek, psikolojik ve travmatik sanal doyumlardır. Sorunlar hep böyle tersten ortaya konduğundan, iyi niyet çabalarımız bir arpa boyu yol alamamaktadır.
Bir kere darbelerin kendisi sivil ve katılımcı halk oluşumuna karşıdır. Bu yüzden bu iki hareket uyuşmazdır kan uyuşmazlığı vardır. Bizim temel hedefimiz sivil ve katılımcı halk örgütlenmeleri meyanındaki girişimlerdir. Bunlarında nasıl sağlndığı bilinmiyor yada sır değil. Dünya'yı yeniden keşfe gerek yoktur.
Biz sivil oluşumun önünü açamadığımız sürece, darbeler; hem askeri, hem siyasi sivil darbeler, konjonktürün utandırması ile önlenecek bir şey değildir.
Buda eğemenliği sağlamakla olur. Kurumsal işbirlikleri ile, siyasi partiler kanununun değiştirilmesiyle, seçim kanunlarının yenilenmesiyle, halkın örgütlenmesinin önünün açılması ve taban baskısı olark siyseten değerlendirmeye alınmasıyla vs vs. olur. Türk demokrasisi eğemenliğin bir kurumlar eşgüdüm işlevselliği olduğunu görmez gibi. herkes kendini ben seçildim diyerek eğemenlik eşgüdüm üniter aktivitenin üstüne attığından darbeler vardır. Halbuki seçilmişlik sistemin bir alanına özgü, o alan üniter yapısının işletilmesi için kurumlaşmış bir yoldur. Değilse kurumlar üstü bir hak kazanımı değildir. ben seçilmişim dediğiniz an krallığınız ilan edilmiş demektir. Egemenlik sistemin işleyişinde herkesin kendi alan görevinin yerine getirilmesi eş güdümlemesinde çıkar. Değilse sistemin bir üniter birimi, ister parlemento, ister yasama,ister yürütme, ister yargı, isterse sağlık kurumu olsun ben dediği an, o ülkenin demokrasi adına işi bitiktir. Seçilme bir ayrıcalıklı konum değildir.Görevi bellidir. Ama bir seçilme ferdi iş bulma, tayin etme, makamdan dolayı her görüldüğü yerde saygılanma durumuna dönüşüyorsa darbeniz kapınızdadır. Siz darbeyi yüz kez sivilde yargılasanızda, kapınız çalınaaktır.
Aslına bakarsnız seçim kanunu , siyasi partiler kanunu vs bunların hepsi var gibi yarım yamalak ve işimize geldiği gibi işletilirdir. Siz atanmış seçilmiş ayrımı ve baskı unsurunu ortaya koyduğunuz an eğemenliğin eşgüdümü ortadan kalkar ve darbeler başlar. Seçilmek eğemenlik oluşturmanın sadece bir yanıdır ve ufacık yanıdır. Atanmışlık yerel kurumsallık aynı eğemenliği sağlayan bir başka yandır. Ben seçildim, eğemenliğin orasına da el atarım, burasınada el atarım, sınırsızlığına ulaştınız mı, darbeci olan siz, başka bir darbeyide karşınızda bulursunuz.
TÜM YORUMLAR (16)