Tesir Şiiri - Sevgi Gül İlkan

Sevgi Gül İlkan
1015

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

Tesir

Kerim yine her zaman olduğu gibi, iftara yaklaşık bir buçuk saat kala, Eyüp Sultan'daki iftar çadırına gelip, köşedeki masaya oturdu. Erken gelmesinin sebebi, hep aynı masaya oturmak istediği içindi. Bu masayı sanki yuvası bilir, etrafındaki insanları ise akrabaları gibi görürdü. Akşam önüne aynı saatte yemek gelmesi, ona işten eve gelme hissi uyandırırdı. Hayalinde bir eşi, iki çocuğu vardı; düşüncelerinde onları da bu masanın etrafına oturturdu.
Masaya oturunca, ''Ya kısmet! Deyip uzaklara daldı.
Yetiştirme yurdundan ayrıldığı ilk günü düşündü. Sudan çıkmış bir balık gibiydi; nereye gideceğini, ne yapacağını bilememişti. Kıyıya vurmak böyle bir şeydi herhalde.

Yetiştirme yurduna, bir binanın önüne bırakılmış bebek olarak gelmişti; bu yüzden kimi kimsesi bilinmediği için kimsesizdi; gidecek yeri yoktu. Haliç surlarına sığınmış, burada kendine uygun bir yeri sığınak yapmıştı.
Yetiştirme yurdundan ayrıldığı ikinci günün sabahında, dünden beri aç olarak uyanmıştı. İlk iş olarak fırıncıya gidip, hem ekmek, hem iş istedi. Fırıncı, yetiştirme yurdundan çıktığını öğrenince ''Kime güvenip seni işe alacağım'' deyip kovdu. Ekmek alırken olaya tanık olan orta yaşlarda bir kadın, Kerim'in eline biraz para verip ''Git karnını doyur'' dedi. Daha sonraki günlerde de kaç yere iş için başvurduysa, yetiştirme yurdundan çıktığı için kabul edilmemişti.
Sokaklarda yaşamaya mahkum bir insandı artık. Kimi zaman şefkat görüyor, kimi zaman hor görülüp itekleniyordu yerlere. Otuz yıldır neler görmüş, neler geçirmişti bu sokaklarda... Onca pisliğin ve kötünün içinde, yüreğini temiz tutmayı ve iyi bir insan olarak kalmayı başarmıştı. Bu süre içinde, geçimini sağlığı el verdikçe kağıt toplayarak sağladı. Surlarda yaşamak onu astım hastası yapmıştı.
Kerim'in oturduğu yan masaya, iftara yarım saat kala, tek çocuklu bir aile oturdu. Bu aile: Necati, eşi Neslihan ve oğulları Batuhan'dı.
Necati, şu anki maddi durumuna tırnaklarıyla gelirken, bir taraftan da kibir ve katılık edinmiş; insanlara tepeden bakan sonradan görme biriydi. Buraya da 12 yaşındaki oğlu Batuhan istediği için gelmişti. Necati, eşine karşı sert bir insan olmasına karşın; oğlu Batuhan'a her istediğini yerine getirecek kadar zaafı vardı. Yemekler masalara dağıtılmış, herkes iftar için ezanın okunmasını bekliyordu. Necati, sağa sola baktıktan sonra yan masadaki Kerim'in iştahla yemek yediğini görünce:
-Pis herif! Buraya iftar için değil karnını doyurmaya gelmiş. Leş gibi de kokuyor. Bunları topluma sokmayacaksın.
Necati, bu sözleri yüksek sesle söylediği için Kerim hepsini duymuştu.
O kadar açtı ki Kerim, iftarı da, ezanı da unutmuştu. Sağlığı son zamanlarda kötüye gittiği için kağıt toplayamıyor; esnaf ya da onu tanıyanlar bir şeyler verirse karnını doyurabiliyordu. Kerim, yediği yemeği yarıda bırakıp:
-Beyim! Nefis bir tek oruçla terbiye edilmez. Terbiyesi olmayan nefsi oruç da terbiye edemez. Ben yıllardır yarı aç yarı tokum; lakin dünyanın sofrasından çabuk doyup kalktım; sen hâlâ dünyanın sofrasında oyalanmaktasın. Leş gibi kokan içim değil dışım. Kiminin dışı kokar, kimin içi. Ölünce, insanın içi değil dışı yıkanır; benim de dışımı yıkayan biri bulunur elbet.
Kerim'in bu sözleri Necati'nin kalbine depremler geçirtirken, bir bina gibi inşa ettiği kibrini ve katılığını yerle bir ediyordu. Necati düşüncelerinin içinden çıkıp yan masaya baktığında Kerim çoktan gitmişti. Necati sandalyesinden kalkıp etrafta, ''Beyim, beyim! Diyerek Kerim'i aradıysa da bulamadı. Necati, ''Ah beyim! Kendini kalbime bırakıp gittin. Ben seni bulurum elbet.''

Neslihan hanım, eşi Necati'ye, ''Çok ağır konuştun gariban adama. İnan geldiğime pişman oldum.'' dedi. Necati, normalde her konuda eşine bana muhalefet olma diye çıkışırken; bu defa yüzü kızarmış, utanmıştı. Oğlu Batuhan'ın da yüzü düşmüş, üzüldüğü her halinden beliydi.
Necati, eve döndüklerinde hâlâ derin düşüncelerdeydi. Kerim'e söylediği o kötü sözleri düşündükçe kahrından ölecek gibi oluyordu.

Necati, sabah olur olmaz Eyüp Sultan'da Kerim'i aramaya başladı. ''Buradaki iftar çadırına geldiğine göre, kesin buralarda yaşıyordur'' deyip, eşkâlini tarif ederek esnaflara sordu. Necati, Kerim'in surların içinde yaşadığını öğrenince, eliyle koymuş gibi buldu Kerim'i. Kerim, kirli yatağının üstünde kıpırdamadan yatıyordu. Necati eliyle Kerim'in vücudunu sallayarak, ''Beyim, beyim uyan!'' diyerek uyandırmaya çalıştıysa da sonuç alamadı. Kerim, yüzündeki tebessümle, acılarını, ağrılarını ve kirli vücudunu bırakıp ayrılmıştı bu dünyadan. Necati'nin yapabileceği tek bir şey vardı artık, Kerim'in cenaze işlemlerini üstlenmek.
Necati, teneşirin üstüne yatırdıkları Kerim'in vücudunu yıkarken, kalbi de çatallanmış ırmaklar akıtıyordu kirpiklerinden; Necati'nin içi, Kerim'in dışı yıkanmıştı. Kerim, Eyüp Sultan mezarlığına defnedildi. Necati, Kerim vasıtasıyla, bu dünyadan en büyük nasibini ve nasihatini almıştı. Necati, Kerim'in yanından bir mezar da kendine alıp, buraya defnedilmesini vasiyet etti.

Sevgi Gül İlkan
Kayıt Tarihi : 27.5.2018 00:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Sevgi Gül İlkan