234.
Böbrek taşı düşürdüğüm için sıkça Üroloji polikliniğine gittiğim zamanların birinde orta yaşlı, prostat hastası bir abiyle tanışmıştım. Yan yana oturduğumuz banklarda bir türlü gelmek bilmeyen sıramızı beklerken bir yerlerden laf açıldı ve sohbet etmeye başladık. Oradan buradan konuşurken birden bire bir soru sordu bana. "Sence gerçek mutluluk nedir? " Bir süre düşündüm. Sonra aklıma gelen cevapları sıralamaya başladım. Sevdiğin ve çok özlediğin biriyle görüşmek, torunlarınla oyun oynamak, ihtiyacı olan birilerine yardım etmek vs. Velhasıl herkesin aklına gelebilecek şeyleri teker teker söyledim. Gülümseyerek "Yook" dedi. "Eyvallah bunların hepsi güzel şeyler ve haliyle insanı mutlu eder. Lakin hepsinden daha çok mutlu edebilecek şey nedir biliyor musun? " Sanırım bilmiyordum, bir şey söylemeden abiye bakmaya devam ettim. Bir süre sustu ve sonra "İşeyebilmek" dedi. "Çişin geldiği zaman kolayca, canın yanmadan ve bir yerlere takılmadan son damlasına kadar işeyebilmek kadar mutlu eden hiçbir şey yoktur" Gülümsedim. Sonra başka konulara daldık, mevzu geçti gitti. Ama ben o diyaloğu hiç unutmadım. Ne zaman çok mutsuz hissetsem kendimi, bolca su içip sonra çişimin gelmesini beklemeye başladım. Gelir gelmez de gitmeyip tuvalete biraz daha sıkıştırmasını bekledim. Sonra yüzümde minik bir tebessümle tuvaletin yolunu tutup o huzur veren şırıltıyı dinleyerek dedim ki. "Ohh be, işemek mutluluktur.."
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...