Kerim yine her zaman olduğu gibi, iftara yaklaşık bir buçuk saat kala, Eyüp Sultan'daki iftar çadırına gelip, köşedeki masaya oturdu. Erken gelmesinin sebebi, hep aynı masaya oturmak istediği içindi. Bu masayı sanki yuvası bilir, etrafındaki insanları ise akrabaları gibi görürdü. Akşam önüne aynı saatte yemek gelmesi, ona işten eve gelme hissi uyandırırdı. Hayalinde bir eşi, iki çocuğu vardı; düşüncelerinde onları da bu masanın etrafına oturturdu.
Masaya oturunca, ''Ya kısmet! Deyip uzaklara daldı.
Yetiştirme yurdundan ayrıldığı ilk günü düşündü. Sudan çıkmış bir balık gibiydi; nereye gideceğini, ne yapacağını bilememişti. Kıyıya vurmak böyle bir şeydi herhalde.
Yetiştirme yurduna, bir binanın önüne bırakılmış bebek olarak gelmişti; bu yüzden kimi kimsesi bilinmediği için kimsesizdi; gidecek yeri yoktu. Haliç surlarına sığınmış, burada kendine uygun bir yeri sığınak yapmıştı.
Yetiştirme yurdundan ayrıldığı ikinci günün sabahında, dünden beri aç olarak uyanmıştı. İlk iş olarak fırıncıya gidip, hem ekmek, hem iş istedi. Fırıncı, yetiştirme yurdundan çıktığını öğrenince ''Kime güvenip seni işe alacağım'' deyip kovdu. Ekmek alırken olaya tanık olan orta yaşlarda bir kadın, Kerim'in eline biraz para verip ''Git karnını doyur'' dedi. Daha sonraki günlerde de kaç yere iş için başvurduysa, yetiştirme yurdundan çıktığı için kabul edilmemişti.
Sokaklarda yaşamaya mahkum bir insandı artık. Kimi zaman şefkat görüyor, kimi zaman hor görülüp itekleniyordu yerlere. Otuz yıldır neler görmüş, neler geçirmişti bu sokaklarda... Onca pisliğin ve kötünün içinde, yüreğini temiz tutmayı ve iyi bir insan olarak kalmayı başarmıştı. Bu süre içinde, geçimini sağlığı el verdikçe kağıt toplayarak sağladı. Surlarda yaşamak onu astım hastası yapmıştı.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta